“Kukla oynatıcılığı ileri düzey oyunculuktur…”

//
18 dakikada okunur

Kukla sanatçısı Cengiz Samsun: “Bir tiyatro aşığı olarak, üretken olabilmek, farklı disiplinlerden faydalanmak çok daha geniş bir alan açıyor bana. Yaratıcılığı desteklemek estetik bakış açısını zenginleştirmek noktasında sanıyorum ki ufkumu genişleten de bu çeşitlilik oluyor. Oyunculuk kısmına gelirsek, Karagöz ve kukla üretmek ve özellikle oynatmanın oyunculuğumu çok beslediğini düşünüyorum. Kukla oynatıcılığı ki bu dünyada da öyle kabul ediliyor artık, ileri düzey oyunculuktur. Dolayısıyla oyunculuğum kuklacılığımı, kuklacılığım da oyunculuğumu besliyor.”

Tanıştıralım, Cengiz Samsun. Kendisi bir tiyatro oyuncusu ve Karagöz kukla sanatçısı. Hem oynuyor hem yazıyor hem de yapıyor, yaptığını da oynatıyor. Birbirini besleyen disiplinler zinciri de diyebiliriz sanatına. Aynı zamanda tüm bildiklerini yanındakilere öğreten bir usta aynı zamanda. Oyunculuğunun dışında; kukla sanatı için ahşap, doğal deri, kumaş ve boyalar onun en önemli malzemeleri. Oynatıcılık kısmında ise kalemi ve parmakları elbette. Yazdıklarımızın fazlası yok ama eksiği var. İşte bu eksiği de kendisiyle Beyoğlu’ndaki atölyesinde bir araya gelerek konuştuk. Buyurun onu ve sanatını daha yakından tanıdığımız keyifli sohbetimize… 

Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz? Kuklacılık, sanat, tasarım, gölge oyunları ve bu alanda/bu kültürde üretim hayatınıza ne zaman ve nasıl dahil oldu? 

1978 Hatay Samandağ doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Samandağ’da tamamladım. İstanbul Üniversitesi Tarih mezunuyum. Evli ve bir çocuk babasıyım. Tiyatro oyuncusu ve Karagöz kukla sanatçısıyım. Hayatımda sanat, tasarım ve kuklacılık hep varmış aslında. Şimdilerde dönüp geriye bakınca daha iyi anlıyorum. Köy gibi bir yerde oyun ve oyuncaklarını kendisi tasarlayan ve yaratmak durumunda olan bir çocuk olarak büyüdüm. Çok erken yaşta çalışmaya başladım. Hayatımın zorunlulukları ileriki yaşlarımda mesleki avantaj yaratmış. 1997’de Erkan Yücel Halk Tiyatrosu’na katılmak üzere İstanbul’a geldim. Profesyonel sanat hayatım da böylece başlamış oldu. Birkaç yıl sonra da Karagöz’le tanıştım. Tiyatromuzun o zamanki müdürü rahmetli Halil Kumova abim beni Bursalı karagözcü arkadaşı Ahmet Karakman’la tanıştırdı. Böylece kukla dünyasına girmiş oldum.

(Cengiz Samsun ve Ali Demirtaş)

Geleneğe uygun şekilde deri ve kök boyalarla yapıyorum

Tüm bu alanlar sizin için ne demek? Hayatınızda nasıl bir yer kaplıyor, mutlu musunuz?

Kukla dünyasına girdim dedim ya, tabi kukla da benim hayatıma girmiş oldu. Üstelik hayatımın önemli bir kısmını kapsayacak derecede girdi. Uğruna hayatımı memleketimi değiştirdiğim oyunculuğu ikinci plana itecek kadar kapladı hayatımı. Kukla ve Karagöz sadece icra etmekle bitmiyor çünkü. Ben kuklalarımı ve tasvirlerimi de kendim yapıyorum. Karagöz tasvirlerimi tamamen geleneğe uygun şekilde deri ve kök boyalarla yapıyorum. Hatta deriyi işlemekte kullandığımız ‘nevrekan’ denen bıçakları da kendim yapıyorum. Çünkü zaten hazır bulmak pek mümkün değil. Yapıp satan yok. Aynı şekilde perdemi, sahnemi kuklalarımı vs. hemen her şeyi kendim yapıyorum. Kukla ile ahşap yontmayı öğrendim, geliştirdim. Yani kuklacılık bir atölye-zanaat süreci aynı zamanda. Dolayısıyla fiziki olarak da hayatımın önemli bir kısmını kapsıyor. Sevdiğim işi yapmak ve bu işin bu kadar geniş ve teferruatlı oluşu, yaratıcılık, tasarım ve icra tarafları ayrı ayrı büyük haz ve tatmin yaşatıyor. Bu da elbette ki mutlu ediyor. Bu anlamda kendimi çok şanslı addediyorum.

Kadim bir sanatın taşıyıcısı olmak özel hissettiriyor

Karagöz/Hacivat gölge oyunları aslında çok eskiye dayanan bir gelenek. Çok önemli bir sanat. Bu sanatı icra ediyor olmak ve geleceğe taşımaya devam eden bir aracı olmak size ne hissettiriyor, sorumluluk duyuyor musunuz? Bu sanatların geleceğe taşınması için sizce başka neler yapılabilir, neler yapılmalıdır?

Çok özel, kadim bir sanatın taşıyıcısı olmak işin kendisi gibi özel hissettiriyor tabii. Benim için sorumluluk, yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalışmak ve bu alandaki bilgi ve deneyimlerimi dikkatli ve doğru bir şekilde aktarmak. Ben yeni oyunlar yazmakla beraber klasikleri de icra eden, klasik tasvir takımlarını üreten bir sanatçıyım. Geleneğe sadık şekilde tasvir kesip, kök boyalarla renklendirmeye devam ediyorum. Karagöz doğaldır ki dönemle beraber değişip dönüşecek. İçerik olarak da teknik olarak da farklılaşacaktır. Bu geçmişte de böyle olmuş zaten. Evrile evrile bugün bizlere ulaşmış. Ama aktarıla gelen klasik oyunları icra etmenin, kadim bilgi ve teknikleri koruyup geleceğe aktarmanın da çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bu bayrağı birinin ciddiyetle taşıması gerekiyor. Bu benim önemli bir sorumluluğumdur.

Karagöz özgün bir tiyatro disiplinidir

Karagöz/Hacivat gölge oyunlarınızda hazır/eski metinlerin yanı sıra kendiniz de yeni metinler yazıyor musunuz? Bu yazım süreciniz nasıl gerçekleşiyor ve nasıl bir içerikle yazıyorsunuz, en çok hangi detaylara dikkat ediyorsunuz?

Yazıyorum elbette. Ben bugünü yaşayan bir sanatçı olarak bugünün seyircisine hitap ediyorum. Belki de geleceğin sanatçıları da yine bunların içinden çıkacaktır. Bugün nasıl yakalarım bu seyirciyi, neyle ilgilerini çekebilirim diye düşünüp yeni oyunlar kurgulamaya çalışıyorum. En hassas olduğum ve bence herkesin özen göstermesi gereken şey Karagöz oyunlarının-metinlerinin kendine has dili üslubudur. Karagöz özgün bir tiyatro disiplinidir. Dili de öyle. Onu farklı kılan, yüzyıllarca yaşatan ve etkili kılan büyüsü burada gizlidir.

Kuklacılığım oyunculuğumu besliyor

Karagöz/Hacivat dışında da çeşitli kuklalar, maskeler yapıyor, farklı formatlarda/biçimlerde işler ortaya çıkarıyorsunuz. Yani aslında daha geniş bir alanınız da var. Bu durum sanatınıza nasıl yanıyor, yani geniş bir yelpazede üretiyor olmak size nasıl hissettiriyor? O ürünler için de hikayeler, metinler, oyunlar yazıyor veya oynuyor/oynatıyor musunuz?

Bir tiyatro aşığı olarak, üretken olabilmek, farklı disiplinlerden faydalanmak elbette çok daha geniş bir alan açıyor bana. Yaratıcılığı desteklemek estetik bakış açısını zenginleştirmek noktasında sanıyorum ki ufkumu genişleten bu çeşitlilik oluyor. Oyunculuk kısmına gelirsek, Karagöz ve kukla üretmek ve özellikle oynatmanın oyunculuğumu çok beslediğini düşünüyorum. Kukla oynatıcılığı, ki bu dünyada da öyle kabul ediliyor artık, ileri düzey oyunculuktur. Dolayısıyla oyunculuğum kuklacılığımı, kuklacılığım da oyunculuğumu besliyor diyebilirim özetle.

Sipariş alıyor musunuz? İnsanlara size hangi isteklerle geliyorlar? Tüm bu sanat alanlarıyla ilgili atölyeler organize ediyor, kurslar/dersler veriyor musunuz?

Evet sipariş alıyorum. Hem tiyatrolara, kuklacılara hem de koleksiyonerlere kukla ve tasvir üretiyorum. Ayrıca kişisel kuklalar da yapıyorum. Yani insanların birebir kuklalarını da yapıyorum. Sevgilimin, çocuğumun, eşimin kuklasını yapar mısın diye geliyor insanlar. Öte yandan fırsat bulduğum ölçüde hem çocuklara hem yetişkinlere atölyeler düzenliyoruz. Belediyeler ya da özel kurumlar aracılığıyla. Ayrıca profesyoneller için kendi atölyemde kurslar da veriyorum.

Benim tek işim bu!

Yaptığınız işle ilgili, sanatseverlerden, çevrenizden, çocuklardan vs. nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Bu sanatla yeni tanışan ya da ilgi duymaya başlayan oluyor mu? Size neler söylüyorlar?

Doğrusu şaşırtıcı gelebilir ama ilgi çok gerçekten. Karagöz öldü ölüyor, yok oldu falan gibi söylemler bana inandırıcı gelmiyor. 20 yıldır bu işi yapıyorum ve her daim beni mutlu edecek düzeyde ilgi gördüm. Bakın şöyle de söyleyeyim belki daha açıklayıcı olabilir, benim tek işim bu. Başka ne bir işim ne de bir gelir kaynağım var. Ailemin geçimini bu işle sağlıyorum İstanbul gibi bir şehirde. Bilmiyorum anlatabiliyor muyum? Yetiştirdiğim çıraklarım oldu. Şimdi kendileri perde açıyorlar artık. Şimdi de yanımda çırağım var. O da yetişiyor. Bundan sonra da olacaktır biliyorum. Talip her zaman var…

Gelecekte ne yapmak istiyorsunuz, örneğin bir sonraki adımınız ne olur, yeni plan ve projelerinizden belki de hayallerinizden bahseder misiniz?

En büyük hayalim küçük bir kukla tiyatrosu açmak. Binasıyla, atölyeleriyle, sahnesiyle, çaycısıyla. Bu işe ait. Her gün çeşitli kukla oyunlarının oynandığı, kursların verildiği, öğrencilerin yetiştirildiği bir tiyatro. Kalıcı sergileriyle, mini müzesiyle yaşayan bir kukla Karagöz tiyatrosu…

Deriden karagöz tasviri nasıl yapılır?

Aynı zamanda doğal deriden de bazı çalışmalar yapıyorsunuz. Bize deriden elde ettiğiniz bir çalışmanın sürecini anlatır mısınız?

Anlattığım onca şeyin içinde en özel kısım tam da burası. Deri Karagöz tasviri kesmek işi. Beni asıl olarak bu işe aşık eden de bu zaten. Ham deriyi işleyip bir tasvire dönüştürmek sonra perdeye taşımak inanılmaz bir süreç. Derinin kirini yağını kazımakla başlar iş. Sonra deri tavlanır (yumuşatılır). Ardından tasvir çizimi yapılır deriye. Sonra nevrekan tabir edilen bıçaklarla tasvir işlenir. Yani nevrekanlanır. Bir süre kalıpta kurutulduktan sonra bu sefer doğal-kök boyalarla renklendirme işi başlar. Bu işlem bazen uzun sürer. Çünkü kök boya hazır boyalar gibi bir kere sürünce renk vermeyebilir. Kat kat defalarca sürülmesi ve tekrar tekrar tasvirin kalıba yatırılması gerekebilir. Sonra iş tasvirin parçalarını birleştirmeye gelir. Ardından değnek takma yeri delinir ve pul dikilir. İşte tasvir perdeye çıkmaya hazır.

Öğreteceğim kişi bunu hak eden, iyi bir insan olmalı

Ayrıca bu alana insanlar da yetiştiren bir ustasınız. Yetiştirme sürecinde en çok nelere dikkat ediyorsunuz? Bu işin püf noktalarını çıraklarınıza anlatıyor musunuz? Ayrıca bu alanda insan yetiştirmek sizce neden önemli?

Öncelikle bu işi öğreteceğim kişinin bunu hak eden bir insan olmasına dikkat ediyorum. Yani öncelikle iyi bir insan olması gerekli çıraklık yapacak kişinin. Sonra bu işe aşık ve disiplinli… Çünkü yüzyıllar belki bin yıllardır birike gelen bilgileri alacak, bir kültür mirasını devralacak ve taşıyacak. Gerisi kolay zaten. Çünkü ben de iyi bir usta olmak için elimden geleni yapıyorum ve biriktirdiğim ne varsa paylaşıyorum. Çırak yetiştirmek önemli çünkü bu iş insan eliyle yaşayabilir ve aktarılabilir sadece. İkincisi bu sanatın öğretildiği başka bir alan da yok maalesef. Ne okul ne konservatuar. Üniversitelerimiz, konservatuarlarımız bu disiplinlere yabancı hala. Ve hatta bilinçli olarak uzak durduklarını da düşünüyorum yazık ki…

Önceki Yazı

Atıksız mutfak Türk mutfağının özüdür

Sonraki Yazı

Hazreti Hayâl, Ercan Yılmaz

Son Yazılar