“Dünyaya gelmemde maksat ne idi
Bir sadık dost bulup dem sürme idi”
Şatıroğullarından Veysel. Çiftçi Ahmet’in oğlu. Karaca derler babasına. Üç yüz onda gelmiş idi cihana, gelmiş ve dünyanın derdini sırtlanmış idi. 7 yaşında çiçek hastalığına kaptırdı gözlerini. Siyah perdeler indi küçük dünyasının üstüne. Perdeleri aralamak istedi Veysel. Bir aydınlık uzattılar ellerine, üç telli. Yoktu soyunda saz çalan biri. Mızrabıyla retinasını çizer gibi vurdu sazına ve dertleşip durdu yıllarca, aşkıyla yana yana. Teline kırlangıçlar kondu sazının.
Bir garip Veysel idi. Mustafa Abdal tekkesinde üç telli kırık sazıyla geçirdiği günleri karanlık dünyasına güneş oldu. Kul Abdal, Âşık Emrah, Tarsuslu Sıtkı, Akkaşların Hüseyin, Kemter Baba, İğdecikli Veli, Ali İzzet Özkan, Mihmanî, Devranî, Aziz Üstün, Hüseyin Gürsoy, Ali Özsoy Dede, Salman Baba ve elbette; Pir Sultan Abdal, Âşık Garib, Kul Mustafa, Kul Mehmed, Ruhsatî ve Âşık Kerem’e değin uzanan bereketli bir yoldu Veysel’inki.
Âşık Veysel oldu. Karanlıklar ışıdı. Sivas ellerinde sazı çalındı. Kâtip arzuhalini yazdı yâre böyle. Güzeller gözüne değdi. Ve çiçekler açtı çiçeğe verdiği gözlerinde Veysel’in. Renklerden en çok kırmızıyı bilirdi, gözleri kapanmadan az önce kanamıştı sol eli. Son gördüğü kanın rengiydi. Kan kırmızı değil, gül kırmızıydı hayatı.
Anlattığı bir zindanın hikayesi; “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeğe gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan”
Veysel’in dünyası idi, üç telli siyah perde. Bedri Rahmi ile Metin Erksan şahit oldu. Biri yazdı, biri yönetti. Adına ”Karanlık Dünya” dediler bu şahitliğin. Devletlû sansürledi. Veysel ne ettiyse bilemedi, zaten evvelinde Ankara’ya vardıysa da Gazi’yi göremedi. Göz görmeyince, gönül katlandı. Sustu, sustukça, sazı dinledi. Dert bir idi, bin oldu, sazına söylemedi. Türkülerle yazılmış/ türkülere yazılmış bir hayat. Âşık Veysel’in hikâyesi aslında bir memleketin hikâyesi, aşkın, gurbetin, Türkiye’nin o puslu fotoğrafının, zorlu yılların, umudun ve umutsuzların hikâyesi. Göz görmez ama gönülden gönüle söylenir türküler. Dost dost diye nicesine sarılır Veysel. Uzun ince bir yoldur bu. Ki âşık Hâkk’ı bilir, ebediyen aşk yolunda yürür. Anasının ak sütü gibi bunu da, hakkı bilir.
Veysel, son konserini sazına en yakışacak yerde, Hacıbektaş’ta verir. Dayanmaz elbet o bir çift ciğer bu dünyanın kederine. Akciğer kanseridir, evvelemirde öğrenir. Ve bir Nevruz sabahı en sadık yârine kavuşur Veysel. Fikret Kızılok gitarını parçalar Veysel’in mezarı başında. Öyle ya, o yoksa vurmak haram idi artık tüm tellere.
‘İki kapılı bir Han’da; aşk olur, şiir olur, türkü olur, söz olur, toprak olur.
Veysel öldü deyû salâ verirler, ölen beden imiş âşıklar ölmez!