Millet olarak tarihe, özellikle de Osmanlı tarihine oldukça meraklı ve ilgiliyiz. Yalnızca okumuş, mürekkep yalamış kesim değil toplumun her kesimi için aynı şeyi söyleyebiliriz. Sokakta, okulda, iş yerlerinde, kahvehanelerde, evde vs. her yerde tarih, Osmanlı tarihi, eski Türk tarihi ya da yakın tarih üzerine sohbet edilip tartışmalar yapıldığını görürüz. Kitap satış oranlarına baktığımızda tarih temalı roman ya da araştırma eserlerinin de yoğun talep gördüğü bir gerçek. İlk ve ortaokulda sosyal bilgiler dersi ile başlayan müfredata bağlı tarih bilgilerimiz lisede tarih dersi ile daha farklı bir boyut kazanıyor. Birçok öğrencinin en çok ilgi duyduğu derslerden biri tarih dersi oluyor. Tabii tarih dersi öğretmeninin meseleye hakimiyeti, kendinden kattıkları, genel kültürü, alanına sevgisi de öğrencinin motivasyon ve alakasını etkiliyor. Ben de lise yıllarında bu alana oldukça ilgiliydim. Tarih hocam Recep Sarıhan’ın da meseleye yalnızca müfredatı aktarma olarak yaklaşmaması, tarihi meseleler ve tarih ilmine hassasiyetle yaklaşarak eleştirel düşünmeyi önemsemesi biz öğrencilerinde de iz bırakmıştır. Geçtiğimiz günlerde halen meslek hayatını sürdürmekte olan hocamın Türk tarihinin en mühim dönemlerinden birini ihtiva eden Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemini roman türü ile anlattığı eseri Söğüt’teki Çınar’ın Değişim Yayınları etiketi ile okuyucuyla buluştuğunu gördüm. Kitabı kısa zamanda temin ettim. Kuruluş’u konu edinen çok sayıda edebi ve bilimsel eser mevcut fakat Söğüt’teki Çınar’ın farklı bir yeri olacağına inanıyorum. Son olarak kitabın arka kapak yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum: “Başlamak zordu, doğru başlamak daha zor; yeni bir devletin temellerini atmak çok daha zor. Yanlış atılan ilk adımlar, zamansız yapılan ilk işlemler telafisi mümkün olmayan sorunlara neden olur. O hâlde doğru zamanda, doğru adımlarla başlanmalıdır her işe. Başlamadan önce hayaller kurulmalı, iyi düşünülmeli, planlar yapılmalıdır. Dört yüz çadırlık Kayı aşireti Söğüt bozkırlarına geldiğinde üç kıtaya hâkim olacak bir devleti hayal etmemişlerdi belki fakat onların bir hayali vardı. Kuracakları devletin sağlam temelleri olmalıydı. Temeli ne kadar sağlam olursa üzerine inşa edecekleri devletleri o kadar kudretli olacaktı. Her adımda hep geleceği düşündüler. Günün şartlarından arınmış bir zihinle geleceğe baktılar. Kolay olmayacaktı bu kudretli devleti kurmak. Önce hayalini kurdular sonra devletlerini… Önce planladılar sonra eyleme dönüştürdüler. Hayallerini kurdukları koca çınarın ilk tohumunu Söğüt’te toprakla buluşturdular. Toprağa düşen çınar tohumu, zamanla büyüdü ve Cihan Devletine dönüştü.”
Önerdiklerim
Eskiden, Çok Eskiden / Petros Markaris / Alfa Yayınları
“Polisiye meraklılarının iyi tanıdığı Komiser Haritos yine iş başında, ama bu kez pek kendi isteğiyle değil. Turist olarak karısıyla birlikte geldiği İstanbul’da peş peşe işlenen cinayetlerin bir ucu Yunanistan’a ve Yunanlılara dayanınca Haritos Türk polisiyle işbirliği yapmak zorunda kalır. Uzun yıllar önce Türkiye’de yaşayan, sonra yaşamını Yunanistan’da sürdüren Maria Chambetou hayatının sonuna yaklaştığı sırada İstanbul’a dönmüştür. Gençliğinde kötülüğünü gördüğü insanları bulup teker teker intikam almaktır amacı, hem de hiç akla gelmeyecek bir yöntemle. Komiser Haritos, Türk emniyetinden Murat Sağlam’la birlikte kadının peşine düşüp yeni cinayetler işlemesini engellemeye çalışır. Bir yap-bozun parçaları gibi yerine oturan ipuçlarının arkasından İstanbul’un ve Karadeniz’in umulmadık köşelerine giden iki polis, hıncını almadan bu dünyadan ayrılmamaya kararlı Maria’yı durdurmayı başarabilecek midir?”
Dostoyevski Sibirya’da Hegel Okuyup Gözyaşlarına Boğuldu / Laszlo Földenyi / Dergâh Yayınları
“Dostoyevski Sibirya’da Hegel okuyup gözyaşlarına boğuldu. İnsan böyle bir cümleyi iki defa okuyor, inanamıyor. Macar düşünür László Földényi ilk yayınlandığı günden bu yana büyük ilgi çekmiş bu denemesiyle Sibirya sürgünündeki Dostoyevski’nin Hegel’le karşılaşmasını, modern varoluşun en sert edebi eleştirisinin doğum anını ele alıyor. Dostoyevski dünya tarihinin dışından, yani Sibirya’dan modern uygarlığın “akılcılık”ın elinde ruhsuz, somuta indirgenmiş, tekdüze, gri bir cehenneme dönüşmesini görüyor. Dostoyevski’yi tarumar eden dehşeti Földényi, karşı-Aydınlanmacı bir hattan yorumluyor. Földényi’nin denemesine gene Dostoyevski üzerine yazdığı iki metin eşlik ediyor: ilkinde Ölüler Evinden Anılar’ı ele alırken ikincisinde Karamazov Kardeşler’in meşhur vecizesi “Tanrı yoksa her şey mubahtır”a eğiliyor.”
Dostoyevski / Andre Gide / Timaş Yayınları
“Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, İnsancıklar gibi pek çok eserle dünya yazınına yön vermiş bir deha: Dostoyevski… “Bana ruhbilim konusunda bir şeyler öğreten tek kişidir,” diyor Nietzsche onun hakkında. André Gide ise her biri birer çığlık olan mektuplarından ve eserlerinden yola çıkarak bu biyografiyi incelikle kaleme alıyor. Kitap boyunca bir yandan André Gide’in Dostoyevski’ye duyduğu hayranlığı gözlemliyor bir yandan da eserlerinde gözden kaçırdığımız detaylar üzerinden Dostoyevski’yi yeniden tanıyor, satır aralarında onun izini sürüyoruz. Dostoyevski gibi bir yazın devinin sürgünle geçen çile dolu yaşamının yanı sıra, hayatını yönlendiren yazma tutkusuna ve edebiyatla kurduğu kuvvetli bağa şahit oluyoruz. Edebiyat tarihinin kilometre taşlarından olan Dostoyevski’nin dünyasına okuru bir adım daha yaklaştıracak zengin bir çalışma.”
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar / Ord. Prof. Dr. Mehmed Fuad Köprülü / Alfa Yayınları
“Türkiye’de edebiyat tarihçiliğinin, hatta modern tarihçiliğin kurucularından sayılan Fuad Köprülü’nün en çok okunan ve yankı uyandıran eseri olan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar yazıldığı günden bu yana önemini giderek büyütmüş bir çalışmadır. Türkistanlı Ahmet Yesevî ile Anadolulu Yunus Emre gibi iki ölümsüz Türk tasavvuf adamının hayatlarını anlatırken, bir yandan da onların yaşadığı dönemlere dair tarih, edebiyat, siyaset, kültür ve dil alanındaki tüm gelişmeleri ve bilgileri okurlarına aktarmayı başaran Fuad Köprülü’nün kullandığı uçsuz bucaksız malzeme ve bilimsel yöntem göz kamaştıracak bir berraklığa sahiptir. Pek çok eleştirmen tarafından Köprülü’nün başyapıtı olarak kabul edilen Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar tasavvuf alanıyla ilgilenmek isteyen herkes için büyük bir kaynak ve yol gösterici olma özelliğini asla kaybetmemiştir ve kaybetmeyecektir.”
Yeni Çıkanlar
İnkılâp Edebiyatı / Şerif Eskin / Dergâh Yayınları
“Şerif Eskin bu çalışmada, kritik bir döneme damga vurmasına rağmen edebiyat tarihlerinde müstakil bir yer bulamayan “İnkılâp Edebiyatı” olayına panoramik bir bakış sunuyor. Bu noktada yazar, İnkılâp Edebiyatı’nı tarihsel bağlamından hareketle tespit, tasvir ve tahlil ederken; eş zamanlı olarak Cumhuriyet modernleşmesinin kültürel inşa seferberliği kapsamında edebiyat kurumunun hangi sâiklerle yeniden kurgulanmaya girişildiğinin izini sürüyor. İnkılâp Edebiyatı kanonunda öne çıkan eserlerdeki ulusal kimlik tasarımı, devlet otoritesinin talepleri doğrultusunda gerçekleşen edebî üretim tarzı, yazarlara yüklenen aydın-kurtarıcı rolü, müzeleştirme, yaratılan stereotipler ve ulusal hafızanın mekânı olarak edebiyat gibi meseleler ise kitabın üzerinde yoğunlaştığı konular arasında. Basında yaşanan ve zaman zaman tansiyonun oldukça yükseldiği kimi polemiklerin ayrıntılarıyla sunulduğu kitap, bu yönüyle okuru dönemin edebiyat iklimine bir yolculuk yapmaya davet ediyor.”
Aşk ile / Bülent Kılıçaslan / Ötüken Neşriyat
“Bülent Kılıçaslan’ın uzun yılların araştırmaları ile ortaya çıkan roman: Efsaneden hakikate bir yolculuk niteliğindedir. Birçok kaynak gözden geçirilerek kaleme alınan roman Abdal Musa’nın dilinden Hünkâr Hacı Bektaş Veli etrafında şekillendirilen inancın yolu anlatılmaktadır. Ebu-l Vefa Kürdi, Baba İlyas, Baba İshak, Lokman Perende, Ahmet Yesevi’den süzülen batini düşünce ve inancın Hacı Bektaş etrafında şekillenmesi romanın ana fikri olmaktadır. Ayrıca Hacı Bektaş ile bu düşünce ve inanç Yunus Emre’ye, Abdal Musa’ya oradan ise günümüze kadar gelen ‘’Dört kapı kırk makam’’ anlayışının şekillenmesini konu almaktadır. Anlatı birçok karakter etrafında sürmektedir. Ana karakterler olan Abdal Musa ve Hacı Bektaş Veli romanda usta bir incelikle birleştirilmektedir. Acıların, yıkımın içinde umudun yeniden nasıl yeşereceğini, kin ve nefret yerine sevgi ve aşk ile erkânın nasıl sürdürüleceği “incinsen de incitme’’ düsturu ile anlatının diğer iki karakteri olan Timuçin ve İbrahim ile beden bulmaktadır. Okuyan tüm canlara Aşk ile…”
Şark’ın Ruhu / Ali Nihad Tarlan / Ketebe Yayınları
“Elinizdeki kitap büyük bir kültür imparatorluğunun geniş coğrafyasında farklı zamanlarda farklı şairler tarafından kaleme alınmış metinleri Ali Nihad Tarlan Hoca’nın Türkçe çevirisiyle bir araya getiriyor. Hâkânî-i Şirvânî’den Emir Hüsrev’e, Molla Câmî’den Ali Şîr Nevâyî’ye oradan Fuzûlî ve Nef’î’ye uzanan metinler, İran’dan Türkistan’a oradan Anadolu’ya bir şiir zevki ve imajlar dünyası taşımaktalar. Hocaların hocası Ali Nihad Tarlan’ın çeşitli dergilerde yayımladığı ve Şark’ın Ruhu üst başlığını koyduğu tercümeleri bu kitapta bir arada bulunuyor. Şark’ın ve edebiyatının zihin dünyasını, duyuşundaki inceliği biraz olsun anlamak isteyenler için bu kitap küçük bir hazine niteliğindedir. Okur bu büyük şairlerin dizelerinde bugünün dünyasında bile kendisine yol gösterecek hikmetler bulacaktır.”
Kiraz Çiçeklerinin Altında / Ango Sakaguçi / İthaki Yayınları
“Ango Sakaguçi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’sının ruh hâlini ve ülkedeki kimlik bunalımını en iyi yansıtan yazarlardan biri. Osamu Dazai ve Sakunosuke Oda’yla birlikte edebiyatın serseri tarafını temsil eden Buraiha edebiyat topluluğunun en önemli isimlerinden olan Sakaguçi, Kiraz Çiçeklerinin Altında’da korku, travma ve ölümle yüklü iki uzun öykü anlatıyor. Kitaba adını veren ilk öyküde âşık olduğu kadın için kente taşınan yabani bir haydut medeni yaşama ayak uyduramaz ve seri cinayetler işlemeye başlar. Haydudun korktuğu tek şey ise kiraz çiçekleriyle dolu ıssız bir koruluktur. İkinci öykü “Aptal”da Amerikan hava saldırıları yaşadığı mahalleye yaklaşan İzava bir sabah uyandığında dolabına saklanmış bir kadın bulur. İzava kadını hem bombardımandan hem de yaşadığı trajik hayattan kurtarmak zorundadır.”
Nurettin Durman’dan Tavsiyeler
Şehrin Üzerindeki Bulutlar, Haziran, Savrulan, Uzun Beyaz Bir Çığlık, Düş Çınarı, Hoşçakal Hüzünbaz Çocuk, Uzun Günlerin Kısa Tarihi, Akşam Yedi Suları, Filistin Şiirleri Antolojisi, Red Şiirleri, Güllerin Ardından, Işık Oyunları, Basit Bir Şeymiş Gibi Sanki Yaşamak, Aşk Şiirleri Antolojisi, En Güzel Aşk Şiirleri, Öksüz Çocuklar Galerisi, Kayıp Zaman Atlası, Salıncakta Sallanan Rüzgâr, Mektebin Bacaları, Seni Beklerken Cancağızım Ben Böyle, Tijbazi, 40 Hadis 40 Yazar, Yazmak ve Yaşamak: Çocukluk, İlk Gençlik, Yazmak ve Yazar Olmak Üzerine Söyleşiler, Derin Yara Yazmak ve Yaşamak: Çocukluk, İlk Gençlik, Yazmak ve Yazar Olmak Üzere Söyleşiler, Şiir ve Rüzgârlı Bahçe eserlerinin yazarı Nurettin Durman’a “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:
Safahat / Mehmet Akif Ersoy / Ötüken Neşriyat
“Hayır hayâl ile yoktur benim alışverişim/İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim,” mısralarında billurlaşan hakikat taşıyıcısı bir şair olarak Mehmet Âkif Ersoy’un Safahatı Prof. Dr. Salim Çonoğlu tarafından uzun ve titiz bir çalışmanın neticesinde hazırlandı. Elinizdeki baskıda Safahat’ın Mehmet Âkif’in sağlığında yapılan son baskısı esas alınmıştır. Her metnin kitaba girmeden önce hangi süreli yayında ve ne zaman yayımlandığı dipnotlarda belirtilmiştir. Bugünün okuyucusuna yabancı sayılabilecek kelime ve tamlamalar yine sayısı binleri aşan dipnotlarda açıklanmıştır. Prof. Dr. Salim Çonoğlu’nun çalışmasının en önemli ve önceki Safahat baskılarından farklı olan tarafı ise kitabın sonuna eklenen “Kavramlar ve İsimler Sözlüğü”dür. Büyük bir emeğin mahsulü olan “Kavramlar ve İsimler Sözlüğü” şiirlerde geçen kavramları, tarihî şahıs ve mekân isimlerini geniş bir şekilde açıklayarak Âkif’in duygu ve düşünce dünyasının daha iyi anlaşılmasını sağlamakta, devir-şahsiyet-eser arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarmakta ve verilen mesajların kavranmasını kolaylaştırmaktadır.”
Çile / Necip Fazıl Kısakürek / Büyük Doğu Yayınları
“Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır: Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde.. Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp: – Senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim! Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim: – Şair olacağım! Ve oldum. 1925’de Örümcek Ağı, 1928’de Kaldırımlar, 1932’de Ben ve Ötesi, 1953’de Sonsuzluk Kervanı ve 1969’da Şiirlerim ismiyle yayınlanmış şiir kitaplarının birçok bakımdan kendini ifadelendiremediğini söyleyen Necip Fazıl Kısakürek’in, 1922’de Yeni Mecmua’da yayınlanmış ilk şiirinden başlayarak bizzat kendisi tarafından süzülen, ayıklanan, düzeltilen ve bir araya getirilen bütün şiirleri… Ve Poetikası… Bir yanda belli başlı bir sanat anlayışından tüten şiirler, diğer yanda, bu sanat anlayışının tüttürdüğü şiir mefkûresi…”
Sevdalı Bulut Masalı / Nazım Hikmet / Yapı Kredi Yayınları
“Sonunda, hep iyiden yana dönecek dünya… Nâzım Hikmet’ten umut üstüne unutulmaz bir masal… Sevdalı Bulut, Türkiye ve dünya edebiyatının büyük ozanı Nâzım Hikmet’in yazdığı masallardan bir masal. Sevdanın, dostluğun, bağlılığın ve iyiliğin kazandığı bir dünya resmi. Kim asmak istemez ki bu resmi kalbinin duvarına? “Ayşe kızın ela gözleri gün ışığıyla doluydu. Sırma saçları pırıl pırıldı. Bir eliyle, sağındaki tavşanın uzun kulaklarını çekiştiriyor, öbür eliyle sol omuzundaki güvercini okşuyordu. İşte bulut tam bu sırada bahçenin üstünde belirdi. Bahçeye bir gölge düştü, ama çok durmadı, ortalık yine ışıklandı. Derken bahçeye, demin soldan sağa düşen gölge bu sefer sağdan sola düştü. Sizin anlayacağınız, bulut yukarda soldan sağa bahçenin üstünden geçmiş, sonra arkasına bakıp bahçede Ayşe kızı görünce gerisin geri yine bahçenin üstüne gelmişti. Ayşe kız da bulutu gördü. Tavşan da gördü bulutu, tanıdı da. Güvercin de gördü bulutu, kendini kurtaran bulut olduğunu anladı, kanatlarını çırptı hafiften.”
Otuz Beş Yaş / Cahit Sıtkı Tarancı / Can Yayınları
“Cahit Sıtkı Tarancı 4 Ekim 1910’da Diyarbakır’da doğdu. İlkokulu orada, ortaokulu İstanbul’da Saint Joseph’te, liseyi Galatasaray’da okudu. Şiire lisede başladı. 1931’de Mülkiye Mektebine yazıldı, bitirmeden ayrıldı. 1939’da Paris’e gitti, Science Politique’e girdi. İkinci Dünya savaşının çıkması üzerine yurda döndü. Askerliğini Edremit’te yaptı (1941-1943). Bir süre İstanbul’da babasının bürosunda çalıştı. Sonra Ankara’da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığında çevirmenlikle görevlendirildi. 1951’de evlendi. 1954 başında hastalandı. İki yıl tedavi gördü, ama iyileşemediğinden Viyana’ya gönderildi. 12 Ekim 1956’da toprağa verildi. 1946’da C.H.P. Şiir Yarışmasında `Otuz Beş Yaş’ adlı şiiriyle birincilik ödülünü kazandı. 1957’de Varlık dergisinin soruşturmasında yaşayan sanatçıların en beğenileni seçildi. Şiir kitapları: Ömrümde Sükut (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957). Bütün bu kitaplarını bir araya getirirken, kitaplarına girmemiş 35 şiirini de derleyip bir ciltte topladık. Bu kitap, şairin bütün şiirlerini kapsamaktadır.”