Melek Celâl Sofu, Sabahattin Ali ve hazin bir “kamyon” hikâyesi

12 dakikada okunur

Bazen hiç ummadığınız bir yerde çok yakından tanıdığınız isimlerle karşılaşırsınız. Şok edici bir etki yaratır; en azından benim için öyle oldu bu defa. Tanıklık ettiği dünyayı anlatırken beni oraya sürükleyen, gazeteci ve edebiyatçı kimliğiyle basın ve yazın hayatımıza değer katan Hıfzı Topuz’un “Eski Dostlar” adlı kitabı tam da bu cinsten bir duyguyu yaşattı bana. Bir ressam ve bir şairi kamyon aracılığıyla, evet bildiğiniz o yük taşıma vasıtasıyla birbirine bağladı; işin sanat boyutunun çok ötesinde tabii. 

1947’nin son aylarıydı. Gazete ve dergi yazarlığı, öğretmenlik, şairlik, çevirmenlik, konservatuvarda dramaturgluk gibi daha pek çok işle meşgul olan usta kalem Sabahattin Ali, sol eğilimli düşünceleri ve yazdıklarıyla yine olay olmakta, bu durum onu sık sık mahkeme ve cezaevi koridorlarına taşımaktaydı. Ne yazık ki namuskâr her adımını, her sosyal hareketini insafsızca karalayanlar tarafından siyasî bir hedef hâline getiriliyordu. Hıfzı Topuz’un bir diğer çalışması “Başın Öne Eğilmesin”de Sabahattin Ali’yi “yeni emperyalizmin ilk kurbanı” olarak tanımlaması boşuna değildir. Tutuklanmalar, çıkardığı gazetelerin toplatılması, isimleri değişse de kapatılması onu çaresizce bambaşka bir yöne itiyordu. Peki, bu süreçte yaşamını nasıl kazanacaktı? Epeydir aklında bir kamyon alma fikri vardı. Ama yük taşımacılığıyla ilgisi yoktu bunun. Şehirden şehre Anadolu’yu dolaşacak, öyküleri için malzeme toplayacak, böylece kendi halkını daha yakından tanıyabilecekti. Ayrıca bu yolculuklar siyasî gerilim hattından kurtulmak için bir tür kaçış anlamına da gelecekti.

Sabahattin Ali para bulmak için uğraşıyor, yardımına eş dost koşuyor lâkin para bulunsa da “bir komüniste kamyon sattın” diye başının belaya girmesinden endişe edenlerle yüz yüze geliyordu. Rastlantıya bakın ki Sabahattin Ali’nin yakın dostu, her defasında yardımına koşan Mehmet Ali Cimcoz, Moda’da oturan varlıklı müvekkili Ressam Melek Celâl Hanım’ın aynı günlerde kendisinden elinde birikmiş parasıyla nereye bir yatırım yapabileceğini sorar. O da “Hanımefendi size bir kamyon alalım” der. Taşımacılık işinin para getirdiğini ve çok güvendiği bir arkadaşının bu işe bakabileceğini söyler. O kişi tahmin ettiğiniz üzere Sabahattin Ali’dir. Artık bizim hikâye burada başlıyor. Para hemen tedarik edilir. Sabahattin Ali büyük bir mutlulukla satın aldığı kamyonu arkadaşının İstiklal Caddesi’nde oturduğu apartmanın önüne çeker. İşler tam yolunda giderken emniyetten gelen bir telefonla Melek Celâl buz kesilir. Derhâl bu işe aracılık eden dostunu arayarak “Mehmet Ali Bey, ne yaptınız, sizin bana ortak ettiğiniz ada

m komünistmiş! Beni mahvettiniz!” der. Avukatı Mehmet Ali Bey ise “Sakin olun sizin komünist dediğiniz adam ülkemizin en ünlü yazarıdır” diye cevap verir. Tabii ikna olmaz mal sahibi. Ancak avukatı bunun çaresini bulur. Araç kâğıt üzerinde eşi Adalet Cimcoz’a devredilir. Geliriyse Melek Celâl’indir.

Sabahattin Ali’nin ayaklarında lastik çizme, başında şoför kasketi, sırtında içi kürklü bir ceketle geçer direksiyonun başına. İlk sefer Adana’ya oradan Maraş’a… Günler birbirini böyle takip eder ama bir müddet sonra kamyondan haber alınmamaya başlar. Kimse bilmez ki Toroslarda yolun çöktüğünü… Trene yükledikleri kamyonla doğruca Adana’ya gelirler. Oradan yükledikleri derilerle dönerken bu kez Düzce yolunda kara saplanırlar. Tam kurtulduk derken İzmit’te kar fırtınasına yakalanırlar. Aksilikler peşlerini bir türlü bırakmaz. Dağın başında aracın makasları kırılır. Neyse ki donmaktan son anda kurtulurlar. Nihayet dostlarına geç de olsa kavuşurlar. Mehmet Ali Bey’in endişesi diner dinmesine de Sabahattin Ali’ye çekinerek bir soru sorar: “Melek Hanım’a ne hesap vereceğiz?”, “Mehmet Ali’ciğim ne hesabı? Beş paramız yok. Sen idare et.”

Mehmet Ali Cimcoz, Melek Celâl’e kendi cebinden verdiği birkaç bin lirayla günü hava koşullarına bağlayarak kurtarır.  İşler birkaç ay böyle sürüp gider. Sabahattin Ali’nin kamyona ve işine olan sevgisi en çok Ankara’ya, eşi Aliye Hanım’ı ve kızı Filiz’i görmeye gittiğinde artar. Bir gün Urfa dönüşünde espriyle karışık “Büyük seyyah oldum artık” der can parçası Filiz Ali’ye.* Yine bir sabah saat 5’te yola çıkmak üzere kalkar. “Edirne’ye gidiyoruz, kamyona peynir yükleyeceğiz. Akşama döneriz” diyerek yola çıkar. Ama gidiş o gidiştir. On beş gün kimse Sabahattin Ali’den haber alamaz. Bir taraftan Melek Celâl Hanım bu işe giriştiğine pişman olur. Olayın devamı oldukça içler acısı bir hâl alır. Kırklareli yakınlarında Sabahattin Ali canice katledilir. 

Aradan geçen on yedi günün sonunda kamyonunun şoförü Salim, Mehmet Ali Cimcoz’un kapısını çalar. Kamyonu getirdiğini ve başka da bir şey bilmediğini söyler. Cimcoz ertesi gün kamyonu doğrudan Melek Celâl Hanım’a götürür ve kamyondan para kazanılamadığını, satmalarının daha iyi olacağını söyler. O da “Satalım da kurtulalım bu beladan” der. Satışa çıkarılan kamyon 14 bin liraya alıcı bulur. Ama Melek Celâl kamyona 17.500 lira harcadığını, zararının karşılanması gerektiğini söyler. Anlaşma sağlanır ve kalan tutar için aralarında bir senet yapılır…

Hikâyemizin merkezinde yer alan kamyon, ağır yük taşıma aracı olmanın ötesine geçmiş, hüznün bir imgesine dönüşmüştür. Feyhaman Duran ve hayat ortağı Güzin Duran, İbrahim Çallı, Şevket Dağ ve Bedia Güleryüz gibi devrin önde gelen ressamlarıyla sergilere katılan Melek Celâl Sofu burada kamyon sahibi olarak işveren durumunda, Sabahattin Ali ise güçlü kalemi, toplumsal bilinci yüksek edebiyatçı kimliğiyle bir işçi. Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi veya Yakup Kadri’yle köşklerinin salonlarındaki kültürel atmosferde yan yana gelen Melek Celâl’in Sabahattin Ali’yle yolunun bir kamyon aracılığıyla kesişmesi oldukça enteresandır. Görünen o ki birbirlerini çok yakından tanımıyorlardı. Talihsizliklerle örülü, melankoli yüklü bir karşılaşmaydı bu. Sabahattin Ali’nin ölümünden çok sonra baz

ı öyküleri toplanır. Oluşan bu yeni kitaba bilin bakalım hangi öyküsünün adı verilir? Kamyon. Yazar, buradaki hikâyelerde başkişilerin karşılaştıkları yoksulluk, bilgisizliklerinden ileri gelen sıkıntılar ve felakete sürüklenen aşkları işler.

Vefatından sadece birkaç ay önce 9 Aralık 1947 tarihli Alibaba gazetesinde yazdığı “Bizi Sevmiyorlar” başlıklı yazısını “Bugün bu memlekette hüküm yürütenler bizi sevmiyorlar. …Biz ki ömrümüzü halka bu hakikatleri anlatmak, halkın kendi başına buyruk olmasını sağlamak yolunda harcıyoruz, bizi nasıl sevsinler? Millet bizi sevsin yeter!” diye bitirmişti. Diyebiliriz ki üstadın bu dileği yerine geldi. Halkı onu çok sevdi. Eserleri ölümünden bunca yıl sonra hâlâ ilgiyle okunuyor ve takdir topluyor.

*Sevengül Sönmez, A’dan Z’ye Sabahattin Ali, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2017, s. 213.

Önceki Yazı

Şiirde bazı meseleler

Sonraki Yazı

Modern ve klasik arasında: “Karşı Roman”

Son Yazılar