Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’i ilk görüşünü anlatıyor: “Rahat biraz fazla jestli ve zengindi. Bize bakarak, bize hitap ederek sanki kendisini arıyordu. Pek az sonra herhangi bir dersi dinlemediğimizi, daha doğrusu bir düşüncenin solosunu seyrettiğimizi anladık… Belli ki konuşurken buluyordu ve bulduğu şey bizimle beraber onu da tesiri altında bırakıyor, coşturuyor, kızıştırıyordu. Zil çaldı, sınıf boşalacağı yerde biraz daha doldu. iki taraflı manyetizma biraz daha arttı. Filhakika o bizi zekâsıyla, düşüncesinin yeniliğiyle büyülüyordu.” Hocalık bir büyü üretiminden başka nedir ki!
“Ne kadar da çok yağmalamışım kelimelerinizi, cümlelerinizi. Ama siz gerçek hükümdarsınız ve Cemil Meriç haklı, gerçek hükümdarlar yağmalandıkça büyürler.’ O yüzden yağmalanmaya bunca kolay müsaade etmektesiniz. ‘Kitaplarım gibi bildiklerim de herkese açık, diyordunuz. Doğru, neye ilgi duysam, neye heves etsem önümde geniş bir kapı açardınız.” Nazan Bekiroğlu Hocaların hocası Orhan Okay için böyle söylüyordu. Dar kapıdan geçiniz diyen hükümdardır öğretmen…
Haydar Ergülen Hayat Bilgisi başlıklı o güzelim yazısında şöyle der: “Bir okur olarak, sevdiğim kimi şairlerin bana çeşitli dersler verdiğini düşünürüm. Sözgelimi Ece Ayhan bir tarih dersidir, ters hocasıdır okulun. Ülkü Tamer coğrafya dersidir, onun şiirlerini okurken sınıftan çıkarız hepimiz, Nuh’un gemisine bineriz. Edip Cansever, şimdi okullarda var mı bilmiyorum ama, bir güzelyazı dersidir, bir düzen içinde akıp giden dizeleri, çaktırmadan kaosla tanıştırır bizi. Hilmi Yavuz, bir tasavvuf dersidir, içimize doğru bir yolculuğa çıkarır bizi ve her çocuğun aklına o kadim endişeyi düşürür: Ben ölürsem, Allah yapayalnız mı kalacak? Turgut Uyar üçlü bir derstir: Felsefe-Sosyoloji-Psikoloji. Tenhanın ve kalabalığın sıkıntısını, yalnızlığını, umarsızlığını bu kadar hakiki, bu kadar derin söyleyen başka bir hoca bulamazsınız. Cemal Süreya’ya hangi ders yakışırdı dersiniz? Elbette boş ders. Öğretmen gelmeyince hangi öğrenci sevinmez. Cemal Süreya işte, çocuklar sevinsin diye derse gelmez.”
Öğretmenlik, işte biraz da şairlik gibidir.
“Hocalık bana göre elbet, dünyanın en coşkulu mesleğidir. Yıllardan beri anlattıklarımı, sanki yepyeni bir şeyler anlatıyormuş gibi tekrarlayabilmek, işte o Dionizyak coşkuyu duyumsamaya bağlıdır. Anlatılan her şey, hocayı baştan çıkaran, onu bir esrimeyle kendinden geçiren bir haz nesnesine dönüşmedikçe bir anlam taşımaz.” Hilmi Yavuz’a bütün sahih öğretmenler göre öğretmenlik dünyanın en coşkulu mesleğidir.
Bir de edebiyatı sadece meslek olarak görenler var:
“Hiç okumazlar efendim diye başladı. Ellerinde bir kitap göremezsiniz. Nasıl edebiyat öğretmeni olmuş bunlar okumadan! Ne şiirden anlarlar ne şairden. Postadan bir dergi, bir kitap beklemezler, boyuna aybaşını beklerler. Memurdur bunlar efendim, edebiyat memuru!” Rıfat Ilgaz acı bir gerçeği dile getiriyordu. ‘San’at memuru’ diyordu Ahmet Haşim de Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar’da.
Hoca, ne büyülü kelime!