Halil İbrahim AYGÜL
Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Yıldız, Hoca Ahmed Yesevi Hazretlerinin çocuk yaşlarından itibaren derin bir bilgi, irfan ve belagat ile yetiştiğini söyleyerek, “O Altın Silsile’nin en önemli halkalarından biridir. Kendinden sonraki silsilenin de kurucusudur” dedi.
Hoca Ahmed Yesevî’nin tarihi şahsiyetine dair vesikaların az olduğunu biliyoruz. Elimizdeki mevcut vesikalar da menkıbelerle karışmış halde. Bunları cem ettiğimizde Ahmed Yesevî Hazretlerinin kişiliği hakkında neler söyleyebilirsiniz?
“Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip/ Talep edenlere inci cevher saçtım ben işte/ Riyazeti sıkı çekip, kanlar yutup/ İkinci Defter’in sözlerini açtım ben işte.”
Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri Dîvân-ı Hikmet’ine besmele ile başladığı gibi biz de besmele ile sözlerimize başlamış olalım. Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki; “Besmele ile başlanmayan her iş eksiktir, kısırdır, gariptir.” Yesevî Hazretleri’nin tarihi hayatından ziyade menkıbevi hayatı ön plana çıkmış. O dönemde yazılı kültür değil sözlü kültür, halk kültürü hâkim. Elimizde onunla ilgili belge yok. Daha sonraki yüzyıllarda yazılan belgeler var. Özellikle onun devasa eseri olan Dîvân-ı Hikmet’in bulunduğu döneme ait bir yazma eseri elimizde yok. En eski yazma eser nüshası 16. Yüzyıla ait. Oradan da şunu anlıyoruz: Hoca Ahmed Yesevî Hazretlerinin bunu yazdığı net olarak belli değil. Talebeleri tarafından kaleme alınmış. Zira Hoca Ahmed Yesevî’nin yaşadığı dönem 12. yüzyıl; Karahanlı dönemi. O dönemin dili Karahanlı lehçesi ya da Hakaniye Türkçesi ya da Yabgu Türkçesi olarak adlandırılır. Bizim elimizde olan Dîvân-ı Hikmet nüshaları Çağatay Türkçesi dönemine denk gelen Çağatay lehçesi ile olan Dîvân-ı Hikmet nüshalarıdır.
KÖPRÜLÜ BİZE TANITTI
Hoca Ahmet Yesevî Hazretlerini ve onun eserlerini bize tanıtan değerli büyüğümüz Fuad Köprülü hocamızdır. Ona da tanıtan Yahya Kemâl’dir. Malumunuz Tanzimat’la birlikte, Anadolu’ya geldiğimiz coğrafya olan Türkistan’a, sırtımızı dönüp Batıya yönelmişiz. Herkes de Batı ile ilgili çalışmalar yapmak istiyor. Fuad Köprülü hocamız da bir konu arayışı içerisindeyken Yahya Kemâl ile karşılaşıyor. Üstad ona diyor ki: “Şu Ahmed Yesevî kim? Bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız.” Fuad Köprülü’ye Ahmed Yesevî Hazretleri ile ilgili bir araştırma yapmasını öneriyor. Enine boyuna araştırıyor. 1918 yılında, Anadolu’nun en sıkıntılı günlerinde devasa eseri “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”ı kaleme alıyor. Ahmed Yesevî Üniversitesi olarak bu eseri Kazak Türkçesi olarak Kiril harfleri ile bastık.
Buradan yola çıkarak onun hayat hikâyesi hakkındaki bilgilerimiz nelerdir?
Hoca Ahmed Yesevî, Kazakistan’ın güneyinde, Çimkent’e yakın Sayram kasabasında dünyaya geliyor. Babası İbrahim Ata âlim bir şahsiyet. Annesi de Karakaş Ana. Asıl adı Ayşe Hanım. Kara kaşlı, kara saçlı olduğu için öyle bir lakap takmışlar. Soyu Hz. Ali Efendimize dayanıyor. Hazreti Ali Efendimizin soyu bir taraftan Peygamber Efendimizin kızı Hz. Fatıma validemizden devam ettiği için Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin soyundan gelenler seyit ve şerif olarak adlandırılıyor. Fatıma anamız hayattayken Hz. Ali Efendimiz başka bir evlilik yapmıyor. Fatıma anamız vefat ettiğinde birkaç evlilik yapıyor ve onlardan biri olan Havle binti Hanefî adlı hanımından Muhammed Hanefî adında bir çocuğu dünyaya geliyor. O da Hz. Ali Efendimiz gibi cengâver bir şahsiyet. Türk edebiyatında Muhammed Hanefî Cenknâmeleri var.
Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri küçük yaştayken önce annesini, sonra babasını kaybediyor. Babasının vefatından sonra ablasıyla Sayram’a yaklaşık 170 kilometre mesafedeki Yesi şehrine geliyor. Tarihte Oğuzlara başkentlik yapmış bir şehir. Buraya geldiğinde Yesi soğuklarında bir kişiyi arıyor. Bakıyor, beklediği pir-i fani yaşlı amca karşıdan geliyor. Eteğine yapışıyor ve “Ata Ata! Peygamber Efendimizin emanetini ver bana.” O da Peygamber Efendimizin vermiş olduğu hurma emanetini takdim ediyor. Sonra Aslan Baba’yı bırakmıyor.
Aslan Baba ile ne kadar kaldığını bilmiyoruz ama bu sürede çok güzel yetiştiriliyor, irfan dersleri veriliyor. Hocası vefat ettiğinde çok üzülüyor. Onun vefatından sonra kaşık ve kepçe yontma işini öğreniyor.
HEMEDÂNÎ’NİN YOLLARINDA
Yusuf Hemedânî ile tanışma hikayesi de çok önemli değil mi hocam?
Çok doğru… Buhara’da Yusuf Hemedânî adında büyük bir âlim olduğunu öğrenince tekrar yola düşüyor. Hemedânî Hazretlerinin karşısına çıkıyor ve hemen keşfediliyor. Onunla özel ilgileniyor. Nizâmiye medreselerinde yetişmiş Yusuf Hemedânî, İmam-ı Gazalî’nin de sınıf arkadaşı. Her ikisinin de hocası Ebu Ali el-Farmedî. Onun hocası da Ebu’l Hasan Harakânî. Bugün Kars’ta medfun. Anadolu’nun fethi sırasında Anadolu’ya gelmiş, cihat ederken şehit olmuş. Yusuf Hemedânî bir Hanefî fâkihi, aynı zamanda da Selçuklu sultanı Sencer’in de hocası. Yusuf Hemedânî hayatının son demlerine geldiğini hissedince öğrencilerini topluyor ve onlara diyor ki: “Ey benim değerli öğrencilerim! Dünya fani, ben de hayatımın son demirlerine geldiğimi hissediyorum. Benden sonra yerime Abdullah Berkî geçsin. Ondan sonra Hasan el-Harakânî geçsin. Ondan sonra Ahmed Yesevî geçsin. Ondan sonra da Abdulhâlik Gucdüvânî geçsin.” Peygamberimizin arkasından 4 büyük halife geldiği gibi Allah dostları da genelde 4 halife bırakırlarmış. Hakikaten de sırayla talebeleri yerine geçiyor. Ahmed Yesevî’ye sıra geldiğinde Buhara’da hocasının kurmuş olduğu irfan mektebinin ocağını tüttürüyor. Orada öğrenciler yetiştirmeye gayret ediyor ama onun tüm beklentisi Yesi’ye dönmek. Yesi’den ayrılığı zaman çok üzülmüş. Özlediği Yesi’ye dönmek istiyor. Orayla ile ilgili planları var Ahmed’in. O da hocasından manevi işareti alıyor ve emaneti Abdulhâlik Gucdüvânî Hazretlerine verip Yesi’ye geliyor.
Yesi’de değerli talebeler yetiştiriyor. İlk öğrencilerden biri Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleridir. Yetiştirip Anadolu’ya göndermiştir. Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri de bütün öğrencilerini insan yetiştirmeye odaklı eğitir. Hacı Bektaş-ı Veli’ye takviye olarak Sinop’tan yanına gelen çepni Türkü Sarı Saltuk’u gönderir. Onun kızılelması ise Balkanlar olur ve Osmanlı’dan tam 100 yıl önce gelir.
İLK MÜSLÜMAN TÜRKLER
Bir diğer özelliği de ecdadımızı ana dilimiz olan Türkçe olarak ihya etmesi değil midir? Bir de Türkler, Hoca Ahmed Yesevî’den önce Müslüman olmamış mıydı?
Çok doğru… Tarihte ilk defa, ecdadımıza Türkçe olarak ana dilimiz ile İslamiyet’i anlatmasıdır. Hoca Ahmed Yesevî Hazretlerinden önce İslâm dini ya Farsça ya da Arapça olarak anlatılıyordu. Peygamber Efendimizin 610 yılında İslâmiyet’i getirmesi ile birlikte Türkler İslâm’a girmeye başlamışlardı. Hz. Sümeyye validemiz ilk İslâm şehidesi ve Türkistan’dan gelen bir Türk bacımızdır. Hz. Ömer Efendimizin ordusunda Türkistan’dan gelen okçular vardı. 751 yılındaki Talas Savaşında (bugün Kazakistan ve Kırgızistan arasında bulunan ova) büyük bir savaş cereyan etmişti. Araplar ile Çinliler karşılaşmışlardı. Arapların katbekat fazla olan Çin ordusunu yenme ihtimali yoktu. O bölgede yaşayan Karluk Türkleri, Çin ordusunu arkadan kuşatarak Araplara yardım etmişlerdi. Arapların da Kök Tengri denilen Gök Tanrısı vardı. Savaştan sonra Karluk Türklerinin Müslüman olmasıyla Türkistan’da İslâmiyet biraz daha yayılmıştı. Hoca Ahmed Yesevî’ye kadar İslâmiyet çok hızlı yayılamamıştı. 10. yüzyılda Karahanlılar Devleti Müslüman oldu diye bize öğretilmişti. Fakat tarihteki ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılar’dan 15 yıl önce İdil Bulgar Devleti’dir. Bugünkü Kazan Tatarları ve Bulgarların da ataları… Onunla birlikte Türkistan bozkırlarındaki insanlar İslâm’a girdiler.
Hoca Ahmed Yesevî “63 yaşına gelince Peygamber Efendimiz bu toprağa ayak basmadı” dedi ve o yaşa gelince talebelerine talimat verdi. Hemen medresesinin bir köşesine bir çilehane yaptılar. Geri kalan yaklaşık 10 yıllık ömrünü bu çilehanede tamamladı.
Ahmed Yesevî Hazretleri’nin Dîvân-ı Hikmet’ten başka eserleri var mıydı?
Hoca Ahmed Yesevî, emrihak vâki olduğunda geriye 4 eser bıraktı. Birisi Çağatay Türkçesi ile yazılmış olan “Dîvân-ı Hikmet”. Bir diğer eseri “Fakr-nâme” adlı eseri. Dîvân-ı Hikmet, manzum şiir tarzında; Fakr-nâme ise mensur tarzındadır. Bir diğer eseri Farsça yazdığı “Risâle der Âdâb-ı Tarîkât.” Son eseri ise “Risâle der Makâmât-ı Erbaîn”dir.
ORTA ASYA DEĞİL TÜRKİSTAN
Biz ona neden “Pîr-i Türkistan” diyoruz?
Haritada Çin Seddinden Hazar’a kadar olan bölgenin adı Türkistan. Ama maalesef birileri bize bu Türkistan’ı unutturmuş. Bize burayı ısrarla Orta Asya diye söyletmek istiyorlar ve dilimiz de Orta Asya’ya alışmış. Bu tamamen siyasi bir kavram. Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri de İslâm medeniyetinin neşvünemâ bulduğu, ilk tohumlarını attığı Semerkand, Buhara, Merv gibi çok önemli kültür merkezlerinin olduğu coğrafyanın piridir. Bu coğrafyanın büyük bir kısmı olan Doğu Türkistan da tüm bu mayalanan coğrafyada İslâmiyet’i dalga dalga yaygınlaştıran ana dilimiz Türkçe ile birlikte ifade ederek yüce dinimiz İslâm’ın esaslarını bize öğreten bir pir var. Pir demek Farsça ‘usta’ demek. O da Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî.
YESEVİLİK BİR TARİKATTIR
Nakşibendilik ve Bektaşilik dışında doğrudan Ahmed Yesevî’den hareketle oluşmuş başka tasavvufi yollar var mıdır?
Tarikatler daha oluşmamış o dönemde. Altın silsile var. Tasavvufta silsile Hz. Ebubekir Efendimiz üzerinden Bekrî diye gelir. Ya da Alevî diye Hz. Ali üzerinden gelir. Bu silsile Hazreti Ebubekir, Selmân-ı Farisî, Kasım bin Muhammed, İmam-ı Caferi Sadık, Bayezid-i Bestami, Ebu’l Hasan Harakânî, Ebû Ali el-Fâremedî Efendilerimizden Ahmed Yesevî Hazretlerine ulaşır. Hemedânî Hazretleri’nden sonra da gelen 9 kişi bu altın silsileyle de Gucdüvânî Hazretleri ile Hemedânî arasında olan Hoca Ahmed Yesevî vardır. Ahmed Yesevî Hazretleri Yesi’ye gelip orada onun oluşturduğu ekole zaman içerisinde Yesevilik deniyor. 16. yüzyılda bir Yesevî dervişi olan Hazînî tarafından kaleme alınmış “Cevahirü’l-Ebrar min Emvâc-ı Bihâr” adlı bir eser var. Kitap tamamen Yesevîlik ile ilgili. Yesevilik diye bir tarikat yoktur demek yanlış olur. Abdulhâlik Gucdüvânî Hazretleri’nden sonra da Şâh-ı Nakşibend Hazretleri geliyor. Manevi olarak gıdalandığı kişi Abdulhâlik Gucdüvânî Hazretleri’dir ama aralarında 3 kişi daha vardır. Dolayısıyla bugün İslâm coğrafyasındaki en büyük tarikat olan Nakşibendilik tarikatının piri manevi gıdasını aldığı Abdulhâlik Gucdüvânî Hazretleri emaneti Hoca Ahmed Yesevi Hazretleri’nden almıştı. Böyle bir bağ var Nakşibendi Tarikatı ile. Bektaşilik ile ilgili de Vilayetnâme’de geçiyor; Hacı Bektaş Veli Hazretleri’nin eserinde. Onu görevlendirip Sulucakarahöyük’e göndermesi ve Diyâr-ı Rûm’u ona yurtluk olarak verdiğini söylemesi meselesi var. Bektaşilik de Hoca Ahmed Yesevi Hazretlerinin yoluyla geliyor. Aslında Bektaşilik tamamen Sünni çizgide olan bir tarikat. Yesevilik de zaman içerisinde Bektaşilik, Vefailik, Nakşibendilik, Kalenderilik gibi tarikatlar içerisinde kayboluyor. Bazı ülkelerde izin verilmiyor ama Özbekistan’ın içerisinde hâlâ Yesevilik’i devam ettiren kişilerin olduğunu biliyoruz.
YESEVİ’Yİ DÜNYAYA ANLATTIK
2016’da UNESCO Ahmed Yesevi Yılı ilan etmişti. Yapılan faaliyetler yeterli oldu mu?
O zaman ben Ahmet Yesevi Üniversitesinin mütevelli heyet başkanıydım. Bizzat kendim yönettim o süreci. Türkiye’de ve dünyada Yesevî’yi tanıtmak için yaklaşık 500 civarında faaliyet yürüttüm. İlk yaptığımız faaliyetlerden biri de Ankara’da TİKA’da “Dîvân-ı Hikmet Sohbetleri” oldu. Bu sohbetleri kitap olarak “Dîvân-ı Hikmet Sohbetleri” diye üniversite yayınları arasında bastık. Ahmet Yesevi Üniversitesi internet sayfasında yer alıyor.
Kazakistan devlet televizyonuna çıkıp ilk defa Hoca Ahmed Yesevî Hazretlerini ben anlattım. Benim YouTube kanalımda Dîvân-ı Hikmet sohbetleri var. TRT Avaz’daki programlarım arşivde duruyor. Kazakistan’ın kurucu cumhurbaşkanı Sayın Nazarbayev Türkistan şehrini ülkesinin manevi başkenti yaptı. Güney Kazakistan eyaletine de Türkistan eyaleti adını verdi. Başkenti de Türkistan oldu. İstanbul’dan da Türkistan’a direkt uçak seferleri başladı. Azerbaycan’a, Kırgızistan’a, Paris’e, Berlin’e, Köln’e, Viyana’ya, Roma’ya gidip bu konuda konuştuk.