Kayıp kitaplar üzerine

5 dakikada okunur

İlkokulda okumaya en geç geçen öğrencilerden biri de bendim. Uzun bir süre de oldukça yavaş okudum. Önüme bir kitap konulduğu anlarda yaşadıklarım da aklımda: Harfler birbirinin içine giriyor, farklı şekiller oluşuyor, o sırada bir hayal kurmaya başlıyor, dışardan bir kuşun sesi kulağımı cırmalıyor, okuduğum heceyi unutuyorum ve başa dönüyorum. Yılın sonunda sınıfın geri kalanının içinde bir hayli geriye düştüm. Çözümü nasıl buldum bilmiyorum ama kendi kendime, biraz da gizliden gizliye kitap okumaya başladım. Tek hedefim ikinci sınıfa geçince çok daha seri okuyabilmekti. Bu masumane hırs okumamı seri hale, okumayı da alışkanlık haline getirdi. Sıranın altında, beden dersinde, sıkıcı pazar günlerinde kitap bana hep yeni bir dünyanın kapısını açtı. Kimseye ihtiyacım olmayan bir dünya… 

 

İlk gençliğim kitaplarını saplantılı biçimde bağlı insanları tanıyarak geçti. Onları okuyarak da tanıdım, yüz yüze de tanıştım. Yıllar geçtikçe ben de onlara benzedim. Artık bir kitabımı yerinden oynatan sebep ve dağınıklığın içindeki düzeni bozan gizli eller en büyük düşmanım. Ama artık başka bir sorunum/ arzum daha var: İstediğim her kitaba ulaşamamak, kayıp kitapların peşine düşmek. Aramak, bulmak, sonra yine okumak.

 

Yazacağım bir yazıyla alakalı hiç bilmediğim bir dilde bir kitaba mı rastladım? Atalım sepete. Sahafta ilk forması kopuk bir roman mı buldum? Derhal kitabın adını, yazarını araştırmaya başlamalıyım. Yolda aniden karşıma çıkan kitaplar mı? Evet, onları kendime doğru çektiğime inanıyorum.

 

Peki ya tamamen kaybolanlar, orta olmayanlar, anısı bile kalmayanlar? Bu zamana kadar onlara rastlamadım. Ama son günlerde onlardan bahseden güzel bir kitap bizi karşıladı. Giorgio Van Straten’in Kayıp Kitapların İzinde’si birkaç haftadır elimde. Aslında sadece 82 sayfa. Ancak iç dinamiği gereği birçok paralel okumaya açık. Galiba bu nedenle bir türlü bitmiyor, yeniden başlıyor. İtalyan yazar, bugüne kadar şahit olduğu, duyduğu, okuduğu tüm kayıp kitapların hikâyelerini okura anlatmaya çalışmış. Sayıları çok. Tabii Kayıp Kitapların İzinde bu konudaki ilk çalışma değil. Ancak onu özel kılan yazarın birden çok kaynağı kullanarak özgün hikâyelere ulaşması, buna kendi gözlemlerini de eklemesi olmuş.

 

Bu yöndeki benzer çalışmalardan olan Kayıp Kitaplar Kitabı’nda Stuart Kelly, James Joyce’un Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi isimli kitabının taslaklarını sinirinin bozulduğu bir an yakmaya çalıştığını, Mikhail Bakhtin’in de önce İncil’in sayfalarını sonra da kendi kitap taslağını sigara kâğıdı olarak kullandığını anlatır. Bu yönde okumalar yaptıkça kayıp kitaplar tarihinin yazın hayatının kendisi kadar eski olduğunu anlarız. Çünkü anlatılar bitmez: Lord Byron’ın Hatıralar’ının nasıl ortadan kaybolduğu, Hemingway’in çalınan bavuluyla beraber ortadan kaybolan roman taslakları… William Shakespeare, Ezra Pound, Sylvia Plath hatta Dante… 

 

Son olarak ekleyeyim, Derrida şöyle diyor: “Sürekli ve kaçınılmaz bir biçimde, metinler sonsuza kadar kaybolma riskiyle karşı karşıyadır. Bu tür yok oluşların kim farkında olacak?” Biz okurlar mı?

Önceki Yazı

Şah Hatâyî’nin Gönül Evi’nde aşk

Sonraki Yazı

“Doğaçlama müzik” üzerine bir deneme 1

Son Yazılar