Plastik Reformasyon: Atık Malzemeden Sanata ve Farkındalığa Uzanan Dönüşüm

KÜLTÜR SANAT

Sergisinde boya kullanmadan, yalnızca plastik poşetlerle etkileyici portrelere imza atan sanatçı, kişisel ve çevresel dönüşüm hikayesini “Plastik Reformasyon” kavramıyla anlatıyor. Atıkların estetik bir dile dönüşmesini ve sürdürülebilir yaşam için köklü değişimin gerekliliğini vurgulayan sanatçı Ruken Adıbelli ile  üretim sürecini ve iş birliğini konuştuk.

Serginin adıyla başlayalım: “Plastik Reformasyon” ifadesi sizin için neyi temsil ediyor? Bu kavramı seçmenizin ardındaki düşünce nedir?

Bu seriye başlamadan önce hayatımda birçok yenilik olmuştu. Önce anne olacağımı öğrendim, hemen ardından kariyerimden vazgeçip çocuğumla ilgilenmeyi tercih ettim. Sonrasında Fungistanbul projesi kapsamında atıklardan kostüm ve grafikler hazırlamaya başladım. Bunların hepsi benim için dikkat çekici, köklü dönüşümlerdi.

Benzer şekilde doğada da bir dönüşüme ihtiyaç var. Herkesi rahatsız eden, fakat bir türlü kaynağının biz olduğunu kabul etmek istemediğimiz bir sorun var: plastik atıklar ve insan eliyle bozulan ekosistemler. Tüm bu kişisel ve çevresel farkındalıkları bir araya getirince, içimde her şeye yeniden başlama arzusu doğdu. Bu yüzden sergime “Plastik Reformasyon” adını verdim.

Reformasyon, yenilenme anlamına geliyor ve bu gerçekten de hepimiz için şart. Hem bireysel olarak hem de toplumsal düzeyde, sürdürülebilir bir yaşam için köklü bir değişime ihtiyacımız var.

Bu sizin ilk kişisel serginiz. Sanatçı olarak böyle bir başlangıçta plastik atıklarla çalışmak sizin için ne ifade ediyor?

Doğruyu söylemek gerekirse, bu süreç benim için tamamen yeni bir deneyim ve bu da “reformasyon”un yani dönüşümün bir parçası. Sanat eğitimi aldığım yıllardan bugüne kadar birçok farklı malzeme ve teknik denedim. Ancak bunların hepsi geleneksel malzemelerleydi. Ne var ki, hiçbiri beni gerçekten içine çekmedi.

Plastik poşetlerle çalışmaya başladığımda, resimde uzun süredir arayıp da elde edemediğim lekesel geçişleri ve canlı renk etkilerini yakalayabildiğimi fark ettim. Bu beni çok heyecanlandırdı. Bu malzemeyle hem renk hem de doku anlamında bambaşka bir ifade dili yakaladım.

Ayrıca sezgisel yaklaşımımı, detaylara olan hassasiyetimi ve dönüştürücü bakış açımı çevresel meselelere yönelttiğimde, ortaya çıkan işler sadece birer sanat eseri olmaktan çıktı; aynı zamanda bir farkındalık alanına dönüştü. Bu yüzden bu sergi, benim için yalnızca sanatsal bir başlangıç değil, aynı zamanda kişisel ve toplumsal bir sorgulamanın da ilk adımı oldu.

Sergideki tüm işlerde boya kullanılmamış ve yalnızca ileri dönüştürülmüş plastik poşetler tercih edilmiş. Bu seçim bir zorunluluktan mı doğdu, yoksa bilinçli bir tavır mıydı?

Bu tamamen bilinçli bir tercihti. Fungistanbul grubuna kostüm tasarladığım dönemde plastik poşetlerle yoğun olarak çalıştım. Şeffaf yapıları, kolay erişilebilir olmaları ve doğada en sık karşılaştığımız atıklardan biri olmaları, bu malzemeye yönelmemde etkili oldu.

Zamanla bu malzemeyle kendi kolaj tekniğimi geliştirdim. Uyguladığım yöntemle bazen yağlı boya etkisi, bazen grafik bir ifade, bazen de dokulu yüzeyler elde edebiliyorum. Başlangıçta deneysel olan bu süreç, zamanla daha profesyonel ve kişisel bir üsluba dönüştü.

Plastik poşetleri kullanmak hem sanatsal hem de çevresel bir duruşu temsil ediyor. Boya, kalem ya da fırça gibi geleneksel araçlara başvurmadan; sadece atık bir malzeme ile güçlü görsel etkiler yaratmak, benim için aynı zamanda bir farkındalık üretme biçimi. Bu yönüyle eserlerim, yalnızca estetik değil, aynı zamanda etik bir zemine de oturuyor diyebilirim.

Plastik, çoğu zaman değersiz, kirli ya da çevreye zarar veren bir madde olarak görülüyor. Siz ise bu malzemeyi estetik bir araca dönüştürüyorsunuz. Bu dönüşüm süreci sizin için nasıl işliyor?

Plastik poşetler çoğu kişi için sadece çöp olabilir ama ben onlara başka bir gözle bakıyorum. Doğada sıkça karşımıza çıkan, kolayca erişilebilen bu malzemenin aslında çok güçlü bir görsel dili var. Renkleri, dokuları ve ışıkla kurduğu ilişki sayesinde, resimlerimde boya kullanmadan etkileyici sonuçlar elde edebiliyorum.

Bu dönüşüm süreci, benim için hem sanatsal hem de düşünsel bir yolculuk. Bir zamanlar atılmış bir şeyi alıp değerli hale getirmek; hem malzemeye hem de çevremize farklı bir bakışla yaklaşmak demek. Sanatımda bunu göstermek istiyorum.

Üretim sürecinizde en çok neyle mücadele ettiniz? Teknik mi zorlayıcıydı, yoksa malzemeye karşı önyargılarla mı karşılaştınız?

Üretim sürecinde en çok zorlandığım konu, renk armonilerini oluşturmak oldu. Plastik poşetlerin sınırlı bir renk paleti var ve bu da tonlar arasında uyum yakalamayı güçleştiriyor. Renklerin birbirleriyle olan etkileşimini kurmak zaman ve dikkat istiyor.

Yakından bakınca detayları oturtmak zorlaşıyor ama uzaktan baktığımda kompozisyonun daha net ortaya çıktığını gördüm. Bu, süreç içinde öğrendiğim önemli bir deneyimdi. Teknik olarak çalışma yöntemim deneysel başladı, zamanla gelişti. Her yeni işte farklı dokular ve denemelerle ilerledim.

Malzemenin doğası da zorluklar yaratıyor. Poşetler çok hafif ve uçuşmaya müsait olduğu için açık havada çalışmak mümkün olmuyor. Bir atölyem olmadığı için tüm süreci evde yürütüyorum; bu da alan ve düzen açısından bazı zorluklar getiriyor.

Ayrıca izleyicilerden sık sık “bu gerçekten boya mı değil mi?” sorusunu duyuyorum. Çünkü işlerim boya kadar gerçekçi görünebiliyor. Bu yüzden sergide yapım sürecini gösteren kısa bir video da paylaştım, böylece kullanılan tek malzemenin plastik poşet olduğunu daha iyi anlatabildik.

Parex ile iş birliği içinde bu sergiyi gerçekleştirmiş olmak üretim sürecinizi ya da serginin yönünü nasıl etkiledi?

Projeyi tamamladıktan sonra Parex ile paylaştım. Sürdürülebilirlik alanında yeni girişimlere açık olduklarını ve sanat yoluyla bu konuda sorumluluk üstlenmeye hazır olduklarını görünce birlikte yola çıkmaya karar verdik.

Ben, öncelikli değişimin firmalarda başlaması gerektiğine inanıyorum. Çevreye uyumlu, hatta doğaya hiç zarar vermeyen ürünler geliştirerek ve toplumsal farkındalık alanlarında aktif rol alarak bu dönüşümün bir parçası olabilirler. Sanata destek vermeleri de bu sürecin önemli bir tamamlayıcısı.

Bu iş birliği sayesinde serginin daha geniş kitlelere ulaşması ve çevre bilinci oluşturması mümkün oldu. Ne kadar az üretip, az tüketirsek ve atıkları dönüşümü için doğru yere atarsak, hepimiz bir nebze katkı sağlamış oluruz. Bu sergi de tam olarak bu mesajı taşıyor.

FMCG’de faaliyet gösteren bir markanın “atık” malzemelerle sanat üretimini desteklemesini nasıl yorumlarsınız?

İlk bakışta 'atık' malzemeler, gündelik hayatta geri planda kalan unsurlar gibi görünebilir. Ancak bu malzemeler, doğru bir bakış açısıyla ele alındığında hem çevresel farkındalık yaratabilir hem de yaratıcı sürecin önemli bir parçası haline gelebilir diye düşünüyorum. Sanat, çoğu zaman alışılmışın dışında kalan unsurları estetik bir dil haline getirir ve atıkların yeniden kullanımı da bu dönüşümün güçlü bir örneği.

Benim çalışmalarımda kullandığım atık poşetler, tüketim kültürünün izlerini taşıyor. Parex gibi güçlü bir markanın bu tür bir sanat üretimine destek vermesi, sadece sanat destekli bir iş birliği değil; aynı zamanda kendini sorgulayan ve dönüşüme/dönüştürmeye açık, doğaya karşı sorumluluğunun farkında olan ve sürdürülebilir bir yapının göstergesi olarak da değerlendirilebilir. 

Markanın doğal kaynakları korumaya yönelik çözümler üretmesi ve doğada daha az iz bırakmayı hedeflemesi beni özellikle etkiledi diyebilirim. Parex sadece temizlik ürünleri ile değil aynı zamanda mutfak ürünleri ile de doğaya karşı olan sorumluluğunu yerine getiriyor. Çöp torbalarıyla çevre temizliği için kullanım alışkanlığı yaratırken; pişirme ürünleri ile su ve enerji tasarrufu, saklama ürünleri ile gıda israfını önleme, özel temizlik setleri ile su israfının önüne geçmek gibi güzel çözümler sunuyor. Dolayısıyla bu vizyon, atıkla çalışan bir sanatçı olarak benim için tezatlıktan çok anlamlı bir diyalog imkanı sunuyor.

Bence sanat ve çevre duyarlılığı bir araya geldiğinde hem izleyicide hem de kurumlarda güçlü bir farkındalık yaratabilir. Firmaların bu tür sanatsal projelere destek vermesi, yalnızca sanat üretimini değil, kendi etik duruşlarını da yeniden değerlendirmelerine vesile olabilir. Bu yüzden bu iş birliğini, yüzeydeki çelişkinin ötesinde, derinlikli ve dönüştürücü bir buluşma olarak görüyorum.

Ziyaretçilerin sergiye verdikleri ilk tepkiler neler oldu? Özellikle malzeme üzerinden gelen tepkiler ilginç miydi?

Sergiyi ilk kez gören insanların tepkileri gerçekten çok etkileyiciydi. Özellikle poşetlerin boya kullanılmadan bu kadar gerçekçi ve derinlikli portrelere dönüşmüş olmasına şaşırdılar. Birçok kişi çalışmaların yağlı boya olduğunu düşündü; hatta bazıları bir yerlerde mutlaka boya ya da kalem kullandığıma emindi. Ancak sergi sırasında ya da sosyal medyada paylaştığım videoları izlediklerinde, kullandığım malzemenin tamamen poşet olduğunu görüp daha da şaşırdılar.

Yakından bakıldığında resimlerin katmanları, ışık-gölge geçişleri ve dokusu daha net anlaşılıyor. Bu da izleyicilerin sadece uzaktan değil, eserlere yaklaşarak ve zaman ayırarak bakmalarını sağladı. Onlardan sıkça “resmin içine girdim” gibi yorumlar duymak benim için çok kıymetliydi.

Ayrıca insanların en çok merak ettiği şeylerden biri de bu kadar çok renkli poşeti nasıl bir araya getirdiğim oldu. Renk paletimin bu kadar geniş olmasına ve bu kadar ince detaylarla çalışabilmeme hayran kaldıklarını söylediler. Detayları öğrendiklerinde, yani her bir parçanın tek tek seçilip, boyutlandırılıp, hiçbir boya kullanmadan yerleştirildiğini fark ettiklerinde bu hayranlık daha da derinleşti.

Bu tepkiler, benim için sadece bir beğeni göstergesi değil, aynı zamanda insanların atık materyallere ve çevre meselelerine bakışını da dönüştüren bir farkındalık anıydı. Sanatın tam da bunu yapabilmesini çok değerli buluyorum.

Bu serginin izleyicide nasıl bir farkındalık yaratmasını arzuluyorsunuz? Sizi anlamak için nereden bakmalarını istersiniz?

Bu sergiyle izleyiciden ilk olarak şunu bekliyorum: malzemeye ve çevremizdeki hayata başka bir gözle bakmaları… Her gün karşılaştığımız ama sorumluluğunu çoğu zaman üstlenmediğimiz atıkların aslında bize ait olduğunu fark etmelerini istiyorum. Plastik poşetler, doğada çirkin bir görüntü yaratıyor ama sanatla dönüştüğünde anlamlı bir ifadeye dönüşebiliyor. Bu dönüşüm üzerinden insanın da kendi bakış açısını dönüştürebileceğine inanıyorum.

“Plastik Reformasyon” adını verdiğim bu seri, hem doğayla hem de kendimizle yüzleşme daveti. Yalnızca eserleri değil, kullanılan malzemeyi, üretim sürecini ve ardındaki niyeti fark ederek bakmalarını arzuluyorum. Çünkü bu sergi, en temelde bir yenilenme çağrısı.

Gelecekteki projelerinizde de plastik ya da başka atık malzemelerle çalışmaya devam etmeyi düşünüyor musunuz? Yoksa bu bir dönemsel ifade biçimi miydi?

Bu malzeme benim için hâlâ oldukça yeni ve hâlâ oldukça çekici diyebilirim. Deneysel bir merakla başladığım bu yolculukta, poşetlerin sınırlı renkleriyle çalışmak bir yandan kısıtlayıcı gibi görünse de bana aslında büyük bir özgürlük alanı sundu. Her çalışmada parçaları bir araya getirirken sanki bir bulmacayı çözer gibi ilerliyorum ve sanırım bu sürecin kendisi de en az sonuç kadar ilham verici oluyor benim için.

Şimdilik bu malzeme ile birkaç seri daha üretmek istiyorum gibi görünüyor. Ama zamanla hem konu hem biçim açısından yeni arayışlara da yönelebilirim. Çünkü sanat benim için hep değişen, dönüşen bir şey. Malzeme beni nereye götürür, bende neleri açığa çıkarır, bunu biraz da yaşayıp göreceğim. O yüzden bu sürecin açık uçlu kalmasını seviyorum sanırım.

Son olarak, özellikle genç sanatçılar ve üreticiler için, 'atık' ya da 'kırılgan' görülen malzemelerle üretim yapmaya dair ne söylersiniz?

Bazen değersiz gibi görünen bir malzeme, insana bambaşka yollar açabiliyor... O yüzden gençlerin farklı malzemelerle denemeler yapmasının, kendilerini tanımaları açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Belki de en beklenmedik yerden en kişisel ifade biçimleri çıkabiliyor. Beğenilmekten çok, kendini ifade edebilmek öncelikli olsa… üretim süreci de daha içten, daha özgür bir hâl alabilir gibi geliyor bana.

Yorum Yaz