Herkes kendinden bir parça görüyor

17 dakikada okunur

Oyuncu Olcay Zühal Gören yazıp tek başına oynadığı “Bir Sıfırdan İyidir” tiyatro oyununu Litros okuyucuları için anlattı: “Bu oyun benim “yalnızlık” meselesine ilişkin epeyce düşündüğüm bir zamanda yazıldı. İletişimin giderek daha kolaylaştığı bir çağda, ben başta olmak üzere çevremdeki hemen herkesin, insanların nasıl da yalnız hissettiğini fark edip buna kafa yormaya başlamıştım. Bunları yazıya dökmek istedim ve bu da tiyatro oyununa dönüştü. Beni mutlu eden oyun sonrası seyircilerin, ‘Bunu ben de yaşadım, bu bana çok tanıdık geliyor’ şeklinde geri dönüşleri oldu diyebilirim.”

Her tiyatro oyunu aslında bir nevi hayatımıza ayna tutuyor diyebiliriz. Olcay Zühal Gören’in yazıp oynadığı, tek kişilik ikinci oyunu “Bir Sıfırdan İyidir” iletişim çağında olmamıza rağmen günden güne daha da fazla yalnızlaştığımıza dikkat çekiyor. İlhamını kaybetmiş bir ressamın yaşadıklarından yola çıkarak bir yalnızın bir başka yalnızla tanışma hikâyesini anlatıyor bizlere. 70 dakika süren tek perdelik oyunda aslında herkes kendinden bir parça bulabiliyor. Daha fazla sözü uzatmadan gelin şimdi oyun sonrası Olcay Zühal Gören’le gerçekleştirdiğimiz röportajımıza geçelim.Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Ankara Üniversitesi D.T.C.F. Tiyatro Bölümü 2008 mezunuyum. Okul bittikten sonra İstanbul’daki daha hareketli tiyatro yaşantısını deneyimlemek için İstanbul’a yerleştim. Zaten burada büyüdüğüm için yabancılık çektiğim bir durum olmadı diyebilirim. Bazı özel tiyatro topluluklarında yönetmen yardımcısı, oyuncu ve sahne amiri olarak görev aldım. Çeşitli prodüksiyon firmalarında prodüksiyona ilişkin deneyim edinme imkanlarım oldu. Hali hazırda da bir özel okulda drama eğitmeni olarak çalışıyor, bir yandan da çocuklarla sanat ve spor atölyeleri yapan bir topluluğa eşlik ediyorum. Bunun dışında yetişkinlerin daha fazla oyun oynaması gerektiğini biraz dert edindiğim için, yetişkin topluluklarıyla oyun atölyeleri hazırlıyor ve yürütüyorum. Burada bahsettiğim bir tiyatro oyunu değil, bildiğiniz saf ve kendine özgü haliyle oyun, hani çocukların sürekli oynadığı türden. Bunları yetişkinlerle farklı konseptler ve formlarla deneyimliyoruz.
Oyuncu olarak birden çok hayatı yaşama şansı yakalıyorum
Hem oyunculuk dersleri veriyorsunuz hem de oyunculuk yapıyorsunuz diyebiliriz.
“Oyunculuk dersleri veriyorum” dersem yanlış olur. Ben daha ziyade çocuklarla drama alanında ve yetişkinlerle de oyun atölyeleri çatısı altında buluşuyorum. Oyunculuk yapmak ise bambaşka bir durum. Neden bu mesleği seçtiğim sorulduğunda verdiğim tek bir yanıt vardı; ben bir insan olarak, Olcay olarak tek bir hayat yaşıyor ve bunu yalnızca kendi gözümden deneyimliyorum, tek bir meslek, tek bir aile, tek bir biçim. Oysaki bu meslek bana birden çok hayatı, birden çok bakış açısını, onlarca farklı durumu, olayı yaşama ve hissetme şansı veriyor. Örneğin bir oyunda ressam olabiliyorken, bir diğerinde doktor, bir diğerinde bambaşka bir insan olabiliyorum. Tabii ki hepsi benden çıkan, benim onu algılama biçimimle şekillenen roller ve hikâyeler, ama bambaşka hikâyeler… Eğitmenlik ise bambaşka bir deneyim. Herkesin katılımını ve deneyim hakkını gözeten bir noktada durmanız ve deneyimlerine rehberlik etmeniz gerekiyor. O rehberliği de çok seviyorum, çocuk veya yetişkin fark etmez, katılımcıların deneyimlerinden ben de çok şey öğreniyorum. Birlikte gülüyor birlikte hüzünleniyoruz.
Oyunculuk hayaliniz nasıl başladı?
Çocukken başladı diyebilirim. O zamanlar hayal gibi tanımlayamazdım ama çok severdim tiyatroya gitmeyi. Ailem beni hafta sonları çocuk oyunlarına götürürdü, çok keyif alırdım her seferinde. Sonra lisede aktif olarak tiyatro yapmaya başladık okul tiyatrosunda. Tiyatro yarışmalarına katıldık, okullar arası yarışmalar oluyordu o zamanlar. Sonra bu işi meslek edinmeye karar verdim ve bir özel tiyatro topluluğunun kapısını çaldım “Beni alın, eğitin ve sınavlara hazırlayın.” dedim. Ekipten çokça insan tiyatro bölümlerinde okuyordu zaten. Sağ olsunlar bize yol gösterdiler, sınavlara hazırladılar ve bölüme girdikten sonra da hep destek oldular. Böyle böyle sonunda meslektaş olduk.
Yalnız hissetmemizi oyuna dökerek tiyatrolaştırdım
“Bir Sıfırdan İyidir” tiyatro oyununu hem yazıp hem de tek başınıza oynuyorsunuz. Oyununuzu sizden dinleyebilir miyiz?
Bu oyun, benim “yalnızlık” meselesine ve halimize ilişkin epeyce düşündüğüm bir zamanda yazıldı. Çokça üzerine düşündüğüm bir konuydu bu, hâlâ da öyle. Taze bir oyun çünkü. O gündem benim için hâlâ devam ediyor. İletişimin giderek daha kolaylaştığı bir çağda, ben başta olmak üzere, çevremdeki hemen herkesin, insanların nasıl da yalnız hissettiğini fark edip buna kafa yormaya başlamıştım. “Bu kadar yalnız olmak veya bu kadar yalnız hissetmek zorunda mıyız?” diye sorup duruyorum hep. Herkesle her tür ilişkimizde dönüp dolaşıp nasıl ve neden yalnız hissediyoruz? Bunu nasıl başarıyoruz? Veya buna nasıl maruz kalıyoruz? Bu yalnızlık hali, hissi, bizim hayata bakışımızı ve üretkenliğimizi nasıl etkiliyor? Bunları mesele ediyor oyun. Bunları yazıya dökmek istedim ve bunu bildiğim bir formun içinde yapmak istedim, bu da tiyatro oldu. İki karakter ve bu iki karakterin hikâyesine şahit oluyoruz oyunda. İkisi de görülmemekten ve duyulmamaktan mustaripler. Ve bir şekilde yolları kesişiyor. Biz de onların bu durumlarına şahitlik ediyoruz. Buraya daha fazla girmek istemem çünkü sürprizleri çok olan bir oyun. İzleyecek olanlara çok da bilgi vermemek lazım.
Sanki yalnızlık iliklerimize kadar işlemiş
Bir sıfırdan gerçekten iyi midir sizce?
Bir sıfırdan iyidir galiba her durumda. Zaten yine yalnız hissetmiyor muyuz bir şekilde? İliklerimize işlemiş sanki… Öyle de böyle de yalnız hissedeceksek bari bu ortak hissi paylaşabileceğimiz insanlar ve durumlar olsun etrafımızda.
Hikâyeyi yazarken özellikle esinlendiğiniz biri ya da olaylar oldu mu?
Okuduğum, izlediğim, dinlediğim her hikâyeden bir parça mutlaka vardır içinde. Kendimden, diğer insanlardan, herkesten bir parça vardır. İlgimi çeken ve bana dokunan şeyleri not ederim, yazarım, bir şarkıdan bile esinlenebilirim. Finalde de tüm bu ortak hissi bir kurmacanın içinde bir matematiğe oturtup, değiştirip dönüştürüp kullanırım. Birebir şudur ve bu da şu kişiden alıntılanmıştır diyebileceğim bir parçası yok, çünkü hikâyeyi kurgularken bir mantık gözetiyorum. Ama gün sonunda hepimizin bir yanına mutlaka dokunan noktaları var, insanız. Hislerimiz ve bunları dile getiriş biçimlerimiz benzer.
Yakın çevrem en büyük destekçim
Yakın çevrenizden özellikle aileniz başta olmak üzere çok büyük destek aldığınızı oyunu izlerken fark ettim. Afişleri kardeşiniz, fotoğraflarınızı babanız çekiyordu. Bu durumun sizde yaşattığı motivasyonu sormak istiyorum.
Hep söylerim “bizi seviyorum” diye. Ben biraz etrafımdaki kişilerin bilgi, beceri ve deneyimlerini değerlendirmeyi seven biriyim. Hiç çekinmeden gidip söyleyebilirim, “Sen bunu çok iyi yapıyorsun ve ben sana güveniyorum, benimle bunu yapmak ister misin?” diye. Kıymet veriyorum insanların becerilerine. Onlar da sağ olsunlar zaten ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar. Arkadaşlarım, annem, babam, kardeşim, oyununum destekçisi WOFDEX. Hep birlikte ortaya bir şey çıkarmış oluyoruz, çorbada tuzu oluyor herkesin, kendi deneyiminden bir şey katıyor. Benim de kafam rahat oluyor ister istemez. Güveniyorum ve kendimi onların öneri ve ritmine bırakıyorum.
Oyunla ilgili geri dönüşler nasıl?
Olumsuz hiç geri dönüş almadım desem yalan olmaz. Henüz ama 🙂 Zaman ne gösterir bilemem tabii, yaşayıp göreceğiz. Çokça insandan şunları duydum ama; “Beni anlatıyorsun sandım.”, “Benim bu, benden bahsediyor evet tam da böyle işte! diye kendimi ortaya atmamak için zor durdum”, “Çok duygulandım çünkü evet benzer şeyler yaşadım, yaşıyorum”. Bu da beni inanılmaz mutlu kıldı. İstediğim buydu zaten hedeflediğim buydu; insanlara hepimizin ortak bir noktası var işte diyebilmek. Bunu başarabilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Sosyal medyaya baktığınızda herkes çok mutlu görünüyor!
Gerçekten bu kadar yalnız olmak zorunda değiliz. Bazı değerlerimizi, önceliklerimizi yitirmişiz gibi hissediyorum. Samimiyet, insanın insana inancı, güven, aidiyet gibi noktalarda aksıyoruz sıklıkla. Bir gösteri dünyasındaymışız gibi kim nerede ne kadar çok hareket halinde ve ne kadar çok gülerken fotoğrafı varsa daha başarılı, daha mutlu gibi algılanıyor. Oysaki böyle de değil. O mutluluk fotoğraflarının çekildikten 1 saniye sonraki hüznünü de biliyorum insanların, bunları gördüm. İçi yanıyor mesela bir meseleye, ama sosyal medyada açın bakın, dünyanın en başarılı en mutlu insanı. E değilsin ama? Senin de ne kadar yalnız ve anlaşılmaz hissettiğini biliyorum, sen anlattın çünkü bunu bana. Bu “show business” durumları kalbimi incitiyor açıkçası. Ben de bunlardan bahsetmek istedim işte biraz, o işler öyle değil demek istedim. Daha samimi ilişkilere ve biraz da dürüstlüğe, biraz da görülmeye duyulmaya ihtiyacımız var demek istedim. O yüzden evet herkes kendinden bir şeyler bulacaktır, çünkü hepimiz bunları yaşıyor ve hissediyoruz.

Oyun esnasında en önemli motivasyon seyircinin reaksiyonu oluyor
Kendi kendini motive etmek gerçekten çok zor bir iş. Kendi halimde dururken, bir oyun yazacağım sonra da bunu sahneleyeceğim dedim. Kimsenin benden böyle bir isteği yoktu, sipariş bir iş değil yani bu. Zaman zaman çok bunaldım, çok korktum ve çok gerildim. Sonra dedim ki; “Sen kendi başına bu işi neden açtın?” Demek ki artık benim için ağızdan çıkması önlenemez cümlelermiş bunlar, ihtiyaçmış yani. Buna tutundum diyebilirim. Söylediğim sözün gerçekliğine ve söylenmesi gerektiğine olan inancıma tutunmuşum. Motivasyonum bu olmuş. Türlü aksilikler ve aksaklıklar içinde bile “Sen istedin bunu ve şimdi yapacaksın hadi bakalım” diye kendi sırtını sıvazlıyorsun. Oyun esnasında da tabii ki en önemli motivasyon seyirci reaksiyonu oluyor. Beklediğiniz ya da beklemediğiniz reaksiyonlar oluyor, onları görmek sizi motive ediyor işte. Birinin bir kahkahası veya birinin dolmuş gözleri, dedirtiyor ki “Evet iyi ki şu an buradayım ve bunu yapıyorum.”

Önceki Yazı

Farklı kültürler müzik ufkumu açtı

Sonraki Yazı

Hayal gücü, kum taneleriyle birleşiyor

Son Yazılar