Kitap İnsanın Aynasıdır

20 dakikada okunur

Miladi takvime göre yeni bir yıla daha ulaştık. Şimdi yıllık planlar, programlar yapma zamanı. Geçen yıl kaç kitap bitirdik? Bu yıl hangi kitapları okuyacağız? Çoğumuz “bibliyofil” yani kitap dostu, kitaplara düşkün hatta “bibliyoman” yani kitaba tutkuyla bağlıyız, tiryakiyiz kısacası. Bu hasletler kitapları yalnızca okumak için değil ayrıca koleksiyon yapmak için almamızla da alakalı. Kütüphanemizde henüz okumadığımız onlarca, yüzlerce, binlerce kitap vardır da biz kitap alma, kütüphanemizi zenginleştirme noktasında fren yapamayız. Kitabın kokusu, dokusu ve daha birçok güzelliği her birimiz için ayrı bir anlam ifade ediyor. Kimimiz yol gösterici; kimimiz görevleri hatırlatıcı, iyi arkadaş, kimimiz de uygarlığa yol gösteren ışık olarak tanımlarız kitapları. Her halükârda kim olursak olalım kitap insanın aynasıdır. Peki bu hafta hangi kitaplar bize ayna tutsun?

YENİ ÇIKANLAR

Yaşlı Kurtlar
Kingsley Amis

Kapkara bulutlarla sarmalanmış, yağmursuz geçen günlerin bir mucize olarak karşılandığı küçük bir Galler kasabasındaki tekdüze hayat, ünlü yazar Weaver’ın memleketine, bu kendi halinde kasabaya dönmesiyle değişmeye başlar. Az rastlanan parıltılı anların şöyle böyle aydınlattığı bir taşra atmosferinde, kasabalılar kendilerini gündelik hayatın tuhaf akışına bırakır. Yaşlılıklarını akla gelebilecek her konuda dırdır edip çene çalmaya, eski anılara dalıp sert kavgalara tutuşmaya ve hepsinden de öte, sabahtan akşama kadar bardan bara dolaşıp içki içmeye adayan bir grup Gallinin hikâyesi dolambaçlı yollardan geçerek birbiriyle kesişir. Amis’e 1986’nın Booker Ödülü’nü kazandıran Yaşlı Kurtlar evlilik, alkolizm ve yaşlılık gibi konuların çetrefilliğini gözler önüne seriyor.

Çingeneler Edebiyata Girince
Şerife Çağın

Çingene, tarih boyunca ya lanetlenen ya da arzulanan bir hayatın sembolüdür. İki anlamda da ilgi çekmesiyle sanatın önemli bir malzemesi haline gelmiştir. Şehirleşmenin ve yerleşik hayatın bir değer olarak yüceltildiği, tabiatın kaybının hissedilmediği dönemlerde yersizlik ve yurtsuzluk, hayatta kalma mücadelesi onların tekinsiz ve kötücül algılanmasına sebep olmuş ve Çingene, hiciv için önemli bir malzeme olarak görülmüştür. Çalışmalardan öyle anlaşılıyor ki edebiyat başta olmak üzere resim, müzik gibi diğer güzel sanatlarda ve reel hayatın içinde Çingenelere bakış zaman içinde olumlu yöne doğru evrilmiştir. Selahattin Enis’in ağır nitelemeler içeren “Çingeneler” hikâyesi ile Reşat Nuri’nin, insancıl ögeler içeren “Çingenenin Köpeği” hikâyesi bu iki uç kabulün başarılı örnekleri arasındadır. Bu olumlu bakış Sabahattin Ali, Halikarnas Balıkçısı, Osman Cemal Kaygılı ve Berna Durmaz gibi yazarların elinde en güzel ürünlerini vermiştir.

Eleştiri Üzerine Yedi Söyleşi
Fatma Barbarosoğlu

Fatma Barbarosoğlu Eleştiri Üzerine Yedi Söyleşi kitabında edebiyat, kültür ve eleştiri tarihimizde kendine özgü bir dil, tarz ve üslup geliştiren isimlerle eleştirinin temel çerçevesini çiziyor. Tarık Buğra, Memet Fuat, Fethi Naci, Tahsin Yücel, Gürsel Aytaç, Ayşe Şasa ve Mustafa Kutlu eleştirinin tüm yönlerini ortaya koyarken eleştirimizin yakın/uzak tarihini de yeniden düşünme imkânı sunuyor. Türk edebiyatındaki, dolayısıyla kültür dünyamızdaki süreklilik ve kopuşları kapsamlı bir şekilde kavrama fırsatı veren çalışma okura, edebiyat ortamından eleştiri geleneğine, iz bırakan dergilerden anlama ufuklarına değin geniş bir alanda rehberlik ediyor. Eleştiriyi anlamak, bilmek, keşfetmek odaklı söyleşiler 1990’ların edebî kamusunun bugüne kıyasla pek de kırılgan olmayan yapısına dair ipuçları verdiği gibi soruyu soranın bireysel tarihine dair işaretler de taşıyor. Sorular aşağı yukarı aynı frekansa sahip iken cevaplayanların meşreplerini ve mizaçlarını ortaya koyan “farklı frekanslar” okuyucunun dikkatinden kaçmayacak nitelikte.

ÖNERDİKLERİM

Türk Müzik Kimliği
Cinuçen Tanrıkorur

Müzik, insan duygularını doğrudan etkileme ve insanları ortak duygularda birleştirme gücüne sahip, sözlü veya sözsüz bir dildir. İletişim aracı insan sesi veya çalgı olabilen bu dil, her dil gibi, onu konuşan ve kullanan toplumların sosyokültürel ve psikolojik özelliklerini taşır. Bu özelliklerse çeşitli tarihi, coğrafi, iktisadi ve dini etkenlerin sonucu veya bileşkesi olarak, milli olmak zorundadır. Milli karakteri olmayan bir toplum veya kendine özgü nitelikleri olmayan bir millet nasıl yoksa, toplumunun milli karakterini taşımayan veya yansıtmayan bir dil de aynı şekilde yoktur. Mesela “Ehl-i dil: gönül adamı” deyiminin Batı dillerinde iki kelimelik karşılığını bulmak mümkün değildir. Müziğin millilik vasfı ise, uluslarüstü bir duygu veya mesaj iletilmek istendiği anda öncelikle söz konusu olan bir şarttır, “uluslarüstü olmak istiyorsan, önce kendi ulusundan söz et” diyen Balzac, bu gerçeği gören büyük sanatkarlardan biridir.

Kurt Kanunu
Kemal Tahir

“Kurtlukta düşeni yemek kanundur” korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu’nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen “İzmir Suikasti” olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi’nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı’nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu’nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri “hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek” ustalıkla betimliyor.

Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes
Erol Üyepazarcı

Türk Edebiyatı’nda “Polisiye Roman”ın yeri bugüne kadar hiç irdelenmemiş bir konudur. Halbuki dilimizde yayınlanan ilk çeviri romandan 18 yıl sonra ilk polisiye roman çevrilmiş; ilk telif romandan 11 yıl sonra da ilk telif polis romanı yazılmıştır. İlerleyen yıllarda da bu türün ilginç birçok örnekleri yazınımızda yerini almıştır. Bir polis romanı tutkunu olan yazar, ciddi edebiyat eleştirmenlerinin pek ilgilenmediği bir konuda, bir amatörün dikkatli merakı ve biraz da allameliği ile sorunu incelemeyi üstlenmiştir. Araştırmanın bu ilk cildinde; Latin harflerinin kabulüne kadar olan dönemdeki çeviri ve telif polisiye romanlar incelenecektir. Bir diğer deyişle araştırılan yapıtların hepsi Arap harfleriyle basılmış eserlerdir. Örneklerinin çok az olduğu ve bulunmaları gittikçe olanaksız hale gelen bu kitapların belirlenmesi, bulunması, okunup değerlendirilmesi yazarın uzun yıllarını almıştır. Bu inceleme hemen belirtelim ki -eleştirmenlerimiz af etsinler- gedikli bir edebiyat eleştirmeninin soğuk ve bilgiç uzmanlığından ayrı bir havada ve olumlu yaklaşımın ağır bastığı bir şekilde hazırlanmıştır. 1881’de ilk örneklerini gördüğümüz çeviri polisiye roman çalışmalarının önceleri Fransız polisiye romanlarının çevrilmesiyle başlayan serüveni, 6.000 polis romanı çevirttiği söylenen (!) polis romanı meraklısı II. Abdülhamit döneminde ilk meyvelerini vermiş; II. Meşrutiyet’ten sonra ise inanılmaz boyutlarda bir çeviri furyası hüküm sürmüştür. Bu ikinci dönemde Türk okuru polis romanının kurucusu babaları Doyle, Leblanc, Leroux ve diğerleriyle tanışmış ve bütün dünya gibi Sherlock Holmes, Arsene Lupin ve Rouletabille’e hayran olmuştur. Bu arada ABD çıkışlı Nick Carter, Nat Pinkerton ve benzerleri de polisiye pazarında yerlerini almışlardır.

BEŞİR AYVAZOĞLU’NDAN TAVSİYELER
Bu sayımızda fikir dünyamızda şiirin, gazeteciliğin, biyografi yazarlığının, denemeciliğin, estet duruşun ve sanat meselelerine ilmi bakışın nefsinde içtima ettiği verimli bir fikir adamı olan saygıdeğer hocam Beşir Ayvazoğlu’na “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:

 

Tasavvuf, Velayet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri
Ahmet Yaşar Ocak

Bir zamanlar “Doğudan gelen ışık” uzun zamandır parlaklığını yitirmiş görünüyor. O ışığın yeniden parlaması şüphe yok ki dünyayı da tekrar aydınlatacaktır. “Uzun zamanlardan bugüne İslam dünyasının yaşadığı, yenmeye çalıştığı sefalet ve perişanlığın sorumluluğunu sadece Batının sömürgeciliğiyle izah etmek artık yeterince ikna edici görünmüyor. Asıl sebep ona bu sömürü ortamını hazırlayan İslam dünyasının kendi iç zihniyet, toplumsal ve ekonomik problemleridir. Tasavvuf böyle bir ortamda yarattığı sanal, ütopik atmosferle Müslümanları emperyalizmin sömürüsüne boyun eğip iç dünyalarına kapanacak bir zebunluğun yolunu açmıştır. Çekilen bu sefaletin izalesi konusunda tasavvufun önerisi yine içe dönmek olmuştur. Yüzyıllardan bu yana onca evliyanın, onca keşif ve kerametlerinin, ilhamlarının, rüyalarının bu sefaleti bertaraf etmeye yaramadığı açıkça ortadadır. İslam dünyasını içinde bocaladığı meskenetten ve geri kalmışlıktan kurtulma yolunun akıl ve gerçek bilimden geçtiğini, ancak böylece yeni bir dinamizm kazanabileceğini göstermek ve Müslümanları buna ikna etmek gerekmektedir.”

Mehmet Akif: Tutuşmuş Bir Yürek, Adanmış Bir Hayat
Alim Kahraman

Mehmet Âkif denilince bir îmân ve ideal adamı canlanıyor gözümüzün önünde. Büyük kırılmaların, yıkılış ve yeniden kuruluşların yaşandığı bir sürecin adamı o. Milletine bir “İstiklâl Marşı” hediye etti. Bir ‘yeniden varoluş insanı’ olarak hayatını adadı inandığı değerlere. Toplumsal ve bireysel çileyi iç içe yaşadı. Bu kitap, yeni bir bakış açısıyla, onun hayatını bu bütünlük içinde sunma dikkatiyle yazıldı. İdeal adamlığı kadar gündelik hayatı içindeki insan Âkif’i de bulacaksınız satırları arasında. Çocuk ve genç Âkif’i Fatih Camii’nin hasırları üzerinde koşarken, Yenibahçe’de güreşirken, karlı kışlı bir havada Halkalı’dan Fatih’e yürürken, horde bir beygirin üzerinde Edirne köylerini dolaşırken, Han odalarında neyle Üsküdarlı Neyzen Salim Bey’in hicaz peşrevini üflemeye çalışırken gördüğünüz gibi yetişkin Âkif’in, cami kürsülerinde okuduğu şiirleriyle, içe işleyen hitabetiyle bir topluluğun üzerinden ölü toprağını silkelemesine de şahit olacaksınız. Bir kere daha sevecek ve bağlanacaksınız.

Kehribar Geçidi
Nazan Bekiroğlu

Kusurlu bir sikke elden ele, keseden keseye geçerek bütün Roma’yı nasıl dolaşır? Hikâyeyi hikâyeye, yolu yolcuya, rüyayı rüyete, yedi kişiyi erdemli bir köpeğe nasıl bağlar? Gölgelerin mağarasına dönen haberci her defasında niye taşlanır? Kehribar Geçidi, MS 300’lü yıllarda İmparator Diocletianus Roma’sında bu sorulara cevap arıyor. Okuyucularını Forum’un, Colosseum’un, Senato’nun, Tiber ırmağının, Şifa Tapınağı’nın, sonradan kaybedilmiş veya hiç edinilmemiş özgürlüklerin, hitabetin, yazmaların, lâhitlerin, şifalı otların, kurtların kuşların, dağların, en dehşetli dövüşlerin, toga picta’nın ve dikenli deniz salyangozlarının arasında uzun bir yolculuğa davet ediyor. Berrak fakat derin dili, karakterlerinin canlılığı, olaylarının sürükleyiciliği, dönemsel detaylarının zenginliği, can yakıcı meselelerinin her daim geçerliliği ile tarihin özel bir noktasından çekip çıkarılmış olsa da evrensel insanlık hallerine dair söyleyecek sözü olan destansı bir başyapıt. Sekiz yıllık bir emeğin sonucu. “Sanki ölmüşüz de bu dünyadaki günlerimizi anarak konuşuyoruz seninle. Sanki bu dünyadaki yaşamımız bitmiş de biri, bütün dertlerimize dönüp şöyle bir bakalım diye omuzumuzu okşar gibi. Bitti artık, geçti, der gibi.”

 

Önceki Yazı

2022’ye Girerken Dijital Platformlar

Sonraki Yazı

Elit Olmak Edepli Olmaktır

Son Yazılar