Necip Evlice: “Peki, nereden geliyordu bu Kudüs aşkı, sevdası? Tabii ki annesi Hatice Vecihe Hanım’dan. Annesinin Halep’te bir koleji bitirmiş olması, o yıllarda Halep’in Orta Doğu’da entelektüel düzeyi yüksek bir kent olması, ideolojik anlamda da birçok şeyin farkında olarak yetişmesine sebep olmuştur. İdeolojik bilincini, tarihsel ve kültürel birikimini, evlenip Maraş’a geldikten sonra Nuri Pakdil’e de aktarmıştır. Hayatta kalan tek çocuğudur Nuri Pakdil. Ama ona küçük yaşlardan itibaren Kudüs’ü, Mekke’yi, Medine’yi, Afrika’yı, Orta Doğu’yu hep anlatmıştır. Böylelikle Kudüs sevgisi, aşkı Nuri Pakdil’in belleğinde inanılmaz bir yer etmiştir.”
Gözlerimizin önünde bir soykırıma şahit oluyoruz. Sosyal medyadan paylaşımlarımızla bir ses soluk olmaya çalışıyoruz. İsrail’in Filistin’e zulmü karşısında ne yapsak az, yetersiz kalıyor. Ama bizler Filistinlilerin uğradıkları zulmün sesi olmaya çalışıyoruz. Masalarımızda, muhabbetlerimizde bunu konuşuyoruz. Ne yapabiliriz diye soruyoruz. Kendi kaynaklarımıza yöneliyoruz. Edebiyatın, sinemanın, şiirin gücünü bir kez daha kavrıyoruz. Kudüs Şairi Nuri Pakdil’in şiirlerine bir kez daha sarılıyoruz. Onun da vefatının 4. yılı olduğu hatırlıyor, bir Fatiha okuyoruz. Hem Nuri Pakdil’i anlamak hem de onun Filistin aşkını dinlemek üzere yakın dostu, çalışma arkadaşı Necip Evlice ile bir araya geldik. Necip Evlice bizlere dostu Nuri Pakdil’i anlattı.
(Necip Evlice ve Nuri Pakdil)
Sizi Nuri Pakdil ile olan derin dostluğunuzdan biliyoruz. Bu dostluğu ve ilk tanışma sürecinizi ve kendinizi anlatır mısınız?
Ben de Nuri Pakdil gibi Maraş doğumluyum. İlkokulu köyümde, ortaokul ve liseyi Maraş’ta şehir merkezinde okudum. Liseyi bitirdiğim 1979 yılı yaz aylarında, bir grup arkadaşımla birlikte Maraş, Ankara, Eskişehir, Kütahya, Adapazarı güzergahından İstanbul’a kadar uzanan bir seyahat yaptık. Edebiyat Dergisi’nde yazıp da İstanbul’da ikamet eden arkadaşların da bulunduğu bir akşam ziyaretinde Nuri Pakdil Üstat ile ilk kez yüz yüze tanıştım. Aynı yıl Ankara’ya geldim ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik bölümünde okumaya başladım. Üniversitede okuduğum yıllarda Edebiyat Dergisi’nin yayımlanması çalışmalarına fiili olarak katılır oldum. Kısa süre sonra şiirlerim ve yazılarım dergide yayımlanmaya başlandı. Edebiyat’ın basım süreçlerini takip etmeye, sayfa düzenlemesi, tashih gibi işlerde, ayrıca kitap kapağı ve reklam tasarımları konusunda da sorumluluklar aldım. 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki süreç, Edebiyat Dergisi için çok ciddi olumsuz sonuçlara sebep oldu. Bu olumsuzluklarla geçen beş yılın ardından 1985 yılı Ocak ayında Edebiyat Dergisi kapandı. Ben de bir süre Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’nde kütüphaneci olarak çalıştım ve daha sonra askere gittim. Askerlik dönüşü, yayıncılık faaliyetlerini sürdürmek için memuriyetten ayrıldım ve özel sektörde iş hayatına başladım. Nuri Pakdil’in 1997 yılında kitap yayınlamak için yeniden harekete geçmesi, onunla beraber Edebiyat Dergisi Yayınları’nı yeniden hayata geçirmemizi sağladı. Diğer işlerimle birlikte, 1997 yılından bu yana da Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan Üstadın kitaplarının yayınlanması ve topluma ulaştırılması faaliyetlerini sürdürmekteyim.
Nuri Pakdil’in Orta Doğu’ya, Kudüs’e, Filistin’e olan özel duyarlılığı nereden kaynaklanıyor?
Mekke, Medine ne kadar önemliyse Kudüs de o kadar önemliydi. Hatta Kudüs hem de siyasal anlamda daha da önemliydi. Peki, nereden geliyordu bu Kudüs aşkı, sevdası? Tabii ki annesi Hatice Vecihe Hanım’dan. Annesinin Halep’te bir koleji bitirmiş olması, o yıllarda Halep’in Orta Doğu’da entelektüel düzeyi yüksek bir kent olması, ideolojik anlamda da birçok şeyin farkında olarak yetişmesine sebep olmuştur. İdeolojik bilincini, tarihsel ve kültürel birikimini, evlenip Maraş’a geldikten sonra Nuri Pakdil’e de aktarmıştır. Hayatta kalan tek çocuğudur Nuri Pakdil. Ama ona küçük yaşlardan itibaren Kudüs’ü, Mekke’yi, Medine’yi, Afrika’yı, Orta Doğu’yu hep anlatmıştır. Böylelikle Kudüs sevgisi, aşkı Nuri Pakdil’in belleğinde inanılmaz bir yer etmiştir.
Kudüs ile İstanbul aynı acıyı paylaşırlar
Nuri Pakdil’in birçok yazısında, şiirinde “Kudüs aşkı”nı, sembolleştirecek derecede bir tutkuyla ifade ettiğini ve çok önemsediğini görüyoruz. Pakdil’in bu tutkusu ve sevgisinden dolayı “Kudüs Şairi” olarak anıldığını biliyoruz. Pakdil şiirlerinde ve yazılarında Kudüs’ü hangi bakış açısıyla ele almıştır?
Nuri Pakdil’in şiir ve yazılarında Kudüs’ü hangi bakış açısıyla ele aldığı uzun bir tez ve araştırma konusudur. Yazılarında, şiirlerinde Kudüs yaşayan ve canlı bir organizma olarak yer alır. Yanından hiç ayırmadığı 23×82 havadan çekilmiş bir Kudüs fotoğrafı ve yazı makinası vardı. Yazı makinasında yazılarını yazarken, karşısında duran Kudüs fotoğrafıyla da sohbet ederdi âdeta. Klas Duruş’ta “Çünkü, Orta Doğu tınısı, vakur yüzlerde, Kudüs’ün kalp atışları ya!” diye; BYN III’te“Kudüs’ü düşünme saatinizde, İstanbul güneye doğru akar, Kudüs de biraz kuzeye çekilir, içinizde gizli gizli konuşurlar, bir evrensel acıyı paylaşırlar, yeniden İstanbul kuzeye çekilir, Kudüs güneye çekilir.”şeklinde yazar. Görüldüğü gibi Kudüs’ün kalp atışları vardır. Kudüs ile İstanbul gizli gizli konuşurlar ve evrensel bir acıyı paylaşırlar. “Kudüs Şairi” ünvanı, Nuri Pakdil’e toplumumuzun verdiği bir ünvandır. Her ne kadar Kudüs konusunda ciltler dolusu kitap yazmamış olsa da, bir Kudüs bilinci oluşturmak için, yazdığı her kitapta bir biçimde, Kudüs’ten, Mekke’den, Medine’den, İstanbul’dan söz etmeden duramamıştır.
Anneler ve Kudüsler şiir kitabının isminin bir tesadüf olmadığını, Pakdil’in şiirlerinin düşünsel arka planında Filistin olduğu gerçeğinden hareketle, Pakdil’de Kudüs’ü farklı kılan nedir?
Kuşkusuz Nuri Pakdil’in şiirlerinin arka planında Filistin ve Filistinlilerin uzun direnişi vardır. Anneler ve Kudüsler kitabındaki şiirlerin çoğu, Kudüs ve Filistin temalı olan şiirler 1971-1974 yılları arasında yazılmıştır. 1967 Altı Gün ve 1973 Yom Kippur savaşlarının sonuçları ve etkileri bu şiirlerde hissedilir. Nuri Pakdil tüm özgürlük mücadelelerinin yanında ve işgallerin, baskıların karşısında yer alır. 1917’ye kadar bizim topraklarımız içinde yer alan Filistin işgalinin ve bu topraklarda verilen haklı özgürlük mücadelesinin, Nuri Pakdil için elbette çok büyük değeri vardır. Kudüs, ilk kıblemiz olması ve Peygamberimizin Mirac’a çıkarken son ayak bastığı yer olması bakımından da farklı ve önemlidir Müslümanlar için.
Filistin ve Kudüs’le ilgili İslami pencereden baktığımızda Müslümanlar için tarihteki özel konumu, Kudüs’ün bugünkü durumu; İsrail ve Filistin savaşı hakkında Pakdil’in direniş ruhu ve devrimci duruşu nasıldı?
Kudüs’ün ve Filistin’in Müslümanlar açısından özel bir konumu olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Şiirlerinde, yazılarında sık sık rastlarız. Kendisini bir direnişçi, bir devrimci olarak konumlandırması açısından da önemlidir. “Sağ kolumda Kudüs zinciri, kalemim Filistin.” ve “Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum.” cümleleri, Pakdil’in kişisel duruşunu göstermesi bakımından önemlidir. Müslümanlar, Kudüs’ün bağımsızlığını hedeflemeden yapacakları her şeyde kaybedeceklerdir. “Ayarlanmadan Kudüs’e. Boşuna vakit geçirirsin” demesi bundandır. Ve hiç tereddüt etmeden, çekinmeden, amasız, fakatsız: “Yaşasın Filistin, kahrolsun İsrail!” diyebilmiş yegane yazardır.
Edebiyat bir muhalefet ve ret aracıdır
Nuri Pakdil’in, Kudüs’ü salt bir edebiyat imgesi olarak görmediğini, hayatının da ayrılmaz bir parçası kabul ettiğini biliyoruz. Bununla ilgili bize neler söylersiniz?
Nuri Pakdil, Kudüs’ü salt bir edebiyat imgesi olarak görmediği gibi, edebiyatı da salt güzel söz söyleme sanatı olarak görmezdi. Edebiyat onun için, sadece güzel söz üretme eylemi değildir. Edebiyat, bir duruş, bir karşı koyuş, bir muhalefet, bir ret aracıdır. Edebiyat, bir yönüyle de tarihsel sorumluluğumuzu yerine getirme, kalıcı değerler oluşturma alanıdır. Sözgelimi insanlık alanı, bağımsızlık alanı gibi. “Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Bizim için, daha da özel bir konumu vardır: Kudüs’ü savunmak gerçek bağımsızlığı savunmaktır.” Bir Yazarın Notları 1, S. 56.
Tanzimat döneminden sonra birçok aydın kendi kültür ekseninde düşünsel olarak şüpheye düşmüş, sonra kendi kültür değerlerinden kopmuştur. Bu çağın aşınma, yabancılaşma, kopuş vebasına kapılmayan sanatçı ve düşünürlerden biri de Nuri Pakdil olmuştur. Kendi kültürel değerlerinden hiç kopmadan yoluna devam eder. Türkiye, Orta Doğu, Kudüs ve Filistin genel fotoğrafına baktığımızda, Pakdil’deki bu kopmayan muhkem bilincin aşamaları nasıl açıklanabilir?
Nuri Pakdil, bir edebiyatçı, sanatçı, yazar olmanın ötesinde büyük bir entelektüel direnişçidir, muhaliftir. Direniş ve muhalefet aydın olmanın da en asgari şartlarıdır. Muhafazakâr bir yaklaşımla, gündelik politikalarla evrensel bakış açısına sahip, entelektüel bir nesil yetiştirilemez. Toplumun tüm kesimlerinin dönüşümü için, dünyayı iyi okuyabilmek için, kendi özgün değerlerimize sahip olabilmek için, uygarlık birikimlerimizi geleceğe taşıyabilmek için irademiz dışında bize giydirilen yabancılaşma ve batılılaşma gömleğini çıkarıp atmamız gerekir. Ülkemize sanatla-edebiyatla gelen ve yerleşen bu yabancılaşmanın, yine sanatla-edebiyatla ülkemizden atılabileceğine; Batıcıların oluşturduğu bu karanlığı geriletecek en etkin gücün de, sanat ve edebiyat olduğuna inanır. Katıksız bir devrimci olan Nuri Pakdil, İslam’ın hükümlerini egemen kılmak için devrim yapmak gerektiğine inanır; ta insanın içinde yapılacak bir devrime; bir kültür devrimine, yani bir medeniyet devrimine. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük devrimcisinin Hz. Muhammed olduğunu ısrarla vurgular. “Her türden özveriye hazır bir devrimciyi arayıp durdum tüm hayatım boyunca.” der.
İnsanlık için kutsal olan özgürlük fikrinin tüm putları yok edeceğini daima yineliyor Pakdil. O’na göre özgürlük fikri, inanan insan için güçlü bir eylem fikri midir?
Nuri Pakdil; “Kudüs’ü savunmak, gerçek bağımsızlığı, özgürlüğü savunmaktır. Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Tutsak Kudüs’e borcumuz, Kudüs’ü savunmaktır, özgürlüğüne kavuşturmaktır.” der. Kudüs, yeryüzündeki ilk kutsal mabedin şehri olmasının yanında tevhid fikrinin oluştuğu, tek Tanrı inancının yaygınlaştığı ilk şehirdir. “İnanmak, gerçek özgürlüktür.” der Nuri Pakdil. Özgür olmaksa, putçuluğa geçit vermez; tevhit inancının şirke ve putçuluğa izin vermediği gibi. Cezayir’den Filipin adalarına değin uzanan Müslüman halklar, sömürgeciliğin, işgalin her türüne maruz kaldılar ve artık her türüne karşı koyuyorlar. Batı kuklası yönetimlerle savaşıyor, onurlu bir özgürlük mücadelesi veriyorlar. Tarihte bu halklarla, ortak inancın ve kültürün koşullandırdığı coğrafyalarda yan yanaydık. Bugün de, yarın da yan yana olmalı, inanç ve kültür ortaklığımızın bilincine varmalıyız. Nuri Pakdil, Bir Yazarın Notları 2 adlı kitabında, yaklaşık olarak şöyle diyordu: “Birinci Dünya Savaşı sonunda bağımsızlığımın koşulu, entelektüelliğimi topladığım üs Kudüs ama tutsak ve zincirli. Ancak vahiy inancı kırar tüm zincirleri. Kırmıştı çünkü! Özgürlüğün tek güvencesi o! Bunun için savunuyorum Kudüs’ü. Sözcüklerime aşılıyorum özgürlük bilincini ve bu savunmayı.”
Nuri Pakdil’le birlikte Kudüs’e gittiğinizi biliyoruz. Nuri Pakdil, Kudüs’e gitmeden görmeden sevmiş, Kudüs’ü ilk gördüğü zaman duygu dünyası, ruh iklimi nasıldı? Pakdil ile Kudüs seyahati izlenimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Nuri Pakdil’le birlikte Kudüs’e, Filistin’e gitmek apayrı bir heyecan ve güzellikti. Aynı zamanda şiddetli bir gerilimi yaşamak ve ateşe atılmak gibi bir şeydi. Nuri Pakdil, Mekke’yi, Medine’yi, Kudüs’ü sürekli düşünür; İstanbul sevgisiyle tüm Orta Doğu’yu kucaklar ve bir an bile hatırından çıkarmaz. “Ben Kudüs’ü İstanbul görüyorum, İstanbul’u Kudüs görüyorum.” der. “Kudüs’süz ve İstanbul’suz aşk yoktur.” der. “Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.” der. Yıllar sonra Kudüs’üne kavuşan Pakdil’in bu vuslatı, belki de dünyanın tüm mazlumlarına toprağın bağrının çatladığını müjdeliyordu! “Yürü kardeşim, ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin!” Kudüs’ten döndükten sonra yaptığı bir söyleşide diyordu ki; “İşgal altındaki El Aksâ, bütün Müslümanların inançlarını yıkmayı amaçlayan bir ülküsel cinayetin, bir inanç cinayetinin suçsuz kurbanı olarak, yıkık duvarlarıyla, Müslümanların kalplerinde, sayfaları yırtılmış kutsal bir kitap gibi duruyor.” Bugün de aynı zulmü, daha önce tekrar tekrar izlediğimiz bir film gibi Gazze’deki Müslüman Filistinlilerin üzerine yağdırılan bombalar olarak, masum bebeklerin enkazlardan çıkarılan cesetleri olarak acı içinde izliyoruz ve kahroluyoruz.
Onu yok saymaya devam ediyorlar
Nuri Pakdil’in aramızdan ayrılışının 4. yılı. Sizin de konferanslar, çeşitli söyleşiler yaptığınızı, insanlara, gençliğe düşünür ve yazar olarak Nuri Pakdil’in düşüncesini, Türkiye, Orta Doğu, Filistin, Kudüs konularındaki duyarlılıklarını anlattığınızı biliyoruz. Bu bağlamda emekleriniz çok kıymetli. Peki Nuri Pakdil’in bugün anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
Her ne kadar, 70’li yıllarda İtalyan Türkolog Anna Masala’nın “Nuri Pakdil 2000’li yıllardan sonra anlaşılacaktır.” dediği gibi, gerçekten de Nuri Pakdil, 2000’li yıllarda yeni yeni anlaşılmaya, okunmaya ve tartışılmaya başlanmışsa da bunun gerçek bir anlaşılma, onun amaçlarının ve hedeflerinin hayata geçirilmesi, kabullenilmesi anlamında bir anlaşılma olmadığı aşikardır. Nuri Pakdil, fikirlerinin anlaşılması ve hayata geçirilmesi konusunda, hayattayken üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Ancak, onun oluşturduğu iklimde yetişenler, muhalif ve ret çizgisinde olması gerekenler, yine onu yok saymaya, onun kemiklerini sızlatmaya devam etmektedirler.