Bin dokuz yüz doksan üç yılında, TRT’de, sevgili dost, güzel gönüllü insan, yazar, sosyal bilimci Muharrem Sevil’le birlikte “Kırk Ambar” adında, aylık periyotta, TRT 2’de yayınlanan bir program yapmıştık. Programın danışman, sunucu, metin yazarı ve yönetmen kadrosu hayli zengindi. Levent Köker, Ahmet Çiğdem, Erkan Akın ve cân dost Gökhan Özcan’dan oluşan bu kadronun katkısıyla yapılan zengin içerikli, teknik bakımdan yetkin, dil açısından da özgün ve renkli olan programın, “Söz Uçar Yazı Kalır” başlıklı bölümünü hasbelkader bendeniz yapıyordum. Bölüm danışmanımız ve yorumcumuz üstad İsmet Özel’di.
O günlerde, Üstad’ın “Of Not Being A Jew” başlıklı şiiri Dergâh dergisinde yeni yayınlanmış ve edebî kamuda hayli gürültü koparmış, olumlu/olumsuz tepkilere/eleştirilere neden olmuştu. İsmet Özel şiirinin “Amentü” gibi işaret taşlarından birisi olan bu şiir yayınlanınca, her bölümde yaptığımız gibi, onun da bir video-klibini hazırlamış ve yayınlamıştık. Özel, şiir diliyle görsel dil arasındaki farkı en iyi bilenlerdendi. Bu iki ayrı dilin birinden diğerine bir tür tercüme yapıldığında ortaya netameli bir sonucun çıkacağının da çok farkındaydı. Buna rağmen her dem taze ve yenilikçi tutumuyla lütfedip izin verdi ve biz, deyim yerindeyse kafa göz yararak şiiri görüntüledik. Kendisi okudu ve pek güzel okudu. Bizim çekim eziyetimize de büyük bir olgunluk ve sabırla katlandı, lütfetti, kendisinden istediğimiz hemen her şeyi yaptı, saatlerce görüntü çektik. İstiklal Caddesi’nde, tramvayda, Haliç Köprüsü’nde, Ortaköy Camii’nin civarında, sahilde, saadethânesinde, kitaplığında, çalışma masasında kendisini görüntüledik. Şiirin iklimine aykırı gelmeyecek dip müzikleri belirledik ve günler süren kurgu çalışmasından sonra ortaya ilginç bir sonuç çıktı.
Nadiren beğenirdi
İsmet Bey, yüksek zevk ve beğenisiyle, son derece isabetli, gerçekçi ölçütleriyle bir şeyi nadiren beğenirdi. Sonucu, “fena olmamış” biçiminde niteledi. Bu, tabi bizim için en azından beğenmediği anlamına gelmiyordu, ehven de olsa sonuçtan memnundu, rahatsız olmamıştı. O sıralar Nokta dergisi mi Tempo mu emin değilim, haftalık bir haber dergisinde de şiirle ilgili kapsamlı bir soruşturma yapıldı. Üstad’ı Çıdam Yayınları’nın Üretmen Han’daki bürosunda sık sık ziyaret ediyorduk. Bir defasında dergiden, soruşturmayı yürüten muhabir aramıştı, konuşmaya hasbelkader kulak misafiri olmuştuk. Ece Ayhan, Ülkü Tamer, Enis Batur, Hilmi Yavuz ve daha birçok isme, Özel’in şiiriyle ilgili sorular sorulmuş, onlar da cevaplamıştı. Cevaplardan bazı alıntıları telefonda muhabir kendisine okuyunca Üstat bazı tepkiler veriyordu. Kimisine kahkahayla gülüyor, kimisine kinayeli bazı efektlerle tepki veriyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, Ece Ayhan, “Of Not Being A Jew” şiirini büyük bir coşku ve övgülü sözlerle karşılamıştı.
“Kırk Ambar”da, Üstad’ın işaretiyle, Sezai Karakoç, İlhan Berk, Cahit Külebi, Cahit Zarifoğlu, Ülkü Tamer, Ataol Behramoğlu gibi şairlere ilişkin bölümler yaptık. Kendisi, bölüm girişlerinde yer verilmek üzere birkaç dakika, o şaire ilişkin düşüncelerini ifade ediyor, farklı mekânlarda onları kaydediyor, yayınlıyorduk. Fazıl Hüsnü Bey’i de çekmemizi istedi, kendisini aradığımızda Dağlarca “televizyona çıkmak istemediğini” beyan etti. Israr ettik ama kabul etmedi. Sezai Karakoç üstadı, niyetimizi arz etmek üzere bürosunda ziyaret ettik iki kez. O da, radyo, televizyon, gazete veya dergilere söyleşi kastıyla katılmadığını, fotoğraf veya video çektirmediğini ifade ederek geri durdu. Biz, kendisinden bağımsız olarak bir çalışma yapmak istediğimizi söyleyerek iznini talep ettik. “Siz, bizden bağımsız yapabilirsiniz” dedi. İsmet Bey de, Sezai Bey’in şiir ve düşünme dünyasına ilişkin kısa ama son derece yetkin bir konuşma yaptı, onu yayınladık. Karakoç’a ilişkin yorumunda, İsmet Beyin şu cümlesi hâlâ kulaklarımdadır: “Sezai Karakoç’un şiirinde, diplerde bir bilge ve bir çocuk sürekli konuşur…” İlhan Berk Bey ile çalışmak üzere Bodrum’a, evine gittik. Yaklaşık beş gün, ayrıntılı bir çalışma yaptık, sonuç pek güzel oldu. İsmet Bey, Berk’e ilişkin yorumuna, yanlış hatırlamıyorsam şu cümleyle başladı: “İlhan Berk, modern Türk şiirinin ileri karakoludur.” Aradığımız ve çekim yapmak üzere gittiğimiz şairler, İsmet Özel Bey’in programın şiir bölümünün bir tür danışmanı ve yorumcusu olduğunu, kendisiyle çekim yapmamızı O’nun istediğini söyleyince, İsmet Bey ile ilgili iltifatkâr şeyler söylüyordu.
Ezber bozuyordu
Ataol Behramoğlu ile Pangaltı’daki evinde ve Beyoğlu’nun sokaklarında çekimler yaptık. Evindeki çekimlerde, duvarda asılı bir divan sazı görünce, “Çalıyor musunuz?” diye sormuştum. “Evet” demişti. “Çekimlerde yer alması için bir türkü icra etmek ister misiniz?” deyince de hemen kabul etmişti ve çalarak söylemişti. Bölümün içinde ilginç bir ayrıntı olmuştu o. Ülkü Tamer’in hem ofis hem ev olarak kullandığı yerinde çekimler yaptık. Mekânlar için istişare ettiğimizde, hemen her gün bir kahvehaneye takıldığını, kâğıt oynadığını, burada, “edebî kamudan” tümüyle uzak dostları olduğunu, orada da çekim yapabileceğimizi söyleyince yine ortaya güzel sonuçlar çıkmıştı. Çekimlerden sonra Üstad’ı arıyor veya ziyaret ediyor, kendisine kaydettiklerimize ve yaşadıklarımıza ilişkin bilgiler arz ediyorduk. İsmet Bey, son derece sabırlı, anlayışlı, mütevazı, deyim yerindeyse kalenderdi. Onu dinleyince insanın zihninde sana görelik bana görelik kalmıyordu. Ezberinizi bozuyordu, böyle de olabilir miymiş dedirtiyordu.
Bir defasında, konuşmasında, “Kötü şiir, bayat balık gibi kokar” cümlesini işitmiş çok etkilenmiştim. Yine bir başka konuşmasında, “İyi şiir, aa böyle de söylenir miymiş dedirtir” demişti. Bin dokuz yüz doksan üç yılını böyle dopdolu, güzel anılarla geçirdik. Kabul buyurduğu ve bizim çekim eziyetlerimize katlandığı için kendisine minnettarız. O görüntüler, bugün çeşitli video sitelerinde bulunuyor. Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu’na ilişkin TRT’de yapılan ilk çalışmalar da bunlardır. Arşivde yerini aldı. Buna vesile olmaktan, hasbelkader hizmet etmekten dolayı bahtiyarız. Bu arada, çok sevgili dostum İbrahim Kiras’a da şükran borçluyum. İsmet Bey’e ilişkin çekimlerimizde bize hep eşlik etme lütfunda bulundu; Üstat’la son derece ufuk açıcı, kışkırtıcı sohbetler etti, biz de müstefîd olduk. O sıralar Üstad’ın gerek şiirlerini gerekse bütün yazılarını, özellikle kült kitaplarını dönüp dönüp okuyorduk. Hâlâ da okuyoruz. Bendeniz bütün şiirlerini severek, etkilenerek okudum ama “Kuşun Ölümü”nün yeri hep başka oldu.
Kuşun Ölümü
Kuş damdan düşünce
sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün
bir yağmurdur açılan kuraklığa
bir yağmurdur kulübesi nisandan
ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız yüzleridir diri kuşların
kuş düşünce damdan
kuş düşünce damdan
kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş öldü herkes mi arıyor
gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun gözlerini satılan çarşılarda
kuş öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun karanlığını getiriyor geceye
yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye
kuş öldü
küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce.
öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini / suların saygısıyla üşüyen ellerini