Son bir yıl içinde oluşan bir kamuoyunun da etkisiyle nihayet Sokak Hayvanları Yasası’nda yeni düzenlemelere gidildi. Bu düzenlemeyle birlikte yasada yer alan “Sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasaktır” şeklindeki ibare kaldırıldı. Böylelikle dermanı için asla adım atılmamış bir sorunun oluşturduğu keşmekeş, işin kolayına kaçılacak “çözümlere’’ teslim edilmiş oluyor.
Sokak köpeklerinin başıboş kalıp çeteleşmesi üç dört aylık, üç beş yıllık bir hikâye değil oysa. Kervan aşikârane yolda bile düzene sokulmayınca da apansız ürkünç bir noktaya gelindi. Köpek canları, sapasağlam ve akıllı uslu olmaları fark etmiyor, genel bir muameleye tabi tutulduğunda katliamlar olağanlaşırken, vahşi doğayla kent cangılı arasındaki koruyucu bir kuşak da ortadan kalkmış olacak. Ormanlara atılan ve zaman içinde daha da yırtıcı hale gelen büyük bir köpek nüfusunun yanı sıra vahşi hayvanlar, bir engelle karşılaşmaksızın kent cangılına dalacaklar.
Şehir kentleşirken, düşkünleri de göz önünden çekip alarak bir yere kapanmaya mecbur eder veya kapatır. Köpekler belki de 114 yıldır kolektif bilinci ezen Hayırsızada utancının etkisiyle bugüne kadar bu uygulamaların dışında tutulmuştur. Şehirli adaba sahip insanların sokak hayvanlarını koruyup kollama konusunda gösterdiği gayretle Hayırsızada utancı silikleşti hafızalarda. Ancak kent akıldışı bir yayılma gösterirken köpekler de çoğaldı ve her zamanki bakımdan mahrum kaldılar. Ormanlara atıldı bir kısmı, barınaklarda açlıktan ölüme terk edildi. Geriye kalanlar da kentte var olmanın yolunu ilkel güdüllerinin hatırlattığı şekilde çeteleşmekte buldular.
İnsana duyduğu bağlılıkla doğasına yabancılaşan hayvan, insanın yaşattığı hayal kırıklığıyla, yanlış mekânda ilkel doğasını arıyor. Pet endüstrisi bu sürece tuz biber ekiyor. Güya sahiplenen kişi hayvanı mecburen dolaştırmaya çıkardığında, dışkısını kaldırım üzerinde öylece bırakıp gidiyor, dahası terk ediyor bir kuytuda. Rastgele ülkeye sokulup da bıkılınca bir köşeye atılan ev hayvanları sadece köpekler değil. Bir ülkenin böyle bir konuda bir aklı ve politikası olmalı değil mi? Sokak hayvanlarının büyük bir kısmı işte bu şekilde heva ve heves kurbanlarıdır. Şehrin tabii bir unsuruyken, onları eskisi gibi sevilmekten yoksun bırakan beton cangıllarda bir tehdit algısıyla türdeşine yapışmakta güven ararken, insanları taklit etmedikleri söylenebilir mi?
Derviş Zaim bir kapitalizm sorgulaması olan “Rüya”yı yapalı sekiz yıl geçmiş aradan. Filmde Yedi Uyuyanlar ve Kıtmir’e yüklenen rol, kriz dönemlerine özgü yozlaşmadaki payımız üzerine düşünmeye sevk ediyor. Kardeşliği mi düşmanlığı mı kışkırtıyor bulunduğumuz bağlam? Sabrı ve tahammülü nasıl anladık?
“Rüya”da, üç boyutlu yansıtma ile Boğaz üzerine akseden Kıtmir, Hayırsız Ada katliamına bir gönderme olabilirdi. İstanbul köpeksiz bir şehir olmadı hiçbir zaman, ancak sahipliydi köpekler, bir mahalleye, bir kapıya aitti. Bekçi vasfıyla dolaşıyorlardı alanlarında.
Hayır, kapitalizm bir kelime değil, sezdirmeden benliği bürüyen bir illet. İnsanlar, değil yaşadıkları sokaklarda neler olup bittiğiyle ilgilenmek, karşı dairede oturan komşularıyla bile bir bağ kurmaya üşeniyorlar. Her şeyi kurumlardan beklemeye alıştık. Kişiliğimizi (ve sonsuzluğa ait yüzümüzü) biçimlendiren de tercihlerimizin eseri olan amellerdir oysa. Olgunun sınıfsal yanından söz ediliyor: Parklarda dolaşıyorsanız, kimsesiz hayvanları sevgiyle doyuran insanlara rastlarsınız, ben sık rastlıyorum. Yoksul kadınlardır çoğu, bir kısmı belki de sevgiyi sadece kedilerde köpeklerde bulur. Mahalle dayanışmasından geriye kalanına vukufiyetle, sokak hayvanlarının bakımını örgütlerler.
Esenler’de de kıt imkanlarını hasta sokak hayvanlarına adamış bir köpek dostu yaşıyor: Mehmet Ali Kazan. Bu tartışmalar sırasında kimsenin onun fikrini sorduğunu duydunuz mu?
Köpek sorununu hayırseverlerin büyük meclisine havale etmek de mantıklı gelmedi kimseye. Belediyelerin desteğinde hayvanseverler inisiyatif alarak şehre yayılan bir çabaya dâhil olabilirlerdi. Hep bütçelerden söz edildi. Oysa bu konuda insaflı bir çözümün maliyeti, torunlarımıza bırakılacak büyük bir utancın yanında hiçbir şeydir.