Besteci, piyanist Fahri Atakoğlu geleceği bırakacak mirası “Müziğimi ölümsüz kılan melodilerim…” şeklinde özetliyor.
“Müzik ruhun gıdasıdır” sözü ne kadar klişe olsa da hayatımızda kendine has bir gerçeklik barındırır. Gülerken, ağlarken, eğlenirken, dinlenirken, dururken her yerde ve her şekilde bizimle olur müzik. Türleri dinlemek yaşa, zevke, ilgi alanına göre değişebilir. Ama hep bizimle ve hayatımızla iç içedir. Yakılan bir türkü kalbimizin en gizli sırlarını çıkarır gün yüzüne, dans etmek ve eğlenmek için dinlenilen bir müzik ise insanı kendinden geçirir. Pop, rock, jazz, türkü, türk sanat müziği gibi birçok tür sıralanabilir. Sıralanan her tür kendi içinde dönemsel, sosyal olarak farklı alt başlıkları da barındırır. Arabesk müzik gecekondulaşma sonrası değişen İstanbul çehresinde bir başkaldırış iken günümüzde kendine has bir kitlesi olan rap müzikse günümüz insanın sıkışmışlığına bir cevap olarak tercih ediliyor. Binbir çeşit müzik türü içerisindense bu yazımızda “enstrümantal müzik” baş köşede yer alacak.
Enstrümantal müzikte ses ön plandadır. Besteler kendini notaların birlikteliğiyle gösterir. Bağlayıcılığı notaların birlikteliğinden kaynaklanır. Bu birliktelik herkese göre midir, diye sorarsanız, cevabımız çoğunluğu kapsamaz. Meraklısına ilgilisine hitap eder. Kendine dair bir alan oluşturur. Piyano, keman, gitar, santur gibi enstrümanlar çeşitlenir. Piyano ile ilgili ise aklımıza sayısız isim gelebilir. Her biri birbirinden başarılı olan isimler arasından Fahir Atakoğlu’yu yakın plana alacağız.
Melodi peşinde bir ömür
Küçük yaşlardan itibaren piyano çalmaya başlayan Fahir Atakoğlu, 15 yaşında Cemal Reşit Rey ile tanışır ve onun öğrencisi olur. Sonrasında İstanbul Devlet Konservatuvar’ına giren Atakoğlu 1980 yılında Londra’da Craydon Collage’da eğitim alır. Londra günlerini anlattığı bir röportajda Atakoğlu bilmediği her işte çalışarak Londra günlerini geçirdiğini belirtiyor. Eğitim sonrasında Türkiye’ye döndüğünde kariyeri 1990 sonrasında belgesel müzikleri yapma noktasında şekilleniyor. Onlardan bazıları belgesel tarihimizde önemli bir yer tutan “Cumhuriyet”, “Demirkırat” ve “Sarı Zeybek”tir. Belgesel müziklerine yeni bir tarz dokunuş getiren Atakoğlu önemli sanatçılarla beraberde çalışır. Onlar arasında Sezen Aksu, Sertab Erener, MFÖ yer alıyor. Atakoğlu’nun 2008 yılında yayımladığı “İz” albümüyle müzikseverler tarafından geniş ilgi görmüş besteci kariyeri boyunca bestelediği şarkılarını bu albümünde Sezen Aksu, Nilüfer, Tarkan, Sertab Erener ve Levent Yüksel gibi sanatçılar yorumladı.
Besteci ve piyanist kimliğiyle melodileri ön planda tutan Atakoğlu uzun yıllardır Amerika’da yaşamaya devam ediyor. Çeşitli konserler, festivaller vasıtasıyla ise Türkiye’ye geliyor. Grammy ödüllerinde üç adaylığı bulunan sanatçı hayatı boyunca hep müzik yapmak istediğini belirtiyor. Müziğin bir coğrafyası olmadığını da ekliyor. Burada en önemli gördüğü nokta dünyanın farklı yerlerinden müzisyenlerle, sanatçılarla karşılıklı bir iletişim halinde olmak. O iletişimin kendi içinde bir devinim yarattığınıda devamında belirtiyor. Belgesel müziklerinin yanı sıra film müziklerine de imza atıyor. Film müziği yaparken filmin ilk anından son anına kadar o senaryoyla beraber hareket ediyor. Filmin dünyasını, hikâyesini notalarıyla yeniden inşa ediyor. “Kesişme: İyi ki Varsın Eren”, “Her Şeye Rağmen”, “Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu”, “Dumlupınar: Vatan Sağolsun”, “Türk İşi Dondurma” ve “Ayla” müziklerini yaptığı nice filmlerinden bazıları.
Her yerde kültür yolu
Melodinin peşinde bir ömür geçiren Fahir Atakoğlu bu yıl hem 29. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Yarışması Jüri üyeliği için hem de Beyoğlu Kültür Yolu Festivali kapsamında vereceği konser için Türkiye’ye geldi. Ekim ayında festivalin Onur Ödülleri için düzenlediği yemek sonrası onu canlı dinleme şansı buldum. Her parça öncesinde bize çaldığı bestenin hikâyesini anlattığı bir dinleti sundu bizlere. O sırada kendisiyle röportaj yapma fikri ortada yoktu. 8-23 Ekim tarihleri arasında düzenlenen Beyoğlu Kültür Yolu Festivali kapsamında konser vereceğini duyduğumda ise bu fırsat kaçmaz dedim. Röportajı organize ettim. Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz röportaja geçmeden önce Beyoğlu Kültür Yolu’na dair birkaç yorumumu da belirtmek isterim. Yılın başında ikincisi düzenleneceği vakit sayın Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan ile bir röportaj gerçekleştirdik. Festivalin felsefesini, amacını konuştuk. Türkiye’nin birçok yerinde kültür yolu festivallerini o röportajda dile getirmişti Demircan. O festivaller arasında Beyoğlu Kültür Yolu Festivali ise üçüncüsü gerçekleştirmiş oldu. Ulusal ve uluslararası birçok kıymetli sanatçıyla sanatseverleri buluşturması bakımından festival oluşturduğu bereketli etkinlik tablosuyla çok kıymetli. Ama festival programının açıklanma süresi çok kısıtlı zamanda oluyor. O kısıtlı zamanda ise hangi söyleşi, hangi konser, hangi tiyatro derken kaybolunup gidilebiliyor diyeyim, röportaja geçeyim.
Kısıtlı bir zamanda gerçekleştirdiğimiz röportajımızda Atakoğlu, sorularımıza kısa ve öz cevaplar vererek, meselelerin özünü konuşmak gerek, dedi.
Uzun zamandır Amerika’da yaşıyorsunuz. Amerika’nın müziğinize, sanat anlayışınıza nasıl bir etkisi vardır?
Ben liseden mezun olduğumdan beri yurt dışında yaşıyorum, önce İngiltere sonra ABD. Bu doğrultuda ömrümün yarıdan fazlası yurtdışında geçti. ABD her zaman dünya müzisyenlerinin buluştuğu bir coğrafyadır, bende dünyaya ve dünya müzisyenlerine yakın olmak için orayı seçtim. Böylelikle hem kendi müziğimi geliştirdim hem de müziğimi dünya müzisyenleri ile çalma imkanı buldum. Örneğin son albümümde bana dünyaca ünlü müzisyenler eşlik etti. Amerikalı saksafoncu Bob Franceschini, Kanadalı basçı Alain Caron, Küba davul harikası Horacio “El Negro” Hernandez’in Buika, Brezilya’dan Luciana Souza, Gambi ve Amerikalı yükselen yıldız caz şarkıcısı Aimée Allen…
Kendimi en iyi müzikle ifade ediyorum
İlhamınızı nereden alıyorsunuz?
Yaşamış olduğum hayatın içinden herhangi bir kesit, herhangi bir olay bana ilham kaynağı olabiliyor. Çünkü kendimi en iyi müzikle ifade edebiliyorum..
Piyanoyu sizin için özel kılan nedir? Onunla tanışma hikâyenizden bize bahsedermisiniz?
Çocukken yaşadığım dört aile apartmanının her katında müzik vardı. Kuzenlerimde piyano vardı, ilk kez orada tanıştım. Daha boyum yetişmezken beni oturtuyorlardı ve ben kendimce çalıyordum. Aslında ben onu değil, piyano beni seçti. Ve ilk hocam Madam Silvia’dan Sayın Cemal Reşit Rey’e kadar aldığım piyano ve bestecilik eğitimi de piyanonun benim için yer ve değerini pekiştirdi.
Müziğinizin tarzını hangi kavramla tanımlarsınız?
Aslında böyle bir ayrıma girmiyorum. Ama ABD’de radyolarda çalınmak ve basında doğru eleştirileri almak için müziğinizi belli bir tarz altında sunmalısınız, bu doğrultuda kendimi ABD’de jazz ve klasik batı müzisyeni olarak konumlandırıyorum.
Birçok dizi ve film müziğine imza attığınızı görüyoruz. Projeleri nasıl seçiyorsunuz?
Gelen projenin önce senaryolarını detaylı inceliyorum. Eğer ki bende bir duygu uyandırmış ve müziğimin filme katkı sağlayacağını hissettiğim an o projeyi kabul ediyorum.
Enstrümanın duygusu insanın dokunuşuyla mümkün
Dijitalleşen dünyada müziğinizin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Teknoloji müziğimi yaparken işimi gerçekten çok kolaylaştırıyor. Ama işin esası ve olması gerekeni müziğin insanlar tarafından enstrümanlarının çalınıp icra edilmesi. Çünkü müziği insan duyguları şekillendir. Bir üflemeli veya vurmalı çalgının o duyguyu vermesi ancak ona insanın dokunuşu ile mümkün olabilmektedir.
Yaşadığımız çağın kendi içinde birçok sorunu, problemi, çıkmazı var. Müziğin yaşam içerisindeki rolü sizce nedir?
Müzik demek duygudur, duygu demek insan demektir, müziksiz bir yaşam düşünülemez.
Müziğinizle geleceğe bırakmak istediğiniz mirasınız nedir?
Müziğimi ölümsüz kılan melodilerimi..
Cesaretle hissettikleri müzikleri yapsınlar
Genç müzisyenlere, sanatçılara neler tavsiye edersiniz?
Cesaretle kendi hissettikleri müzikleri yapsınlar. Birilerine beğendirmek amaç olmamalı. Bulundukları coğrafyayı ve etnik unsurlarını değerlendirmeliler. Çünkü bir müzisyeni, müzisyen yapan kendi hayatıdır.