“İnce yeri” hikâyesi vardır. Birçoğumuz bilir… Bilmeyense o hikâyeye zeyl olacak cümleler döker yüreğinden. Sonrasında tevafuk denen o kutlu kelime karşınıza çıkartır bir dostu, bir okuru ya da bir sızıyı vesile kılar…
“Kağnı ile yokuş çıkıyormuş adam. Pimlerden biri incelmiş. O ince bağlantı yokuşta kırılır diye korkuyormuş. Yokuş boyunca yalvarmış, aman ince yeri, yaman ince yeri, kırılma ince yeri diyormuş. Tam zirveye varmış ki çat diye bir ses, yapma ince yeri demiş, bir de bakmış ki kalın pim kırılmış ince pim duruyor, aferin ince yeri demiş!”
Evet, bir dal düşünün yarasından çürümeye başlamış! Ki çürüme devam ettikçe ağacın gövdesini saracak. Tüm hesapların üstünde olan tek hesap sahibi, ân gelir- ağacın tüm dalları onun gövdesinde kambur olurken- o çürük dalı şifası yapar!
Gövdeyi saran o yok oluş aslında bir var oluşun eşiğinde bekletir ânı, manayı, insanı. Bekleyişin sabırla örülmüş şekli, yaranın lâ makamındaki göveriştir de.
İşte bu yüzden hep deriz, garanti gördüğünüz her şey; sınavın en muhkem sancısıdır!.. Bakış açımızı ne kadar geniş tutarsak hayatı o kadar güzel/verimli okuruz. Ne kadar daraltırsak da bencilliğin kuyusundan sadece kendimize su taşırız. Kendimize taşıdığımız su, nereye ne kadar fayda sağlar!? Kovanın içine tonlarca su doldurup ruhumuzun bahçesine o suyu taşısak da bilmeyiz ki su da çürür. Toprak olmadan, çiçekler olmadan, tohum olmadan, fikir olmadan, inanç olmadan su ne anlamını ne de varoluş sebebini bulur. Arayışın/sorgulamanın müstakbel avlusunda göveren insan, menziline yakın olan insandır.
Bir katili, bir masumu, bir mahcubu, bir hırsızı, bir öksüzü, bir mahkûmu, bir dervişi yargılarken düştüğümüz yanlış, önüne arkasına bakmadan gördüğümüz o tek kare ile adım atmak değil mi? Örnekler zenginliğine rağmen biliyoruz ki bu yazı bittiğinde de bildiğinden şaşmayanların “ama…”larında ipi çekilecek birçok cümlenin.
Yaralarımız iyileşmeye bizi götürecek olan şifalarımız demiştik. Sadece bizi mi? İyileşirken evrenin hudutsuzluğuna değecek sağlıklı her soluk, insanlığa atılan bir doğru çentiktir de. “Benim soluğumdan ne olur ki?” diyenlerin toplamı, elimizden kayan gelecekti aslında.
Israrla toplumsal yaralara dokunma sancısı, ısrarla kısık seslerin kıyısına yaslanma çabası, belki de bu yüzdendi. İnce yerlerin, kırık dalların, ve duvar dibine sinen mahcup bekleyişlerin ceplerindeki yol haritasında saklıydı bir türlü ulaşamadığımız o yer…
O yerdekiler, sesimiz geliyor mu?!.
Son Yazılar
Usta edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar, vefatının 61. yılında Dr. Kadir Topbaş Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir sergiyle
Ressam Civan Aydın: “Sanat eserinin biçim ve içerik olarak ilerleyen çağlarda kendisini yoruma açabilmesi benim için
Litros Sanat’ın sanat ajandası sizlere iyi tiyatro, iyi müzik ve iyi serginin haberini vermek üzere yine
Mevlânâ Celâleddin-i Rumi 13. yüzyılda Anadolu’da yaşamış ve Türk tasavvuf tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak
Dijital ekranda; Netflix yapımı Oscar adaylı Noah Baumbach imzalı “Beyaz Gürültü”, sosyal medyada izlemeyenin dövüldüğü Mubi’de