İnsan varoluşunun tasalarını ve bir kulun yaratıcısına olan yakarışını temsil etmesi açısından İsmet Özel’in “Münacaat”ı, Türkçemizde yazılmış en esaslı şiirlerdendir hiç şüphesiz. İnsanın kendine doğru yakınlaşması, varlık anlamından uzaklaşması, çoğu zaman varılan o çaresizlik, bile isteye durulan sitem durağı, bazen ilahi coşkunun parıldaması bazen de hissizliğin zirveye çıkması… Tüm bu zıtlıklar arasında gidip gelen biri, “Münacaat”ı daha evvelden biliyorsa eğer, mutlaka dönüp yeniden okuyacaktır. Çünkü bazı şiirlerin zamanı vardır ve o zamanın herhangi bir tanımlaması da olmuyor. Kavramlar, terimler yetmiyor. Raftan kitap çekiliyor ve şiir bulunup okunuyor. Sonrası? Orası kulla Allah arası.
“Münacaat”ı şimdiye kadar kaç kez okuduğumu bilmiyorum. Yaşamda tepetaklak olduğum ne kadar zaman varsa o kadar demeli miyim? Cevap, tepetaklak oluşun hiç bitmeyeceğine de çıkabilir. Şiirin kimseyi umutsuzluğa yanaştırmaması gerektiğine inanırım. Bir umutsuzluğu dile getirmek başka bir şeydir, kişiyi bir karanlığa yerleştirip orada tek başına bırakmak başka bir şeydir zira. Şiir, en karanlık anlarda da okunur elbette, okunur okunmasına, ama okuyucu oradan bir ışığın süzülüp geldiğini görmelidir muhakkak. Başka türlüsü insanı gayrete yanaştırmaz. Bir gayretle, hem de pek çok gayretle ortaya çıkan şiirin insan yaşamına en büyük katkısı, okurunu da gayrete yöneltmesidir her zaman için. Tek başına güçlü bir dize, bizi yeniden başlamak için daha kuvvetli kılabilir.
İnsan ömrünün bir imkâna dönüştürülmesi üzerinde durur
“Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı” diye başlayan bir şiirle karşı karşıyayız. İlk okuyuşta şairin karamsar bir tablo çizeceği anlaşılabilir. Oysa İsmet Özel, yazılarında olduğu gibi şiirlerinde de insan ömrünün bir imkâna dönüştürülmesi üzerinde durur daima. Yaşam, fevkalade bir imkândır. Bu imkân yine şairin söylemiyle ya sarf edilir ya da israf edilir. Hakk’ın almadığı can; rahmetten her an nasibdâr olmaya teşnedir. “Münacaat”ın girişi, şairin ölüm düşüncesi üzerine yürüyüşüyle sürer sonra. “Ölmedim genç olarak” der, “bir gençlik ölümü saklı kaldı bende” der ve artık bilinçli bir tavırla kucaklar okuru şiir. “Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi” sözüyle şair, vuslattan bahis açar. Kavuşmakta artık sen, ben yoktur çünkü. Bir olunca, birliğe varınca, mutlak birin içinde eriyince kişiden geriye hiçbir şey kalmayacaktır artık. Hayata her yönünden başka anlamlar verebilecek olan aşk, elbette mazeretlerin en güzelidir şair için. Ancak vay ki gençtir ve ölümle paslanmış bulur sesini.
İsmet Özel, şiirin ikinci bölümüne “Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin” dizesiyle başlar. Bu dize, içine pek çok ilmi sığdırmış, özümsemiş bir dize. Her gün başka bir yumağı çözmekle vazifelendirmiş insanoğlu, hatadan gayrı değildir. Hata yapılır, daima yapılır, üstelik her seferinde başka bir hata yapılır. İnsan ilişkilerinde, maişet meselelerinde, entelektüel faaliyetler içinde, aşkta, kavgada, isyanda, sessizlikte, yalnızlıkta mutlaka bir hata payı vardır. İnsan gençlik yıllarında her hata yapışını içine düştüğü bir kuyu, kavrulduğu bir çöl olarak görebilir. Üstelik kendinden bir yanlış da göremez kolay kolay. Şairin “Gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda” dizesi, hatanın fark edilebilir bir şey olduğunu, fark edilmesiyle beraber kişinin artık o hatayı yapmama tecrübesi kazanması gerektiğini sezdiriyor. Bir yazısında “Hataya düşmek ve giderek düştüğün hatayı sevmek, hatayı senin hatan olması hasebiyle sevmek, insan olmanın, insanlığa doğru yol almanın vazgeçilmez bir kısmıdır.” diyen şair için hata yapmak, yaşanılacak hayatı yaşanan hayattan ayırmanın da bir imkânı olur böylece. Peki çizgiyi nereye çekmeli? Biz çoğu zaman dünya içindeki bocalayışımızı, dünyanın bizi kucaklayışı olarak görüyoruz. Bedenimize ve ruhumuza saplanan okların her birinde dünyanın şefkati, ilgisi, sevgisi olduğunu zannediyoruz. Halbuki bu bir kuşatılmışlıktır. Dünyanın, inanan insan nezdinde bir zindan olduğunu bilmek, bu bilinçle daha sakin bir yol tutturmak, her yürüyüşte bu bilinçten uzaklaşmamak gerekiyor. Eğer yapılan ve yapılacak olan hatalardan olgunlaşmaya doğru gidilecekse, hatanın en büyüğünün dünyaya kıymet vermek olduğunu unutmamalı.
Gücenik bir macerayla yaşadı
Hem gençliğinin hem de hatalarının farkında olan şair, umuttan bir adım bile uzaklaşmaz. Haykırınca çeviklik katar gökyüzüne. Ter döküp soru sormanın kişiyi nereye sürükleyeceğini bilir. Yazgısını kendi avcunda kırgın bir akis olarak seyreder. Ama her şeye rağmen ve her şeyle birlikte ne fark eder deyip geçer, “hava bozar, yüzüm eğik” gider yine. Sürüngenlerin en kuduzuyla sabahlayıp yola devam eder. İsmet Özel’in yolculuklarında hakikatten ziyade insanı arayan bir ben vardır. “İnsanoğluna hayatın anlamı hakikate erdiği zaman değil, sadece ve sadece derdiyle dertlenecek insanı bulunca âyân olur.” sözünün, şiirlerinde pek çok yangısı vardır. “Münacaat”ın sonlarına doğru karşımıza çıkan “her gün küsülü kaldık” dizesi, derdiyle dertlenecek insanı bulma meselesindeki bir düşkırıklığının ifadesi. Vaktiyle “Aklımın erdiği günden bu güne kadar karşılaştığım her insanın bünyesinde Hızır olma gizilgücü taşıdığını; girdiğim her gecenin bana Kadir Gecesi olarak hediye edilebileceği ihtimali bulunduğunu hesaplayarak yaşadım.” diyen şair, kendi hesap defterini aradığı Hz. İnsan’ı bulamamakla kapatır sonra: “Güvendiğim dağlara kar yağmış falan değil. Derinden bir düşkırıklığı benimkisi. Geçen her gecenin leyle-i kadr, karşılaştığım her kişinin Hızır olmadığını anladığım zaman kırılıyorum. Böylece kırılan bir düş haline dönüştüğümü görüyorum. Evet, bizzat kendim bir düşkırıklığıyım, kırık bir rüyayım ben. Ve hepimiz öyleyiz.”
Bunca yıl bu gücenik macerayla yaşadı İsmet Özel, yaşıyor. O ne kadar kabul eder bilemeyiz ama dünyaya geldiğine fevkalade memnun olduğunu fark etmemek, fark edemeyenler için bir başka hata olur. “Münacaat”, “Çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer / çiğ tanesi sanmak ne cüret / gözyaşıymış / insanın insana raptolduğu cevher” dizeleriyle bizi sona yaklaştırıyor. Gözyaşı; hatadan, günahtan, pişmanlıktan yana insanın razı gelmeyişinin bir ifadesidir. Arınmanın yakarış hâlidir gözyaşı. İnsan ancak bu gözyaşıyla “silinmez yaşamak suçu”na katlanabilir, bu katlanışı bir sanata çevirebilir. Dikkat edilecek ve asla taviz verilmeyecek tek gerçek, hata yapmanın aynı zamanda arınmaya bir vesile olduğunu bilmek, bunu hiç unutmamaktır belki de. Çünkü şair, bir yazısında şöyle diyor: “Eğer sizi hatadan arınmağa sevk eden bir yol tutturduğunuza kani olduysanız insan olmanın yolundasınız. Bunun yusyuvarlak bir cümle olduğunu aklınıza getirmeyin. Hatanın ne olduğunu da, nerede yuvalandığını da teslimiyetiniz hesabi değilse İslâm’dan öğreneceksiniz. Dine duyulan ihtiyacın fark edilen hata ile başladığını unutmayalım.”
Hata yapmak bir fırsattır. Arınma denen faaliyete her an yanaşabilme fırsatı.
İsmet Özel’in sesinden “Münacaat” şiirini dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=kvCZyKITzWE