Masallarımız yeniden yeşermeli

/
17 dakikada okunur

Yazar Firdevs Kapusızoğlu: “Yeniden yeşermeli ninnilerimiz, masallarımız, menkıbelerimiz. Resimli çocuk kitaplarımızda sözlü kültürümüzün  izini gütmeliyiz. Onun zengin, derin ve renkli söyleyişini satırlarımıza hammadde yapmalıyız. Çünkü serçeler, kediler ve çocuklar masalları çok sever.

Kendine Ait Bir Oda Virginia Woolf’un bir kitabına verdiği isimdir. Bazı yazarlardan ve onların özellikle yazınsal anlamdaki kendine has, renkli dünyasından bahsederken bu ifadeyi kullanmaktan hoşnut olurum. Yazar Firdevs Kapusızoğlu da o isimlerden bir tanesi. Kendisiyle Üsküdar’ın yepyeni kültürel yüzü olmaya aday bir mekanda, Erdem Yayınları’na ait Sedir Kitap Kahve’de bir araya geldik. Kitaplarla çevrili bu mekanda, Kapusızoğlu ile onun “kendine ait bir oda”sından, sanatın ve yazmanın onun için değerine, çocuklar için yazdığı kitaplardan masallara, sorun odaklı çocuk edebiyatından göçle ilgili yazdığı teze kadar birçok konuyu konuştuk. Bunu yaparken kendisinin birçok eserine değinmeyi de ihmal etmedik.    

“Kaç yaşındaymış, nerede okumuşmuş, hangi dergilerde yazmışmış, neler yapmışmış bize ne… Kuşlardan serçeyi, reçellerden vişneyi, çiçeklerden mor menekşeyi seviyormuş. İnsanların kalbinin hiç ağrımadığı bir gezegende yaşamayı hayal ediyormuş. Ve “Bir gün belki olur.” diye yazıyormuş.” Kitabınızda kendinizi bu şekilde tanımlamanız Küçük Prens’teki yetişkinlerden bahseden bölümü anımsattı bana. Firdevs Kapusızoğlu dendiğinde “kendine ait bir oda”sı renkli bir yazar portresi ile karşılaşıyorum ben. Siz kendinizi başka nasıl tanımlarsınız? 

Küresel bir köyde yaşadığımızdan yola çıkacak olursak aslında kocaman bir apartmanın dairelerinde, farklılıklarımız ve benzerliklerimizle yaşayamaya çalışan insanlarız. Kendine ait bir odası olmak bana özgünlüğü, özgürlüğü, birliktelik içindeki özerkliği çağrıştırıyor. Hakikaten dışarıdan bakan bir göz için bana ve üretimlerime dair isabetli bir çıkarsama. Tam da böyle yaşıyorum, böyle var oluyorum. Bu, kaplumbağalaşma sendromu gibi bir şeye neden olacak düzeyde değil elbet. Zaman zaman dışarı da atıyorum kendimi. Kanatlanıp uçuyorum, sanatın renk renk çiçeğinden besleniyorum. Sonra odama çekilip topladığım çiçek kokusuna kendi dünyamın notalarını katmaya çalışıyorum. Üretim odaya çekilmekle mümkün olabiliyor.   

(Şeyma Subaşı ve Firdevs Kapusızoğlu)

Bir yazarı besleyen en mühim kaynak yaşantıdır

Beş yaş üzeri için yazdığınız kitaplardan biri olan Adını Sevmeyen Kedi ile başladım sizi okumaya. Müstesna’nın sevmeye kendimizden başlamamız gerektiğine dair hikâyesi pek naifti. Aslında kitabı okurken şunu fark ediyorum. Her karakterde biraz yazarı görürüz. Sizin kendinize bakışınızın böylesine pozitif olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum? 

Sadece benim için geçerli olduğunu sanmıyorum bu durumun. Her yazar, her sanatçı, her üretici doğrudan kendi hayatından beslenir. Yaşadıklarımız iç dünyamızda evrilir. Bazı duygular şekil değiştirir, renk değiştirir. Yazarken bir bakmışsınız duygularınız, düşünceleriniz üzerine bir ceket giymiş, sırtına bir kabuk takmış, gökyüzünde bir bulut olmuş size satır arasından el sallıyor. Yaşantıdır bir yazarı besleyen en mühim kaynak. Adını Sevmeyen Kedi’ye baktığımızda Müstesna’nın kendini arayışını izliyoruz. Memnuniyetsizlik, güceniklik, ötekilik hissi yoğun bir şekilde gösteriyor kendini. Müstesna bu duygularla baş edebilmek için başka mahallelere uğruyor. Her durak ona bir ayna. Ağaçta, kuşta, yoldaki çukurda kendini seyrediyor. Biricikliğiyle karşılaşıyor. Karşılaşmalar için yolculuk şart. Vardığı yerde biricikliği ile barışıyor. Sevginin gücüyle ötekiliğinden kurtuluyor. Şimdilerde çok kültürlü bir dünyada yaşamanın ortaya çıkardığı kültürel çatışma, ötekileştirme, zorbalık kavramlarıyla karşılaşıyoruz. Müstesna’yı yazdığımda bu kavramlar bu kadar hayatımızın ortasında mıydı bilmiyorum ama kendiyle barışık olamama hali ilk insandan beri aşina olduğumuz bir his. Özellikle çocukların kendilerini fiziksel, sosyoekonomik, kültürel sebeplerle başkalarıyla kıyas etmelerini, kendilerini yetersiz ve eksik görmelerini istemediğimden böyle bir kitap yazmak istedim. Çünkü insan kendini sevme eylemini, çocukluktan itibaren talim etmeli. Etmeli ki başkalarını sevmek, kâinatı sevmek yerleşik bir davranışa dönüşebilsin.

Sorun odaklı çocuk edebiyatıyla yakından ilgileniyorum

Yine bir başka eseriniz olan Kaybolmuş Ümidini Arayan Salyangoz’da sizin kaleminize dair farklı bir şeyi keşfediyorum. Zor ya da bazı soyut konuları çocuklara ustalıkla anlatıyorsunuz. Bunu nasıl sağlıyorsunuz? 

Sorun odaklı çocuk edebiyatıyla yakından ilgileniyorum. Savaş, ölüm, kayıp, göç, boşanma, akran zorbalığı, dezavantajlı çocuklar gibi konuları ele alan pek çok kitap var. Resimli kitaplar çocukların baş etmekte veya anlamakta zorlandıkları pek çok konuyu, özdeşim yoluyla içten, telaşsız, pedagojik, kısa yoldan ve risksiz anlatmak konusunda ciddi bir role sahip. Bibliyoterapi, çocukların yaş düzeyleri, ilgi alanları ve ihtiyaçları ile uyumlu bir şekilde çatışmaların çözümünde kullanılan oldukça işlevsel bir yöntem. Birkaç kitabımda ben de bu türden konulara değinmeye çalıştım. Ustalıkla yapıp yapamadığım tartışmaya açık ama bu kitaplarda pedagojik açıdan hasara neden olacak içerik ve unsurların yer almamasına özen gösterdiğimi söyleyebilirim. 

Sözlü geleneğimizin peşindeyiz 

Kanatlandım Kuş Oldum, masallarla aranızın ne kadar iyi olduğunun bir ispatı gibiydi. Bu türde yeni eserler vermeyi düşünüyor musunuz? Ve sahiden “serçeler de masal dinler” mi?

Halk hikâyeleri, menkıbeler, ninniler, masallar, tekerlemeler hep sözlü kültürümüzün mirasıdır bize. Atalarımız deneyimlerini sözlü aktarımlarla günümüze kadar ulaştırmıştır. Bu deneyimlerle ortaya çıkan metinler kültürümüzü inşa etmiş, medeniyetimizi şekillendirmiş ve nihayetinde orijinalliğimizin birer argümanı olmuştur. Tahkiyeli anlatımın zenginliği modern zaman yazarlarını beslemeye devam etmektedir. Bu, kendisini çocuklar için üretilen metinlerde de gösterir. Masallar bunun en güzel örneğidir. Hikmetli bilgileri çocuksu söyleyişlerle saklayan masallar son yıllarda dikkatlerini üzerine çeken bir metod olan etkileşimli hikâye anlatımıyla yeniden gündemdeki yerini korumaktadır. Sıkça duyduğumuz “storytelling” kavramı, Türk geleneklerinde kendisini meddahlık olarak göstermiştir. Eskiden beri bağrımızda var olan bu kültürü orijinaline sadık kalarak modern çağa adapte etmekle yükümlüyüz. Yeniden yeşermeli ninnilerimiz, masallarımız, menkıbelerimiz. Resimli çocuk kitaplarımızda sözlü kültürümüzün  izini gütmeliyiz. Onun zengin, derin ve renkli söyleyişini satırlarımıza hammadde yapmalıyız. Çünkü serçeler, kediler ve çocuklar masalları çok sever.

Göçle ilgili bir tez yazıyorsunuz. Sorun odaklı çocuk edebiyatı ve göç konulu resimli kitaplar hakkında fikirleriniz nelerdir? En son Tarık ve Beyaz Karga isminde çocuklara mültecilik olgusunu anlatmaya çalışan bir eser okumuştum. Sizce bu konular ya da temalar olması gerektiği şekilde işleniyor mu çocuk edebiyatında?

Özellikle ikinci dünya savaşının akabinde belli başlı ülkelerin göç aldığını biliyoruz. Bu ülkeler çok kültürlü toplum ihtiyaçlarına kulak vermek için çeşitli politikalar üretmiştir ama çok kültürlü toplum yapısı günümüzde artık tüm ülkeler için gündemle tutulması gereken bir konudur. UNESCO verilerine bakıldığında dünyanın pek çok yerinde sayısız çocuk göçten etkilenmektedir. Haliyle hem göçmen hem de ev sahibi ülke çocuklarının bir arada yaşama kültürünü edinebilmesi, göç olgusunu anlayabilmesi için yayınevleri yazar ve çizerlerini göç konulu kitaplar hazırlamaları yönünde telkinde bulunmaktadır. Bundan beş altı yıl önce göçmen çocukların aciz, mağdur, muhtaç olarak temsil edildiği ve göç etmeyen çocukları kendisine hedef kitlesi seçen çocuk kitaplarıyla karşılaşırken son dönemlerde yerel kültürel unsurlardan sıyrılmış, özellikle empati becerisini geliştirmeyi hedefleyen, hem göçmen hem de diğerlerini hedef kitle olarak belirleyen kitaplarla karşılaşıyoruz. Ben oldukça ümit vadedici, yaratıcı, çocuk kültürüne uygun, pedagojik açıdan sağlam, sosyo kültürel farkındalık, kültürel etkileşim gibi konulara değinen pek çok kitapla karşılaşıyorum. Üstelik bu kitaplar sadece çeviri de değil. Yerli pek çok kitap sayabilirim. Galiba Hışırdıyorum, Öteki Aslanlar, Karton Kutu, Kayıktaki Çocuk bunlardan yalnızca birkaçı. 

Ebeveynlerin farkındalığı çocuk edebiyatına yön verecek

Peki günümüzde çocuklar “kitap”la barışabiliyorlar mı? Çocuk edebiyatının şimdiki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çocuk edebiyatının geleceği hakkında öngörüleriniz neler?

Bologna, Frankfurt, Londra, Seul başta olmak üzere uluslararası kitap fuarları, Kültür Bakanlığımız tarafından yürütülen TEDA Projesi, Uluslararası Telif Zirvesi olan Fellowship İstanbul gibi girişimlerin Türkiye’nin çocuk kitaplarına olan yaklaşımını etkilediği söylenebilir. Uluslararası arenada çocuk kitaplarına gösterilen ilgi, bize bu alandaki eksikliklerimizi gösterdi. Yayıncılar, yazarlar ve çizerler kollarını sıvadı ve gerçekten harika kitaplar ortaya çıktı. Birçoğunu yakından takip etmeye ve @entelektüelkedi isimli Instagram hesabımdan tanıtmaya çalışıyorum. Sektör her ne kadar “ucuz” işi makul gösterse de artık bir çırpıda üretilen kalitesiz kitaplarla çocukları dünyasına çekmekte mahir kitapları birbirinden ayıran ebeveynler sayesinde bu alanda bir denge sağlanıyor. Piyasada içeriği ve çizimleri alelade, özensiz, dikte odaklı kitaplar da var görsel zenginliği ve fikriyle kendisine hayran bırakan kitaplar da. Çocuk yazınında hızla ilerlediğimizi düşünüyorum. Ailelere kitapları yakından inceleyebilecekleri kütüphanelere, kitap kahvelere gitmelerini, masalların anlatıldığı programları takip etmelerini öneriyorum. Onların farkındalığı çocuk yazınına yön verecek çünkü.

 

Önceki Yazı

“Şiir garabetten uzak bir ülke”

Sonraki Yazı

Tavşan deliği 

Son Yazılar

YKY’de son çıkanlar

Yapı Kredi Yayınları eylül ayında birçok yeni kitap çıkardı. Yapı Kredi Yayınları’nın çıkardığı bu kitaplara gelin