Mayıs ayının ilk sabahında, İstanbul’dan kalkan 8.30 uçağına bindikten üç saat sonra Tahran’a indik. Yolculuğumda bana eşim Damla ve kardeşim Selahattin eşlik ediyordu. Asıl gidiş sebebimiz Tahran’da yapacağımız konserdi. Üç mayıs akşamı Tahran Yunus Emre Enstitüsü koordinatörlüğünde konserimiz vardı. Havaalanındaki pasaport kontrolü çok kısa sürdü. Pasaportumda İran gümrük damgaları epeyce vardı. Çünkü İran’a on sekizinci defa giriş yapıyordum. Bu kadar çok gelmemin sebebi başta icra ettiğim santur sazının eğitimiydi ve tabii ki İran müziğine, edebiyatına ve sanatına büyük bir ilgi duymamdı. Konser öncesi iki günlük boş zamanımız vardı. Eşim Damla ve ben Tahran’da en sevdiğimiz yerleri gezmek istedik. Tabii ki ilk işimiz Tecriş’e gitmek oldu. Tecriş çarşısında gezmek bizim için büyük bir keyifti. Çarşıdaki meyve pazarı en sevdiğim yer. Ve İmamzade Salih Türbesi’nin tam karşısındaki binanın dördüncü katında oturup çay içmek bana huzur veriyordu. Dördüncü katta İran’ın meşhur ressamlarının atölyeleri de vardı.
İkinci günümüzü İnkılap Meydanı’nda ve Baharistan çarşısında geçirdik. Otelimiz Tahran’ın kuzeyinde olduğu için İnkılap meydanına yani diğer ucuna taksi ile giderken Tahran trafiğini de her zamanki gibi tatmış olduk. İstanbul trafiğinden daha beter bir trafik var Tahran’da. Bir buçuk saat süren trafik yoğunluğundan sonra nihayet İlk durağımız İnkılap Meydanı’na nihayet vardık. Bu meydan İran siyasi tarihinde önemli bir yere sahiptir. Son elli yılda büyük eylemlerin ve protestoların gerçekleştiği yerdir. Yani devlet ve halk arasında kavga ve tartışmaların olduğu bir yer. Yakın zamandaki başörtü protestolarının en şiddetli halleri bu meydanda yaşandı. Ben ve eşim için İnkılap Meydanı demek kitabevleri demekti. Yüzlerce kitabevi vardı İnkılap Meydanı’nda. Meydana indiğimizde hemen kitabevlerini dolaşmaya başladık. Sokak kitapçılarının görüntüsü ayrıca güzeldi. Damla’nın elinde otuza yakın kitap listesi vardı. Bunların yirmiye yakınını bulduk ve aldık. Tabii ikimiz de defter tutkunu olduğumuz için güzel defterler aldık.
İnkılap Meydanına işimiz bitince yüzlerce müzik mağazalarının olduğu Baharistan çarşısına doğru gittik. Kırk beş dakika yürüdük. Orada Yunus Emre Enstitüsü başkanı Furkan Özdemir ile buluştuk. İnanılmaz misafirperverliği karşısında mahcup olduk. Hep birlikte santurlarımı yapan Hamed Mousavi Hocanın atölyesine gittik ve akşama kadar orada kaldık. Birbirinden güzel santurlar çaldım. Bir santuri olarak yüzlerce santurun olduğu büyük bir atölyede olmak ve santur çalarak zaman geçirmek bana çok güzel duygular yaşattı. Yeni bir soprano santur alarak ayrıldık ve otelimize döndük. Ertesi akşam konserimizi yaptık. Konserde Aşık Veysel Türküleri ve Hz Mevlâna’nın şiirlerine yaptığım besteleri icra ettim. Çok güzel bir ilgi vardı konsere. İran büyükelçimiz Hicabi Kırlangıç Bey de konsere teşrif etti. Konser sonrası büyükelçimiz ile çay eşliğinde uzunca bir sohbet ettik.
Mollalar şehri Kum
Ertesi gün özel bir araç ile Kum’a doğru yola çıktık. Kum’a giderken çöl havasını almak zamanın hızlıca geçmediğini de hissettirdi. Kum yolunda sıcaklıkla eşdeğer olarak zaman da çok yavaş akıyordu. Aynı hissi Afrika’da ve Arabistan’da da hissetmiştim. Kum için herkes mollalar şehri der. Medrese eğitimi açısından İran’ın en önemli şehridir. Aynı zamanda İran İslam Devriminin temellerinin atıldığı şehirdir. Bu şehirde üç saat kaldık. Kavurucu bir sıcak vardı. Asıl gidiş amacımız, eşim Damla ile Fatıma Masume Türbesi’ni ziyaret etmekti. Hz Fatıma Masume, on iki imamlardan, yedinci imam Hz. Musa İbn-i Cafer’in kızıdır. İmam Ali Rıza’nın da kız kardeşi. İmam Rıza sürgüne gönderilince kardeşinin yanına giderken yolda hastalanmış ve Kum’da vefat etmiştir. Yolda Ehl-i Beyt düşmanları tarafından Fatıma Masume’nin yeğen ve kardeşlerinden oluşan 23 kişi şehit edilmiş. İmam Rıza şöyle buyurmuştur ‘‘Her kim Kum’da Masume’yi ziyaret ederse beni de ziyaret etmiştir’’ Bu buyruk üzerine İmam Rıza’yı (Meşhed) ziyaret edemeyeceğimiz için Fatıma Masume’yi ziyaret ettik. Şiiler için çok önemli bir ziyaret merkezi. Türbedeki ziyaretimde erkekler bölümünde benim gibi sünnilerin de ziyaret ettiğine şahit oldum. Türkiye’den gelenlerle ayaküstü sohbet ettik. Sonuçta sünni ya da şii fark etmez tüm Müslümanlarda Ehl-i Beyt sevgisi olduğundan Fatıma Masuma türbesini ziyaret ederek Ehl-i Beyt’e olan muhabbetinizin daim olduğunu hissedebilirsiniz. Ziyaretimizi yaptıktan sonra İsfahan yollarına düştük.
Akşam olduğunda İsfahan’a vardık. Otele yerleştikten sonra sevdiğimiz bir restoran olan Şehrazat’a gittik. Çok acıkmıştık. En sevdiğim İran yemeği olan abguşt yemeğini yedim. Otelimize geçip dinlendik. Ertesi gün kahvaltımızdan sonra otelimize yürüme mesafesinde olan Nakş-i Cihan Meydanına gittik. O gün akşama kadar meydanı dolaştık. Canımız çay istedikçe eski derviş eşyalarının olduğu Hacı Mirza’nın Kuyusu mekânına gidip çay içtik. Her biri en az yüz yıllık olan derviş eşyaları mekâna ayrı bir hava katıyordu. Adeta bir müze içinde çay içme keyfi yaşıyorduk.
Taşların konuştuğu şehir
Eşim Damla doktora tezinde Nakş-i Cihan Meydanı’nı çalıştığı için ben ve kardeşim Selahattin; Damla’yı dinleyerek Nakş-i Cihan Meydanı’nı gezdik. İsfahan İran’da en sevdiğim şehirdi. Taşların konuştuğu şehir olarak tanımlıyorum İsfahan’ı gezdikçe gezesiniz gelir. İsfahan Ulu Cami ve İsfahan Cuma Cami’sinde epey vakit geçirdik. Otuz üç kemerli köprünün karşısına geçince Ermeni mahallesindeki kafelerde kitap okumak keyfi başka oluyor. Geceleri İsfahan halkının yaptığı gibi Nakş-i Cihan Meydanı’na termosumuzdaki çayımızla gittik. Tabii dört yüz yıl önce Safeviler tarafından inşa edilmiş olan bir kervansaray olan ve günümüzde otel olarak kullanılan Abbasi otelin bahçesinde de zaman geçirmeyi ihmal etmedik. Dört gün boyunca zamanımızın büyük bir kısmını Nakş-i Cihan Meydanı’nda geçirdik. Dönmek zorunda kalmasak bir ay bile Isfahan’da geçirebilirdim. En keyifli anlarımızdan birisi olarak da otelimize dönerken otuz üç kemerli köprüde de bir çay içmek olurdu.
İsfahan dönme vaktimiz gelmişti. Yine bir özel bir araçla Keşan’a gittik. Keşan benim için Sohrab Sepehri demekti. Hayatımda en sevdiğim şairlerin başında gelir. Farsçam yeterli olmadığı için eşim Damla’ya Sohrab’ın hatıratını çevirmesini istedim. Beni kırmadı ve çevirdi. Keşan’da otele yerleştikten sonra muhteşem bir restoran olan Mozaffari’ye gidip abguşt yedik. Saat 17.00’den sonra çarşı açılınca biz de yavaştan kalkıp çarşıya doğru gittik. Çarşıyı dolaştık. Muhteşem kafelerde oturduk. Hele gece oturduğumuz kafede elinizi kaldırdığınızda gökyüzü sanki parmağınıza değecekmiş gibi hissettik. Bizim Isparta gibi Keşan’da bir gül cennetiydi. Kurutulmuş güllerle ayrıldık.
Ertesi gün yine ilk geldiğimiz yere Tahran’a döndük. Eşim Damla İran Araştırmaları Merkezi’nden ve Boğaziçi Üniversitesi’nde en iyi tez ödülleri aldığı “Erken On Yedinci Yüz Yılda İsfahan ve İstanbul: Mescid-i Şah ve Sultan Ahmed Külliyeleri” başlıklı tezini sundu. Sunumu dinlemeyenlere ilgilisinin geldiği bir alaka vardı. Gece 03.30 uçağıyla da Tahran’dan İstanbul’a uçtuk. Hayatımda İran’ın her daim özel bir yeri olacak. Gidip gidip döndüğüm ve her seferinde bambaşka deneyimlerle döneceğim belkide. Ama hep gideceğim. İran kısa bir seyahatle de uzun bir süre yaşama deneyimlemesiyle bambaşka dünyalar sunan bir ülke.