Her yönetmen sinemayı kendine özgü bir şekilde anlamlandırır. Kimi yönetmen için sinemanın ön koşulu, izleyiciye güçlü duygular aktarabilmektir; kimisi ise hikâyeye odaklanmayı tercih eder. Bazı yönetmenler, karakterlerinin bireysel dünyalarını keşfetmek için yola çıkarken, diğerleri toplumsal meseleleri ve trajedileri beyaz perdeye taşımayı görev bilir. Bu yönetmenler için sinema her şeyin ötesinde bir direniştir, umuttur; gerektiğinde politiktir ve bir propaganda aracıdır. Tıpkı Yahudi halkının maruz kaldığı insanlık suçunu gözler önüne sermek için çekilen filmler gibi. Holokost filmlerinin empati uyandırdığı bir dünyada, Filistin halkının maruz kaldığı zulme gözümüzü kapatmayalım diye çekilen filmler gibi.
Tam da bu noktada, 1948’den beri işgal altında yaşamaya çalışan, en temel insani hakları bile ellerinden alınan bir halkın maruz kaldığı insanlık dramını ve direniş ruhunu anlatma çabasıyla dikkat çeker Filistin sineması. Kendi topraklarında maruz kaldıkları zulmü ve yaşanan acıları dünya kamuoyuna duyurmak, Filistinli sinemacılar için bir nevi sanatsal direniş biçimidir. Bu bağlamda, Mai Masri’nin “3000 Gece” filmi, sadece bir bireyin yaşadığı zorlukları değil, aynı zamanda Filistin halkının özgürlük mücadelesini de gözler önüne serer. Masri, bu filminde İsrail hapishanesinde doğum yapan genç bir annenin hikayesi üzerinden, Filistin’in acısını ve direnişin gücünü çarpıcı bir şekilde ele alır ve “Kanımızla, ruhumuzla Filistin’i kurtaracağız!” der.
İstanbul’da Filistin rüzgârı
Geçtiğimiz aralık ayında 4.Esenler Film Festivali’nin onur konuklarından olan uluslararası alanda tanınmış yönetmen Mai Masri, 7-14 Temmuz tarihlerinden düzenlenen TRT 12 Punto’nun “Filistin Sineması Özel Gösterimleri” ile tekrar İstanbul’u ziyaret etti. Gösterimde yer alan Filistinli yönetmenler tarafından çekilen “Akdeniz Ateşi” (Maha Haj), “Düğün Davetiyesi” (Anemarie Jacir) ve “Bir Fedai Filmi” (Kamal Alijafari) filmleri arasında Masri’nin “3000 Gece” filmi de yer aldı. Filistin halkının haklı mücadelesini ve çektikleri acıları kendine has üsluplarıyla ele alan filmler, aylardır acısını yüreğimizde taşıdığımız Filistin halkının karşı karşıya kaldığı insanlık dışı muameleyi anlamak yolunda bizi bir adım ileriye taşıdı.
Lübnan’da doğup orada sinema eğitimi alan Masri, kariyerine belgesel yapımcısı olarak başladı ve filmlerinde sıklıkla savaşın, işgalin ve sürgünün etkilerini ele aldı. Filistin halkının yaşadığı acıları ve direnişini sinemanın gücüyle dünyaya anlatmayı hedefleyen Masri, uluslararası alanda tanınmış ve saygın bir yönetmen. “3000 Gece” filmi, onun bu misyonunu en güçlü şekilde yansıtan yapımlardan biri.
Parmaklıklar ardında yaşamak ve yaşatmak
İsrail’de gerçekleştirilen bir “terör” eylemi sonucunda yaralı bir genci arabasına aldığı için yargılanan bir kadının işkence görüntüleriyle açılıyor film. Layal bu talihsiz hadiseyi yaşamadan evvel henüz yeni evlenmiş, kendi halinde bir hayat süren ilkokul öğretmeni. Fakat bu olay sonrası kendini bir anda yaşam standartlarının yerle bir olduğu bir hapishanede buluyor. Neye uğradığını şaşırmış bir halde olanları idrak etmeye çalışırken İsrailli mahkumlarla aynı koğuşa atılıyor ve Arap olduğu için hakaretlere uğrayıp örseleniyor. Böylelikle filmin gerçekliğe çok yakın olan karanlık dünyasına girmiş oluyoruz.
Hiçbir suçu olmadığını etrafındakilere anlatmaya çabalarken eski hayatına dönme umutları da birer birer sönüp gidiyor Layal’nın. Filistinli mahkumlarla aynı koğuşa geçirilirken yavaş yavaş çevresine olan yabancılığı azalıyor ve diğer mahkumlarla bağ kurmaya başlıyor. Derken hamile olduğunu öğreniyor ve bir kadın olarak başlayan mücadelesi artık bir anne olarak devam ediyor. Ürkek ve yalnız bir kadın olarak girdiği hapishanede, zorluklara göğüs gerebilen bir direnişçiye dönüşüyor. Filistinli mahkumlarla birlikte yaşam haklarını geri kazanabilmek adına grev yapıyor ve ne olursa olsun, oğlunu elinden dahi alsalar davasından dönmüyor.
Filmden öte hakikatler
Filmin anlatımı, Masri’nin yönetmenlik becerisi ve anlatım tarzının yanı sıra gerçek bir hikâyeden de beslendiği için izleyiciye olabildiğince gerçek bir deneyim sunuyor. Karakteri savunan avukatın İsrailli olması, yeri geldiğinde İsrailli mahkumlardan birinden destek görmesi filmi siyah beyaz bir dünyadan çekip çok daha gerçek bir zemine oturtuyor. Oyuncuların hepsinin Filistinli olması ve çoğunun kendilerinin ya da yakınlarının cezaevi geçmişi bulunması filmin gerçekçiliğini bir üst seviyeye taşırken filmin acıyla yoğrulmuş hikayesini benimsememizi çok daha mümkün kılıyor. Çünkü biliyoruz ki bize hiç de uzak olmayan bir coğrafyada insanlar gerçekten de suçsuz olmalarına rağmen hapis altında tutuluyor ve insani olmayan şartlarda yaşamaya mecbur bırakılıyor. Ve hatta bu şartlar altında yaşamalarına dahi müsaade edilmeden katlediliyor.
Yönetmen, “3000 Gece” filminde benimsediği nahif dil ile gerçekliği en hafifletilmiş haliyle seyirciye sunuyor. Mai Masri’nin filmin gösterimi sonrası gerçekleştirdiği söyleşide sarf ettiği sözlerden anlayabiliyoruz bunu: “Ben bir film yapımcısı olarak, aslında yaratıcılığımı daha fazla kullanabileceğim yapay filmlere yönelmek isterim. Ama Filistin’de gerçekler o kadar güçlü ki oradaki hikayeleri izleyiciye sunmamız gerekiyor.” diyor Mai. Ardından ekliyor: “Biz çok acılar çektik ve çekmeye devam edeceğiz ama inanıyorum ki sonunda özgürlüğümüze kavuşacağız. Filistin özgür olacak.”