TRT tarafından bu yıl 4’üncüsü düzenlenen senaryo geliştirme ve ortak yapım platformu “12 Punto”, bu yıl da yurt içi ve yurt dışı pek film projesine kapılarını açtı. Proje kapsamında bir araya geldiğimiz sinemacılar, kendi kültürümüzü beyaz perdeye aktaramadığımızı kaydederek kimi senaristlerin ithal senaryolara başvurduğunu ve coğrafyamızın geçmişini, kültürünü, öykülerini yeteri kadar filmlerimizde işleyemediğimizi söyledi.
Sinema sektörüne yeni bir soluk kazandırmak amacıyla TRT tarafından bu yıl 4’üncüsü düzenlenen senaryo geliştirme ve ortak yapım platformu “12 Punto” çok sayıda yönetmen, senarist ve sinemaseveri bir araya getirdi. Dünya sinemasının önde gelen isimlerini finalistlerle buluşturan programda panel, masterclass, söyleşi ve sunumlar, Beşiktaş’ta bulunan Feriye Sineması’nda meraklılarıyla buluştu. Biz de 12 Punto TRT Senaryo Günleri’nin jüri koltuğunda oturan Prof. Dr. Şükrü Sim, TRT Sinema Müdürü Faruk Güven, 12 Punto TRT Senaryo Günleri’ne “Güve Çiçeği” isimli projesinin yapımcısı olarak katılan yönetmen Bekir Bülbül ve programı yakından takip eden sinema yazarı Suat Köçer ile bir araya gelerek bu tür organizasyonların sinemaya olan katkısını, bağımsız sinema üreticilerinin fon bulma konusundaki sorunlarını, Türk sinemasının kanayan yarası haline gelen özgün senaryo sorununu ele aldık. Bir araya geldiğimiz isimler, coğrafyamızın geçmişini, kültürünü, öykülerini beyaz perdeye yansıtamadığımızı kaydederek gençlerin bu alanda kendilerini geliştirmesi gerektiğini söyledi. Sinemanın önde gelen isimleri, gençlerin bol bol kitap okumalarını tavsiye ederek orijinal, yaratıcı ve güçlü senaryolara imza atmalarının mümkün olacağını belirtti.
Dünyaca ünlü isimler katıldı
Faruk Güven (TRT Sinema Müdürü)
TRT Sinema Müdürü Faruk Güven, 12 Punto TRT Senaryo Günleri’nin her yıl yeniliklerle devam ettiğini kaydederek “Bu sene uluslararası alanda önemli isimlerin katıldığı, söyleşilerin yapıldığı, projelerin desteklendiği, fon sağlandığı, danışmanlıkların yapıldığı meeting toplantıları düzenledik. Bunlarla ilgili olarak dünyada bu alanla ilgili isimleri çağırdık. Böyle bir revizemiz oldu. Bunun yanında uluslararası jüri üyelerimiz oldu. Elia Suleiman, Philippe Bober, Susan Newman Baudais, Jovan Marjanovic ve Paolo Bertolin gibi isimler İstanbul’a geldiler. Bunun dışında Avrupa Film Akademisi Başkanı Mike Downey de davetlilerimiz arasındaydı. Onlarla da panel ve masterclasslar yaptık. Jüri üyelerimizden biri de Cannes büyük ödülü Altın Palmiye’yi kazanan Hüzün Üçgeni filminin yapımcısı Philippe Bober idi. Dolayısıyla dolu dolu bir hafta geçirdik” ifadelerini kullandı. Güven, 12 Punto’yu pandemi dolayısıyla geçtiğimiz yıllarda hibrit bir modelle yaptıklarını belirterek “Bu sene masterclass ve panellerimiz için sosyal medyada duyuru yaptık. Orada da salonlarımız gerçekten doldu. Çok kısa sürede kapasiteyi aşan boyutlara ulaştık. Paneller ve masterclasslarımızı öğrencilerin, sektör temsilcilerinin ve sinemaseverlerin katıldığı bir etkinliğe dönüştürdük. Gerçekten de salonlarımız doldu. Gelen misafirlerimiz de kalabalıktan memnun olduklarını dile getirdiler” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk yapımcılarının bu tarz uluslararası projelerle eşleşiyor olması, bu projelere dahil olması ve bu sayının giderek artması çok önemli. Türk sineması adına büyüyen bir uluslararası network ağı elde etmiş oluruz. O anlamda çok daha sayıda proje almış olduk. Bu proje sahipleri gerçekten de iyi isimler getirebildiler Türkiye’ye. Ödül alan projelerden bir tanesinin yapımcısı Carlos Reygadas. Bir diğeri Avrupa Film Akademisi Başkanı Mike Downey. Bu kadar önemli isimlerle film yapımcılarının bir projede buluşuyor olması çok önemli.”
Bu tür organizasyonlar sinemanın can suyu gibi
Bekir Bülbül (Yönetmen)
12 Punto TRT Senaryo Günleri’nde “Güve Çiçeği” isimli projeyle katılan yönetmen Bekir Bülbül, “12 Punto programında yarışan filmler ciddi bir ön elemeden geçiyor. Bu yarışan filmlerin arasında bizim de projemiz vardı. Diğer film projelere baktığımız zaman son derece güçlü rakiplerimiz olduğunu düşünüyorum. Bu tür organizasyonlar sinemanın can suyu gibidir. Çünkü 12 Punto sadece bir yarışma ve ödül çerçevesinde gerçekleşmiyor. Birçok network bağlantıları, yurt dışından ortak yapımlar, senaryo doktorları, festival direktörleriyle görüşmeler gibi bir senaristin ve yönetmenin kendi imkânlarıyla ulaşmasının müşkül olduğu birçok olanağı sizlere sunuyor. Bundan dolayı çok etkili bir platform” dedi.
Senaryo bir filmin ruhudur
Senaryo bir filmin ruhudur. İnsandan ruhu çıkardığımız zaman nasıl ki adi bir et parçasına dönüşür, sinemada da bu böyledir. Teknik anlamda ne kadar kusursuz olursa olsun, iyi bir senaryo yoksa iyi bir film de yoktur. Tabi burada çok önemli bir husus daha var, senaryo dediğimiz metnin de kendi içinde bir ruhu vardır. Hikâyenin neler anlattığı, nerelerden beslendiği, nasıl etkilendiği vs gibi… Ondan dolayı Türk sinemasının en büyük sorununun senaryo değil senaryonun içindeki ruh olduğunu düşünüyorum. Çünkü gözlemlediğim kadarıyla çok fazla ithal besleniyoruz. Genç sinemacılara naçizane tavsiyem bol bol okumaları. Çünkü hem hayal dünyalarının gelişimine hem de olayları farklı perspektiflerden değerlendirmelerine olanak sağlayacak yegane şey kitaplardır. Okumak, sinema çizgisinde yürüyen gençlere daha fazla güç sağlayacaktır.
Film üretiminde çeşitlilik yok
Suat Köçer (Sinema yazarı)
Sinema yazarı Suat Köçer ise 12 Punto Senaryo Günleri ile TRT’nin çok önemli bir misyon üstlendiğini kaydederek “12 Punto’nun filmin üretim aşamasını içeren organizasyon olması ayrı bir önem taşıyor. Çünkü filmler; festivaller, TV’ler, dijital platformlar üzerinden gösterilme şansı buluyor. Bu noktada gösterim alanları alternatif açıdan çeşitlilik arz ediyor ama üretim anlamında aynı çeşitlilikten söz edemiyoruz ne yazık ki. Filmlerin yapılabilmesi için gerekli finansın sağlandığı ortamlar son derece az. Bu bağlamda 12 Punto’nun Türk sinemasına önemli katkıları olduğunu düşünüyorum” dedi.
Güzel paydaşlıklar kurabiliriz
Bağımsız film üreticilerinin fon noktasında ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunun altını çizen Köçer, “Bu yalnızca bizim ülkemize has bir sorun değil, dünyada da böyle bir sorun var ancak dünyanın pek çok önemli ülkesinde endüstrileşme süreci daha profesyonel bir şekilde gerçekleşti. Bundan ötürü bizden daha iyi durumdalar. Bizim sinemamız henüz sektörleşmeden endüstriye geçemediği için biz de bu tarz kalıcı problemler daha fazla oluyor. Bir de şöyle bir durum var: Ana akım filmler, bağımsız filmlerden biraz daha şanslı durumda. Çünkü onlar gelirlerin önemli bir kısmını gişeden sağlayabiliyor fakat bağımsız filmler gişede daha az seyirciye ulaştıklarından ötürü kayda değer bir kazanç elde edemiyorlar. Dolayısıyla birtakım desteklere ihtiyaç duyuyorlar. Burada Kültür Bakanlığı’nın önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Öte yandan TRT’nin 12 Punto projesi de çok kıymetli. Bunun yanında Türkiye’deki önemli markaların ve iş dünyasının farklı alanlarından insanların, kurumların sinemaya ve film üretimine destek noktasında bir paydaşlık oluşturmaları gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’den pek çok sinemacı yurt dışında fon bulma noktasında önemli tecrübeler kazandılar. Bu anlamda ortak yapımlar üzerinden Türk sinemasının uluslararası arenada ülke sinemalarıyla güzel paydaşlıklar kuracağını düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
Kendi hikâyemizden beslenmeliyiz
KENDİ HİKÂYEMİZDEN BESLENMELİYİZ
Bir filmde başat faktörün senaryo olduğunu aktaran Köçer, “Türk sinemasının en önemli sorunu, senaryo sorunu oldu. Uzun yıllardır dile getirilen bir olgudur bu. Teknik anlamda ve diğer pek çok aşamada sinemamızın önemli mesafeler kaydettiğini söyleyebiliriz ancak sinemamızın senaryo konusunda ciddi bir kısır döngü içinde olduğu da bilinen bir gerçek. Bunun pek çok sebebi var. Sinemacılarımızın bu topraklara ait pek çok kazanımı, kültürel birikimi okuma konusunda eksik kaldığını düşünüyorum. Tarihsel süreç içerisinde burada birikmiş çeşitli tecrübeler, çok önemli toplumsal kırılmalar, pek çok önemli isim, olay, kavram, efsaneler, masallar gibi kültürel bağlarımızı oluşturan bütün konularda sinemacılarımızın önemli ölçüde bir okuma problemiyle karşı karşıya olduklarını düşünüyorum. Bunun senaryo yazım sürecinde ciddi bir eksiklik oluşturduğunu düşünüyorum. Bu anlamda senaryo yazımında ciddi bir tecrübeye ve profesyonel bir süreç yaklaşımına ihtiyacımız var” diyerek gençlere şu tavsiyelerde bulundu:
“Bir insan en çok yaşadığını anlatabilir. En iyi kendi duygularını, kendi şahitliğini aktarabilir. Bu yüzden senaryo yazarken mutlak surette kendi kişisel hikâyemizden beslenmemiz gerekiyor. Kendimizi ve kendi duygularımızı anlatmanın senaryo konusunda en başat yol olduğunu düşünüyorum. Pek çok gencin yaşamadıkları şeyleri yazdığını görüyorum ve bu da senaryonun hakikiliği, samimiyeti ve tabi ki profesyonelliği konusunda ciddi bir eksiklik oluşturuluyor. Bu nedenle gençlere önce kendi hikâyelerini, kendi duygularını, kendi şahitliklerini anlatarak bu yola başlamalarını tavsiye ediyorum.”
Projelerin çoğu taşrada geçiyor
Prof. Dr. Şükrü Sim (İÜ Sinama Ana Bilim Dalı)
TRT, 4 yıl önce senaryo geliştirme ve bunu filme dönüştürme eylemine destek olmak için 12 Punto projesini başlattı. Önümüze 109 proje geldi. Bunların 12 tanesini seçtik. Hemen hemen bütün projeler oy birliğiyle seçildi. Senaryo projelerinin bazıları çok tecrübeli ve daha önce birçok filme imza atmış yönetmenlerimize aitti. Yeni sinemaya atılan gençlerimizin de projeleri vardı. Bu projelerinin birçoğu ne yazık ki taşrada geçiyordu. Oysa bugün Türkiye’nin yüzde 90’ı şehirde yaşıyor. Bu son 7-8 yıldır bulunduğumuz film kurullarında benzer sorunlarımız vardı. Senaryolarımızın büyük bir çoğunluğu taşra hikâyesi üzerinden ilerliyor. Sanırım toplumumuzun büyük bir kısmı taşradan şehirlere geldiği için ve geçmişe dair hikâyeleri olduğu için bunu tercih ediyor. Diğer taraftan da taşrada film yapmak ekonomik açıdan daha kolay olduğu gibi birkaç farklı nedenlerle taşrada kurulu senaryoların destek için başvurduğunu gördük. Doğrusunu söylemek gerekirse biz biraz daha şehirdeki insanların meselelerini konu edinen onları beyaz perdeye taşıyan projeleri görmek istiyoruz” dedi.
Bazı senaristler ticari kaygı taşıyor
30 yıldır sinema alanında araştırma yaptığını belirten Sim, “Hem bir süre sahada hem de bu alanda dersler veren bir hoca olarak Türk sinemasının en büyük sorununun özgün, orijinal, güçlü bir teması olan senaryoların azlığı olarak görüyorum. Yaratıcı, çarpıcı, iyi senaryoların çok olduğunu söyleyemeyiz. Bu yüzden de eski hikâyeler yeniden çekilmeye çalışılıyor. Başka ülkelerin filmlerinden, dizilerinden taklitlere başvuruluyor. Son dönemlerde Kore filmlerinin popüler olması, uluslararası yarışmalarda ödüller alması bizim uyanık sinemacılarımızı kısa yol seçme gibi bir şeye sevk ediyor. Bu tarz filmleri gönderirsek hem uluslararası başarı kazanırız hem de para kazanırız diye düşünüyorlar. Ama bu çok da makul ve gerçekçi değil. Bizim toplumumuz henüz bu coğrafyanın geçmişini, kültürünü, öykülerini çok fazla beyaz perdeye yansıtamadı. Biz çok hareketli, dinamik, gerilimi, çatışması çok olan bir toplumuz. Bu anlamda toplumumuzda yaşanan o kadar farklı hikâyeler var ki. Senaristlerimiz bunları çalışabilse birçok özgün hikâye ortaya çıkacak. Biraz kolaycılığa kaçtıklarını düşünüyorum. Çoğu ticari bakıyor. Örneğin Metin Erksan yanşamış bir olaydan yola çıkarak “Kuyu” isimli filmi çekti. Diğer filmi “Suçlular Aramızda” yine bir gerçek yaşanmışlıktan sinemaya uyarlanmıştı ve gayet özgün senaryolara sahipler. İyi senaristlerin yetişmesi çok önemli. Doğrusunu söylemek gerekirse bunun eğitimini veren kurumlarımız da yok. Böyle bir sistemimiz de yok. Umarım bu alanın ne kadar kıymetli olduğunu gençlerimiz de kavrayabilir” şeklinde konuştu.