Raşid Behbudov’un sesinden “Bahar Sensiz” isimli muhteşem mahnıyı her dinlediğimde -SSCB döneminde- piyanonun tuşlarından çıkan her bir nota beni Bakü semalarında dolaştırıyordu.
İsmail Hacıbeyli, Samed Vurgun, Resul Rıza, Ahmed Cavad, Bahtiyar Vahapzade, Memmed Aslan, Nigar Rafibeyli, Mikail Müşfik, Elmas Yıldırım, Sabir Rüstemhanlı, Anar ve her biri Azerbaycan tarihini tamamlayan kültür ve edebiyat insanlarına dair merakımı ilk başta -ve elbette- Ahmed Cavad’ın artık gayrı resmi marşa dönüşmüş “Çırpınırdın Karadeniz” şiiri/ezgisi tamamlıyordu.
Henüz SSCB dağılmamıştı. Ben bu büyük emperyal gücün son yıllarını gazeteci olarak yaşamıştım. Merhum Ahmet Kabaklı’nın kanatları altında bir avuç genç gazeteci ile ilk gezimizi yapmıştık Bakü’ye. Zor şartlarda ama büyük bir heyecanla bu rüya şehre indiğimizde ilk kucaklaştığımız isim Bahtiyar Vahapzade (1925-2009) olmuştu.
Bahtiyar Vahapzade, hiç şüphesiz, Azerbaycan’ın son yarım asrına şahitlik etmiş ‘cins’ bir insandı. Korkuları, şüpheleri, heyecanları, kederleri vefatına kadar diri kalmış bu büyük insan, Azerbaycan azadlığına giden yola taş döşeyen isimler arasında yer almıştı.
O ki; “Bir ananın iki oğlu / Bir gayenin iki kolu / O da ulu, bu da ulu/ Azerbaycan-Türkiye / Dinimiz bir, dilimiz bir/ Ayımız bir, yılımız bir/Aşkımız bir yolumuz bir/ Azerbaycan-Türkiye” şiirinde de geçen “bir millet, iki devlet” metaforunun mucidi idi.
O günün Bakü’sü -ülke bağımsız olmadığı için diğer şehirlerine gitmek hem yasak hem de zordu- büyük ve gösterişli caddeleri, büyük meydanı, dinmeyen küleği (rüzgarı), tiyatrosu ve diğer sanat faaliyetleri ile yine görkemli fakat fakir bir şehirdi. Her ne kadar Türkistan’ın en zengin petrol yataklarına sahip olsa da bu petrolün işletmesi doğrudan Rusya ve yabancı şirketlerin kontrolünde olduğu için petrol refahı halka yansımıyordu.
Köhne Şeher – İçeri Şeher
Aradan yıllar geçti…
2012’de Türk Ocağı’nın 100. kuruluş yıldönümü etkinliklerinin bir kısmı Bakü’de yapılacaktı. Ben de gazeteci olarak davet edilmiştim. Kalabalık bir ekiple ‘yeni’ Bakü’ye inmiştik ancak şehir bağımsızlığının üzerinden yirmi yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hala kendini bulabilmiş değildi.
Benim için bu etkinlik Azerbaycan Yazarlar Birliği’ne yaptığımız ziyaretle taçlanmıştı. Çünkü Azerbaycan’ın en büyük yazarı Anar bu kurumun başında idi ve onunla tanışma imkanına kavuşmuştum. Sonrasında SabirRüstemhanlı ve Memmed Aslan…
Modern Bakü’nün merkezinde camdan bir fanusta korunmuşçasına bizi kucaklayan “İçeri Şeher” (Eski Şehir), eski ile yeni arasındaki geçişi de olağanüstü biçimde sağlıyordu. Azerbaycanlı -Azeri değil; çünkü Azeriler, İran’da Farsça konuşan ve etnik Fars milletine dahil olmuş ateşe tapan bir topluluk olarak biliniyor- kardeşlerimiz şehrin eskiliğine vurgu için olsa gerek bu bölgeye “Köhne Şeher” veya “Köhne Bakı” da diyorlar.
Çin’den Ön Asya ve sonrasında Avrupa’ya uzanan Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Azerbaycan’ın tarihi noktalarında bu ihtişamın izlerini görebilmek hala mümkün. 2012 ve sonrasında Azerbaycan’a sık sık yaptığım ziyaretler sonrasında “İçeri Şeher” başta olmak üzere birazdan söz edeceğim “Kız Kulesi” veya “Ateşgah” da mutlaka gezilip görülmesi gereken yerler arasında bulunuyor.
“İçeri Şeher”in tarihi çok eski. Yontma Taş Devri ile tarihlenmekte. Safevilen, Sasaniler, Persler, Şirvanlar, Oğuz Türkyeri, Araplar, Osmanlılar, Ruslar ve çok sayıda millete ev sahipliği yapmış şehirde bu medeniyetlerden kalma izlere rastlamak mümkün. Dar sokakları, taş ve dik yolları ile tam bir açık hava müzesi görünümünde olan eski yerleşim yeri, bugünün devlet yönetimi tarafından gözde bir turizm mekanına dönüştürülmüş durumda.
“Giz Galası”nda soluklanmak
“İçeri Şeher”, dünyanın ilk ve tek Minyatür Kitap Müzesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Zarife Salahova tarafından kurulan ve 6 bine yakın kitabın yer aldığı bu büyük minyatür kitap koleksiyonu Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş. 71 ülkede basılmış ve ancak 7 buçuk santimetreden küçük kitapların yer aldığı müze ilgiyi hak eden mekanlardan biri olarak sanatseverleri bekliyor.
12. yüzyıldan günümüze taşıdığı mimari dokusu ile önce UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne (2000), ardından korunamadığı gerekçesiyle de Tehlike Altında Olan Dünya Mirasları Listesi’ne (2003) alınan “İçeri Şeher”i tamamlayan en önemli yapılardan biri “Giz Galası” (Kız Kulesi)’dir. Tarihi 12. yüzyıla uzanan ve Masudibn Davud tarafından yontma taş tekniğiyle inşa edilmiş kale 30 metre yüksekliği ile engebeli bir kent olmasına rağmen şehrin birçok noktasından görülmekte.Deniz feneri ve rasathane olarak da kullanılan kule ya da kaleyle ilgili bir detayı daha ifade etmeliyim; o da bu binanın eski bir Zerdüşt tapınağı olduğudur.
Sekiz katlı, yontma taş tekniğiyle yapılmış ve bugün Azerbaycan parası olan Manat başta olmak üzere pek çok değerli evrakın üzerinde resmi bulunan kule ile ilgili üç rivayeti hatırlatmak isterim:
Kulede, erkek kardeşi tarafından hapsedilen genç bir kız yaşıyormuş. Kız o kadar mutsuzmuş ki günün birinde kendini Hazar Denizi’nin derin sularına bırakmış.
Bir diğer rivayet/efsaneye göre ise, şehri muhasara eden düşmanlar bir türlü kuleyi ele geçirmeyi başaramıyormuş. O yüzden halk arasında bu yapıya bekaret sembolü olan “Kız Kulesi” adı verilmiş.
Son olarak ise bu yapıya “Göz Kalesi” dendiği, zamanla bu ismin “Kız Kulesi”neevrildiğidir.
Kalenin çevresi dün olduğu gibi bugün de en yoğun turist alan bölgelerden biri. Bir hamam kalıntısı, Hoşa Kale Kapısı, Meşhed Camii Minaresi ve Sink Kale Camii mutlaka görülmesi gereken kale mütemmimleri arasında yer alıyor.
Yukarıda da belirtmiştim. Azerbaycan, uzun süre Şirvanşahlar’ın yönetiminde kaldı. 15. yüzyılda İbrahim Halilullah döneminde inşa ettirilen Şirvanşahlar Sarayı, bugünde Bakü’ye mührünü vurmuş bir anıt eserdir.
Günümüzde geç dönem Alman ve Rus mimarisinin donattığı Bakü’ye tarihi bir kimlik kazandıran iki katlı bu saray, taş mimarisi ile göz kamaştırıcı bir bina.
Şehrin tamamındaki tarihi binaları saymaya kalksak bu yazının boyutlarını aşmış oluruz ancak eski Lenin Meydanı olarak bilinen Azadlık Meydanı’ndaki Hükümet Binası, geniş parkları, ağaçlı yolları, sanat mekanları, 200 metreyi geçkin derinlikteki olağanüstü sahili,Mugam Merkezi, Milli Parkı, Halı Müzesi, teleferiği, dünyanın en büyük bayrak direğinin (162 metre yüksekliğinde, 220 ton ağırlığındaki direkte dalgalanan bayrağın eni 35, uzunluğu 79 metre, ağırlığı ise 350 kilo) yer aldığı Bayrak Meydanı, Fevvareler (fıskiyeler) Meydanı, 310 metre yüksekliğindeki televizyon kulesi (içinde 175 metre yüksekliğinde döner lokanta da bulunuyor) ile Bakü büyük bir medeniyetin mirası olarak bizleri karşıladı, karşılamaya da devam ediyor.
Şehitlere büyük saygı
Azerbaycan’ın tarihi çileli bir tarihtir. 1918’den 1940 ve oradan 1900’lı yıllara kadar olan evrede bu topraklarda büyük acılar yaşanmıştır. Özellikle Rus ve Ermeni saldırıları ve katliamları nedeniyle on binlerce canını toprağa veren Azerbaycan’ın başkentinde, Hazar Denizi’ne nazır oluşturulan “Şehitler Hıyabanı” (Şehitlik), bu acıları sonsuza kadar unutmamak üzere inşa edilmiştir. Bu sonsuzluk, hıyabanda yanan ve hiç sönmeyecek bir ateşle sembolleştirilmiştir.
Rus mezalimi ve Karabağ savaşında canlarını veren şehitler anısına oluşturulan şehitlik, her 20 Ocak (20 Yanvar) günü acıların tazelendiği bir mekandır. Her birinin uzunluğu 400 metre olan yaklaşık dört sıradan oluşan mezarların bulunduğu şehitlikte, Birinci Dünya Savaşı sırasında Azerbaycan’a yardım götürürken şehit düşen askerlerimizin hatırasına da bir anıt dikilmiş ve burada da her iki ülkenin bayrağı dalgalanmaktadır.
Bir başka anıt mezarlık ise 1948’de yapılan Fahri Hıyabanı (Devlet Mezarlığı) adıyla Parlamento Caddesi üzerindeki büyük alandır. Başta Haydar Aliyev ve eşi olmak üzere bugüne kadar Azerbaycan halkı için değer üretmiş farklı mesleklerden, spor, sanat ve edebiyat alanlarından isimlerle devlet adamlarının kabirlerinin yer aldığı mezarlık adeta bir sanat galerisini andırıyor. Heykel ve resimlerle süslü mezarlık hemen her gün ya resmi veya turistik ziyaretlerle dolup taşıyor.
Nar öyle nar demektir
Azerbaycan deyince aklımıza bir de nar gelmeli; bildiğimiz nar…
Kadim bir geçmişi olan narın izlerine arkeolojik kazılarda çokça rastlanmaktır. Dünya bilim tarihi narın vatanının Azerbaycan olduğu konusunda ittifak etmiştir. Dünyaya narın bu topraklardan yayıldığı bilinmektedir. Klasik ve modern Azerbaycan edebiyatında narın izlerini görmek mümkündür. Masallar, mahnılar, atasözleri, deyim ve gelenekli oyunlarda nar en başta gelen figürlerdendir. Manilerde (Nar mucize, nar ışık/ El vurup göz göresi/ Hazırca yer küresi/ Toprak, güneş karışık/ Nar öyle nar demektir/ Nar öyle bar demektir/ Nar öyle nar demektir/ Sözdü, közdü, gözdü nar) nar çokça yer almaktadır. Hatta bir erkek sevdiği kıza niyetini belli etmek için en güzel narı hediye olarak verir veya gönderir. Yeni evli çiftlerin ayaklarının altına bolluk ve bereketli evlilikleri olsun diyerek nar taneleri atılır.
Resimlerde, turistik ve kültürel mekanlarda nar motifi çokça yer alır. Nar festivalleri düzenlenir. Nevruz’un gözde meyvesi nardır. Günümüzde bir Azerbaycan iletişim şebekesinin adı bile ‘nar.az’dır. 25 bin dönüm arazide nar yetiştirilen ülke her yıl 200 bin tona yakın narı dünyaya satmaktadır.Gökçay rayonu narın başkentidir. Şirin, Gülöyşe, Şikhbaba, Veles en bilindik nar çeşididir. Nar ismi hem kişihem mekanlarda çok yaygındır.
Ülkemiz başta olmak üzere Hindistan’tan İspanya’ya kadar yaygın olan nar meyvesi, İspanya’da bir şehre (Granada) de adını vermiştir.
Ateşgah’ta hiç sönmeyen ateş
Azerbaycan eski ve yeninin kucaklaştığı modern bir şehir demiştim ancak bu kent sürprizlere de çok açık. Bu sürprizlerden biri de Bakü’ye 30 kilometre uzaklıktaki Abşeron yarımadasının Surahanı köyünde bulunan Zerdüşt tapınağı “Ateşgah”tır. “Ateşgah”ın sözlük anlamı “ateş mabedi”dir. Bir külliyeyi andıran bu mabette sürekli yanan bir ateş vardır. Aslında bu ateş bölgenin özelliği ile doğrudan ilgili. Çünkü Abşeron bölgesi en fazla doğalgazın çıktığı bir alan ve dolayısıyla sürekli bir ateşin yanıyor olması bir sürpriz değil. Fakat dönemin algısı bu ateşi kutsal gördüğü için bölgeye bir ateş mabedi inşa edilmiş.
İlk yapının tarihi 1713 yılı. Burası bir ahır olarak inşa edilmiş, 1810’da ise bir tüccar olan Kançanagaran tarafından bugünkü secdegah yaptırılmış.
Eski hanlara benzeyen Ateşgah, Azerbaycan’ın birçok bölgesinde yer alan ateş tapınaklarına benzer bir formda olmakla birlikte Hint mabetlerine benzer özellikler de taşımakta. Mabedin ortasında sürekli yanan yani hiç sönmeyen bir ateş var.Bu ateşin etrafında küçük odalar bulunuyor. Her odada bu ateşi gören küçük birer pencere inşa edilmiş. Bunun nedeni ise hac için tapınağa gelen Zerdüşt hacıların bu pencerelerden bakarak ateşi görmelerini sağlamakmış.
Ateşgah’ın en yoğun olduğu tarihin 21 Mart Nevruz günü olduğunu hatırlatmakta yarar var. O gün ziyaretçi akınına uğrayan Ateşgah’ta Zerdüşt dinine inananlar, geçmiş dönemde çilehane olarak kullanılan ancak günümüzde müzeye çevrilen odaları ziyaret ediyorlar. Her odanın giriş kapısının üzerinde Sanskritçe kitabeler bulunuyor. Kitabelerin Azerbaycan Türkçesine çevrilmemiş olması ve sadece bir kitabenin altına Farsça tercüme yazılmış olması dikkat çekici.
Ateşgah’ın7. yüzyıla kadar Mecusilerin tapınağı olarak kullanıldığını, Azerbaycanlı kardeşlerimizin atalarının 7. yüzyılda İslamiyet’i kabulüyle bu mekanın önemini kaybettiğini ve Zerdüştlerin Hindistan’a göç ettiğini sadece 19. yüzyıla kadar bir kahinin burada hizmet verdiğini de ilave edelim.
Yine bir anekdotu paylaşmak isterim: Azerbaycan’ın bir diğer adı “Odlar Yurdu” yani “Ateş Ülkesi”dir.
Sumgayıt’tan Lenkeran’a…
Azerbaycan denince akla elbette ilk önce Bakü geliyor. Bakü’nün Batıya bakan yüzü kadar tarihten devraldığı mimari ve kültürel mirası bu özelliğin öne çıkmasına sebep oluyor. Fakat benim Azerbaycan’ım her ne kadar Bakü ise de Sumgayıt (Sumqayıt) ve Lenkeran şehirlerinin yeri çok farklıdır. Sumgayıt bir kültür şehridir. Tertemiz, sessiz, sakin ve ihtişamlı. Lenkeran ise en güneyde, İran sınırında, harika tabiatı ve eşsiz misafirperverliği ile ziyaretçilerini beklemekte…
Yaklaşık 340 bin nüfusu olan kültür ve sanat şehri Sumgayıt, sadece Poezia Evi ile bile Azerbaycan kültür ve sanat hayatını ayakta tutmayı başarıyor. Bakü’den sonra ülkenin en büyük ikinci şehri üstelik. Hazar Denizi’nin kıyısında Corat ve Hacı Zeynalabidinköyleri ile tamamlanan 96 kilometrekarelik bir alanda 1949 yılında Ruslar’ın petrol manevraları için kurulan şehir, başkente sadece 30 kilometre uzaklıkta.
Küçük, sakin ve temiz bir şehir demiştim. Bunu doğrulayan bir de veri mevcut: Sumgayıt, 2007’de çevre kirliliği açısından dünyanın en temiz şehri seçilmiş, yani birinci olmuştur.
Karabağ bölgesine gitmek henüz kısmet olmadı. Şeki’yi, Hankendi’ni, Fuzuli’yi elbette görmemiz gerekiyor. Fakat bir güzel şehirden de söz etmeliyim: Lenkeran…
Önceleri daha çok Talışlar’ın yaşadığı, 1993 yılında ayrılıkçı Talış-Mugan Özerk Cumhuriyeti’ne de başkentlik yapmış olan Lenkeran daha taşralı ancak olağanüstü tabiatıyla ziyaretçilerini mest ediyor.
Lenkeran’ınadı İran dil ailesinden Talışça’da “Lan” veya “Lenger” (kamış), “Kon” veya “Keon” (evler) kelimesinin birleşiminden (Kamış Evler) oluşuyor. Nüfusu 50 bin civarında olan Lenkeran’ın üçte birini hala Talışlar oluşturuyor.