Kitap okumanın lezzeti

26 dakikada okunur

Geçtiğimiz günlerde mütefekkir, mutasavvıf, müellif ve Türk Müziği’nin önemli temsilcilerinden Ömer Tuğrul İnançer’i Hakk’a uğurladık. Bir kitap fuarında kitaplar hakkında şöyle kelam etmişti: “Kitap okumanın lezzetinden haberdar olmayanlar herhangi bir şeyi okumakla yetiniyorlar. Bence büyük eksikliktir. Kitap okumanın keyfi başkadır, ninemin yemeği gibi… Ayrı lezzetlidir. Kitap okumakla yetinmesinler, bir konuyu okumayı öğrensinler. Bilgi olarak kalmamalı, olguya dönmeli.” Mekânı cennet-i âlâ olsun. Yukarıda belirttiğim gibi kendisi aynı zamanda müellifti. “Bir Muhammedî Âşık: Mevlânâ”, “Sohbetler”, “Vakte Karşı Sözler”, “Mübarek Vakitler”, “Gönül Sohbetleri”, “Şarkılar Seni Söyler”, “Muhabbet Peygamberi Hz. Muhammed”, “Gönül Gözü”, “Dinle Neyden”, “Kalb-i Selim” ve “Dinle ki Dinlenesin” kitaplarını okuyuculara armağan etti. Bizlere de okumak düşer.

 

YENİ ÇIKANLAR

Bilgelik Günlüğü
Lev Nikolayeviç Tolstoy / Alfa
Tolstoy en olgun çağında insanlara rehberlik edecek ve fikirlerini derli toplu verecek bir eser yarattı: Bilgelik Günlüğü. Bu kitap Tolstoy’un ve onun kendine yakın bulduğu düşünürlerin görüşlerinden oluşan bir takvim. İyilik, mutluluk, yardımlaşmadan vejetaryenliğe, alçakgönüllülüğe ve duaya dek birçok konuda düşünceler içeren bu kitap Rus Devrimi öncesinde Tolstoycular tarafından çokça okunsa da Sovyet döneminde yayımlanmadı.

 

Dünyayı Değiştiren Kararlar
Ian Kershaw / Kronik
İkinci Dünya Savaşı’nda çarpışan altı büyük devletin liderleri, 1940 Mayıs’ı ile 1941 Aralık’ı arasında birbiriyle bağlantılı bir dizi karar aldı. Savaşın neticesini tayin eden bu kararlar, geleceğe ve yaşadığımız dünyaya büyük ölçüde şeklini verdi. Peki bu kararlar nasıl alınmıştı? Bu kararları alırken liderlerin önlerinde ne gibi seçenekler vardı? Ellerinde doğru veya yanlış hangi istihbarat mevcuttu? Liderlerin karakterleri ve lider haricindeki faktörler alınan kararları nasıl etkiledi?  Kershaw, İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktalarının ardındaki plan, karar ve uygulama safhalarının izini sürerken bu büyük mücadelede hiçbir şeyin kesin olmadığını bize tekrar hatırlatıyor. İngiltere 1940 Haziran’ında Hitler ile barış masasına oturmaya karar verseydi yahut Almanya 1941 Haziran’ında Sovyetler Birliği’ne batıdan tek başına taarruz etmek yerine Japon İmparatorluğu’yla çift taraflı müşterek bir istilaya başlasaydı gidişat şüphesiz çok farklı bir hâl alacaktı. Peki ya Almanya aynı anda iki cephede savaşmasa yahut Japonya Pearl Harbor baskınını yapmasaydı? Kershaw, en nihayetinde iki ülke için de felaketle sonuçlanmış olsa da bu kararların siyasî ve askerî hedeflere dayanan menfur bir mantığın sonucu olduğunu ortaya koyuyor. Kershaw bir yandan Almanya, İtalya ve Sovyetler Birliği’nin tek adamın kontrolü altında olmaları ve bu liderlerin duymak istemedikleri şeyleri onlara söyleyemeyecek kadar dalkavuk müşavirlerle çalışmaları nedeniyle söz konusu üç ülkenin savaş sırasında büyük zorluklar yaşadığını gösterirken; diğer yandan demokratik sürecin daha yavaş ve sağduyulu bir şekilde ilerlemesiyle Churchill ile Roosevelt’in daha bilinçli kararlar alabildiğini örneklerle okuyucuya sunuyor. Akademik titizlik, özenli tartışma ve sağduyulu muhakeme kabiliyetlerini büyük bir ustalıkla sergileyen Ian Kershaw, Dünyayı Değiştiren Kararlar ile İkinci Dünya Savaşı’na olağanüstü çarpıcılıkta bir yeni bakış getiriyor ve bu kritik dönemin heyecan ve belirsizlik hissini yeniden yaşatıyor.

 

Kanun ve Şeyh
Zekeriya Işık / Çizgi
Tarikat şeyhlerinin işlediği ya da karıştığı suçlar ve aldıkları cezaların mahiyeti nedir? Meşâyih (şeyhler) hüküm giydikleri idam, kürek, tomruğa vurmak, hapis, kalebentlik, sürgün, görevden uzaklaştırma, tevbihât (azarlama ve paylama), tenbihât (nasihat) vb. cezaî müeyyidelere hangi suçlar nedeniyle çarptırılmıştır? Meşâyihin işlediği suçlarda müritler, muhipler ve ihvan başta olmak üzere toplum ve yöneticiler üzerinde sağladıkları nüfuzun idari ve adli kovuşturma, muhakeme ve ceza infaz süreçleri üzerinde etkisi olmuş mudur? Devletin şeyhlerin-sûfîlerin karıştıkları hukuki ve adli sorunların çözümünde izlediği politikalar nelerdir? Şeyhler-sûfîler çarptırıldığı cezaî müeyyidelerden hangi kaçış politikalarıyla kurtulmaya çalışmıştır? Manevi gücünü velayet inancından, meşâyih silsilesinden ve batıni geleneklerden alan, zahiri potansiyelini toplum, saray, bürokrasi, asker ve esnaf arasında bir çekim merkezine dönüştüğü ölçüde sosyo-politik bir kuvveye dönüştüren meşâyih, sûfîler arasındaki anlaşmazlıklarda ne derece arabulucu, karar verici, problem çözücü bir merci olarak görülmüştür? Elinizdeki çalışma bu ve buna benzer soruları tartışmak ve cevaplar bulmak amacıyla hazırlanmıştır.

 

Yeni Bir Hamlet
Osamu Dazai / İthaki
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai “tiyatromsu bir roman” olarak nitelendirdiği Yeni Bir Hamlet’te William Shakespeare’in talihsiz ve depresif Hamlet’ini yeniden anlatıyor. Shakespeare’in eşsiz hikâyesi ile Dazai’nin otobiyografik anlatımı birleşince ortaya trajik olduğu kadar absürt bir metin çıkıyor. Dazai 1941’de yazdığı Yeni Bir Hamlet’te Norveç-Danimarka arasındaki savaşı aynı yıl patlak veren Amerika-Japonya savaşıyla, melankolik Hamlet’i kendisiyle ve Hamlet’in çevresindeki Gertrude ve Ophelia karakterlerini hayatındaki kadınlarla değiştiriyor. Karakterlerin yer yer dördüncü duvarı yıktığı Yeni Bir Hamlet’te Dazai birçok eserinde olduğu gibi yine kaleminin yoldan çıkmasına ket vurmadan aykırı bir eser yaratıyor.

 

ÖNERDİKLERİM

 

El Greco’ya Mektuplar
Nikos Kazancakis / Can
“Bir parça Girit toprağını avucumun içinde yavaşça ve hırsla yoğuruyorum; bütün serseri dolaşmalarımda, bu toprağı her zaman yanımda bulundurur, büyük mücadelelerim sırasında kuvvetle kavrayıp sevdiğim bir dost eli gibi sıkardım. (…) Şimdi Girit toprağını elimde tutuyor, anlatılması olanaksız bir tatlılık, yumuşaklık ve şükranla sevilen bir kadının göğsünü avucumun içinde sıkıp veda ediyormuş gibi kavrıyorum. Ben sonsuza dek bir parça toprağım artık.” Ege güneşini obur bir bebek gibi emen ada toprağında dünyayla kucaklaşan, çivit mavisi sularda kulaç atan ve her koşulda aşkla yaşayan, gürül gürül bir yaşam akıyor bu uzun mektupta. Herkesin kendi görev yığınının tepesine (Galgotha) omzundaki haçla tırmandığını söyleyen Nikos Kazancakis, çıktığı dört basamağa kutsal bir ad verir: İsa, Buddha, Lenin, Odisseus… Yazara göre, dirilişin gerçekleşmesi için eninde sonunda çarmıha gerileceksin; bundan kaçmanın da yan çizmenin de ne yararı var ne de anlamı. Ve sen, insan olarak, bir basamaktan ötekine tırmanma çabasında direncinin ve gücünün ne kadarını kullanabiliyorsun? İnsanın tırmanırken bıraktığı ayak izlerinin ardına düşen Kazancakis’le -ister istemez- kendi ayak izlerine bakacaksın.

 

Körler Ülkesi ve Diğer Karanlık Öyküler
Herbert George Wells / İthaki
Ursula K. Le Guin’in, “Onun yazdıkları edebiyatımızdaki belli başlı, hâlâ keşfetmeye devam ettiğimiz efsanevi eğilimleri belirledi,” diye bahsettiği Herbert George Wells, kaleme aldığı eserlerde ya bir türün ilk örneğini verdi ya da bazı gelenekleri alaşağı ederek ondan sonra gelecek yazarların da besleneceği ihtimaller yaratmayı başardı. Körler Ülkesi ve Diğer Karanlık Öyküler, H. G. Wells edebiyatının karanlık, tuhaf, sinir bozucu topraklarında dolaşan bir acayiplikler koleksiyonu. Korkutmayı beceremeyen hayaletler, çalınan bedenini uzaktan izleyen ruhlar, nereye gitseniz peşinizi bırakmayan güveler, intikamını almadan rahat etmeyecekler, rüyalarında bambaşka bir dünyanın kıyametine tanık olanlar, görmeyi unutanlar, unutmak isteyenler… H. G. Wells’e güvenin ve duvardaki kapıyı aralayın, diğer tarafta gözlerinizi ayıramayacağınız âlemlerle karşılaşacaksınız. Körlerin ülkesinde tek gözlü adam kral olur mu sahiden?

 

Mekânın Poetikası Gaston Bachelard / İthaki
Mekânın Poetikası Bachelard’ın iki büyük yapıtından, opus magnumundan biridir. Zamanın/zihnin izinden koşan Bilimsel Zihnin Oluşumu’nun aksine bu yapıtında Bachelard, mekânın zaman/zihin tarafından, dil aracılığıyla nasıl doldurulduğunu, dondurulduğunu, katılaştırıldığını analiz eder: ev, tavanarası, çekmece, dolaplar, sandıklar, yuva, kabuk, köşeler, minyatür ve uçsuz bucaksızlık… Dil anlamlandırır, poetik hayal gücüyse tüm bu anlamlandırma süreçlerine direnir, varlığın açılmasını sağlar Bachelard’a göre. Felsefe, fenomenoloji, psikanaliz, fizik, biyoloji, nöroloji… hepsi dolaysız olanın, başka deyişle poetik hayalgücünün karşısında ikincildir artık. Bachelard epistemolojisinde yeni bir momenti temsil eden Mekânın Poetikası, değişimin ve sürekliliğin kıskacında yersiz kalan düşüncenin dil-gerçeklik, zaman-mekân, sonlu-sonsuz, içsellik-dışsallık, büyük-küçük diyalektikleri aracılığıyla kendisine poetik bir yer inşa etme girişiminin adıdır. Bachelard’ın dediği gibi, şairlere kulak vermek gerekir.

 

Osmanlı Modernleşmesi ve Midhat Paşa
Bekir Koç / Türkiye İş Bankası
En başarılı Osmanlı valilerinden biri olarak kabul edilen Midhat Paşa’nın Tuna Valiliği yaptığı yıllar (1864-1868) modernleşme tarihimiz açısından ayrı bir önem taşır. Devraldığı modernleşme mirasına kendine özgü denilebilecek birçok yenilik katan Midhat Paşa, dönemin taşra sorunlarına çözüm bulmak amacıyla ilan edilen Vilayet Nizamnamesi’ni Tuna’da başarılı bir biçimde uygulamakla kalmamış, yaygınlaşmasına öncülük de etmiştir. Osmanlı Devleti’nin yeniden yapılanmasını zorunlu kılan sosyopolitik ve ekonomik gelişmelere de yer verilen eserde, katılımcı yerel yönetim, kanun hâkimiyetinin sağlanması, denetimin kurumsallaşması gibi devlet yurttaş ilişkilerinin daha rasyonel ve çağdaş nitelikler kazanması konularında hayata geçirilen uygulamalar da ele alınıyor. Prof. Dr. Bekir Koç tarafından kaleme alınan Osmanlı Modernleşmesi ve Midhat Paşa, tarihi kökenleri hakkında az şey bilinen taşra belediyeleri, nizamiye mahkemeleri, çocuk esirgeme kurumları, kız ve erkek meslek okulları, hapishane atölyeleri, kasaba buğday pazarları, siyasi polislik, tahsildarlık ve taşra basını gibi birçok kurum ve uygulamanın günümüze ulaşmasında Midhat Paşa’nın katkılarını geniş bir çerçevede ortaya koyuyor.

 

Şakir Kurtulmuş’tan Tavsiyeler

Bu sayımızda “Kitabın İzi”, “Şeytanın İninde”, “Heves”, “Dağların Açık Yarası”, “Hz. Hamza”, “Bilal-i Habeşi”, “Edebiyatın İzi”, “Sanatın İzi”, “Yusuf’un Kuyusu”, “Ölüm ve Ayna”, “Ah Güzel Bir Gün”, “Kültürün İzi”, “Bir Tutkuya Dönüşmek” ve “Gökte Asılı Şarkılar” kitaplarının yazarı Şakir Kurtulmuş’a “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:

Dışarıda Bırakılmış Şiirler /
Akif İnan / İz
Akif İnan’ın 1955-2000 yılları arasında yayımlanmış şiirlerinden bir kısmı kitaplarına girmemiştir. Özellikle ilk dönem şiirleri, sesini bulduktan sonraki şiirlerinden farklı bir yerde durur. Çeşitli süreli yayınlarda kalmış olan bu şiirlerin bir araya getirilmesi, Akif İnan şiirinin gelişim seyrini izleyebilmek açısından önem taşıyordu. Ayrıca bu şiirleri topluca görebilmek İnan’ın şiir çabasını daha bütünlüklü bir şekilde değerlendirmeyi de kolaylaştıracaktır. Aruzla yazılmış ilk şiirlerinden sonra 1958-1967 arasında yazılmış olanları Geçiş Dönemi Şiirleri, 1978-2000 arasında yazılmış olanları ise “Kalanlar” ara başlığı altında toplamış bulunuyoruz. Farklı dillere tercüme edilmiş şiirleriyle iki adet Farsçadan çeviri-uyarlama şiiri de bu toplama ekledik. Böylece Akif İnan’ın sağlığında yayımlanmış kitaplarına almadığı, dışarıda bıraktığı şiirleri büyük oranda bir araya getirmiş oluyoruz.

 

Diriliş Neslinin Amentüsü /
Sezai Karakoç / Diriliş

Bu kitap, ilk sekiz bölümü 1975’te aylık Diriliş Dergisi`nde, son bölümleri ise 1976 Mayıs`ında Diriliş Pazartesi-Perşembe Günlüğü’nün ilk üç sayısında yayımlanmak suretiyle oluşmuştur.

 

Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler /
Rasim Özdenören / İz
İnsanın, toplumsal hayatı gibi düşünce hayatının da karmaşıklaştığı bir dünyada Müslümanca düşünmenin imkan ve yöntemi nedir? İslam konusunda yeterli malumata sahip olmak, Müslümanca düşünmek için yeter mi? İslam`ın özü ve bütünüyle kaynaştırılamayan bilginin, düşünme etkinliğini oryantalist bakış açısına mahkum etmesi kaçınılmaz olmayacak mı? Edebiyat ve özellikle öykü alanındaki başarılı ürünleriyle de tanınan Rasim Özdenören’in klasikleşmiş eseri…

 

Şiirler /
Erdem Bayazıt / İz
Erdem Bayazıt’ın şiirleri yerel bir seziden yükselip dünyanın bütün duygularına ulaşır. Hayatı, toplumu, insanlık sorunlarını, insanın bizzat kendisini ilmek ilmek işleyen bu şiirlerde hakikatin sesi duyguların sesiyle birleşir. Bu eser, onun yayımlanmış tüm şiirlerini muhteva etmektedir. “Bir genç adam için şehrin ıstırabını, bozulmuş törenin, inançsızlığın, faziletsizliğin tepkilerini, alışılmış düzenden yılgınlığı ve isyanı ve İslâm’da kurtuluşun güzelliğini, maddeden kaçışı, şehirden köye kasabaya kaçışı ısrarla anlatan şiirler…” Ahmed Kabaklı, Türk Edebiyatı “Barbar güçlerin, teknolojinin yıktığı, Tanrı’dan kopardığı insanın manevî kurtuluşunu arayan Sebeb Ey…” Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü “Erdem Bayazıt’ın şiiri, değil eski dindar şairlerinkinden, Mehmed Âkif’inkinden de çok farklı bir şekil ve üslûpla yazılmıştır…” Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri

 

Yaşamak /
Cahit Zarifoğlu / Ketebe
Bir kelime şiire girdiyse değişir çünkü yeniden inşa edilir. Yaşamak da Cahit Zarifoğlu’nun yeniden tanımladığı bir kelime. Zira o, tüm bilinmezliği ve sıradanlığı, huzuru ve kaygısı, aydınlığı ve esrarı, korkusu ve yakarışı ile yeryüzündeki yolculuğunu sürdürmüş; her adımında kendisi olarak ve ânı kendisinin kılarak apayrı bir yaşamak inşa etmiştir.
Sisin örttüğü demiryolunda ağır aksak yola çıkan tren, şairin çocukluk hatıralarının başkenti Silvan’a doğru ilerlerken Yeni Camii’nin avlusu, sessizliği kolundan tutup çeker yeryüzüne. Koca medeniyetin içinde kendine yurt arayan ruhlar, yalnızlıktan yontulan büyük anlara acziyetle bir kez daha eğilir. Yaşamak’ta günlerin kendisinden ziyade ne barındırdığı; beyaz sayfalardaki bir avuç harfin, ölümü bilen dağlar gibi gülümsediği, ışığın parçaladığı karanlığı geri verdiği apaçık görülür. Farkına varmadan “Bütün bunların, hatırasız haftaların, kalbimi fark etmelerinden korkmamın sebebi var.” diyordum. Şimdi bir şeysin benim için… Varsın. Fakat bocalıyordum. Gizlice düşündüğüm, fark edilmesinden korktuğum hakikat sen miydin, yoksa ben, hatırasızlığı, boşluğu, en ucuz şekilde, sırtımdan korkakça, hiçbir teşebbüste bulunmadan birdenbire atmak için yine hayal mi kuruyordum. Dedim ya işte, bocalıyorum. Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı?

Önceki Yazı

Bir derdi olan müzik: “RAP”

Sonraki Yazı

Gelenekli sanatların olmazsa olmazı “usta çırak” ilişkisi

Son Yazılar

Sahnede kör oluyorum

Özellikle komedi yapımlarından tanıdığımız ama ters köşe yapan işlerle de seyircilerinin karşısına çıkmayı seven oyuncu Gökhan