Ramazan ayı, rahmet ve bereket ayı. Tevekkül etme ve af dileme ayı. Belki de koca bir yıl içinde en fazla düşündüğümüz, manevi yolculuğumuzda bir arpa boyu olsun yol alabilmeyi başardığımız, özümüze döndüğümüz ve huzura kavuştuğumuz zaman dilimi. Sinemamıza baktığımızda, bu içsel yolculuğumuzda ve anlam arayışımızda bize farklı patikaların da olduğunu gösteren, belki de Andrey Tarkovski gibi “Bir İbadet Olarak Sinema” düsturuyla yolculuğuna başlayan ve sanatını bir tebliğ aracı olarak kullanan yönetmenlerle karşılaşmamız mümkün. Bu yönetmenlerden biri de Semih Kaplanoğlu…
Yönetmen Kaplanoğlu, ilk başarısına kendisinin yazıp yönettiği “Herkes Kendi Evinde” filmiyle imza attı. Henüz ilk filmiyle Ankara ve İstanbul gibi ulusal festivallerin yanı sıra Rotterdam, Singapur gibi uluslararası festivallerde de adından söz ettiren Kaplanoğlu, “Yusuf Üçlemesi” olarak bildiğimiz “Süt”, “Bal” ve “Yumurta” filmleriyle bilinen ve ülkemizi uluslararası arenada temsil etmeye devam etti. Bu üçlemenin ardından 2017 senesinde yaptığı “Buğday” filmiyle Hz. Musa ile Hızır (as)’ın kıssasına modern bir yorum katan Kaplanoğlu, Uluslararası En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterilen “Bağlılık Aslı” ile yeni bir üçlemenin ilk filmini seyirciyle buluşturdu. 2021 yılında, hacca gitmek üzere hazırlanırlarken geçmiş yaşantısında işlediği günahlarla yüzleşen bir adamın iç hesaplaşmasını anlatan “Bağlılık Hasan” filmiyle Cannes Film Festivali dahil olmak üzere birçok festivalden ödülle dönen yönetmen, şimdilerde üçlemenin son filmi olan “Bağlılık Fikret”in hazırlık sürecinde.
Kehf Suresi ışığında bir distopya denemesi
Kadim dinlerde geçen peygamber hikayeleri, farklı mitolojilerdeki efsaneler ve kutsal kitaplardaki anlatılar yüzyıllardır sanata ilham olmaya devam ediyor. Bu hikayelerin temelinde hep insanı sorgulamaya ve bu vesileyle doğru yolu bulmaya iten bir mânâ vardır. Yüz yıllardır anlatılmaları, dilden dile dolaşmaları sebebiyle birçok farklı formda karşımıza çıkabilir bu hikayeler. Semih Kaplanoğlu’nun “Buğday” filmi de bize bu hikayelerden birine, Kehf Suresi’nden aşina olduğumuz Hz. Musa ve Hızır (as.)’ın kıssasına sinema perdesinde ve bize pek de uzak olmayan bir gelecekte tanıklık etmemize olanak sağlıyor.
“Buğday”, siyah-beyaz distopik bir film olarak karşımıza çıksa da günümüz dünyasını, bilhassa 2024 senesinde dünyanın bir bölümünde insanlar bolluk ve bereket içinde yaşarken Gazze’de bombalanan yahut açlıktan ölüme terk edilen çocukların varlığını göz önünde bulundurursak gerçeklikten uzak diyemeyeceğimiz bir film. İklim değişiklikleri ve insanoğlunun müdahaleleri sonucu besin kaynaklarının tükendiği bir dünyada açılan film, Jean-Marc Barr’ın canlandırdığı Erol adında bir genetik bilimcinin insanlığı kurtarmak için genetiğiyle oynanmamış buğday tohumu arayışıyla başlıyor. Salgın hastalıklardan ve kirli havadan arınmış, ‘belirli’ insanların girebildiği ve geri kalanların manyetik bir sınırın ardında ölüme terk edildiği bir şehirde yaşıyor Erol. Bu şehrin kurucusu olan şirket adına insanlığın devamını sağlayabilmek adına deformasyona uğramayan yapay tohumlar üretmekle görevli. Fakat ürettiği tohumlar bir şekilde mutasyona uğruyor ve devamlılığı sağlayamıyor. Hal böyle olunca, yeni arayışlara giriyor ve bu noktada bir zamanlar aynı şirket için çalışmış fakat işine son verilmiş bir bilim insanı olan Cemil Akman ismiyle karşılaşıyor ve bu isimle bizzat tanışmak için sınırın ardına bir yolculuğa çıkıyor…
Musa’nın Hızır’ını bulması ve arayışın sonu
Kıssadan hareketle Hz. Musa’nın bir yorumlaması olan Erol, çıktığı yolculukta Ermin Bravo’nun hayat verdiği Cemil Akman karakteriyle karşılaşmasının ardından hakikat arayışına başlıyor. Cemil onu ‘Benimle bir yolculuk yapmaya senin gücün yetmez.’ diyerek ikaz etse de Erol her ne olursa olsun itiraz etmeyeceğini söyleyerek yola devam etmek istiyor. Yolculuk boyunca Erol, bu verdiği sözle sınanıyor. Fakat bir şekilde yolculuğa devam ediyor. En sonunda artık verdiği sözü yerine getirmediği ve Cemil’e üçüncü defa karşı geldiği için yolculukları sonlanıyor. Yolculuklarının sonlandığı noktada Erol, baştan beri aradığının aslında kendi içinde olduğunu, aslında her şeyin insandan geldiğini ve insanın kendi kurtuluşunun özüne dönmekte olduğunu anlıyor ve film böylelikle sonlanıyor.
Yol boyu gerek yaptıkları felsefi konuşmalar gerekse imgelerle ve metaforlarla değinilen konular bize karmaşık bir seyir deneyimi sunuyor. Erol, Cemil ile çıktığı yolculukta filmin en başında sahip olduğu motivasyondan öylesine uzaklaşıyor ki biz de filmi izlerken kendimizi bambaşka bir yerde buluyoruz. Bir yandan olanları anlamlandırmaya ve ilk yarıyla ikinci yarı arasında bağlantı kurmaya çalışırken diğer yandan derinlikli diyaloglar arasında kendimize bir yol çizmeye çalışıyoruz.
Kaplanoğlu sinemasında Tarkovski esintisi ve anlam karmaşası
Filmdeki tüm bu anlamsal karmaşanın yanı sıra, siyah-beyaz atmosferine ve üzerinde epey çalışıldığı belli olan sinematografisine bakıldığında yönetmeni takdir etmemek mümkün değil. Pek çok sahnesinde Tarkovski esintilerini hissedebildiğimiz film, sadece kurduğu distopik evreni tanıtan sinematografik tercihleriyle değil, ele aldığı konuyu işleyiş biçimiyle de bize Tarkovski evrenini anımsatıyor. Tarkovski filmlerinden aşina olduğumuz insanın anlam arayışı teması, inanç, tasavvuf, tebliğ ve tövbe gibi konular bu filmde de karşımıza çıkıyor. Fakat Kaplanoğlu, “Buğday” filminde Tarkovski sinemasında göremeyeceğimiz bir tercih yapıyor ve filmin sonunda, insanın kurtuluşunun nerede olduğunu bize gösteriyor. Yani filmin başında sorduğumuz sorunun cevabına filmin sonunda çok net bir şekilde ulaşmış oluyoruz.
“Buğday” filmi, izleyiciyi mutlak bir çözüme ulaştırması ve baştan beri sorduğu soruların metaforik bir anlamda cevaplanması sebebiyle, sonu itibariyle didaktik bir film olarak nitelendirilebilir. Fakat bu “didaktik” kelimesini filmin anlatısını tanımlarken kullanmamız mümkün değil. Zira film, semboller ve metaforlarla bezenmiş durumda. Film, Hızır ile Musa kıssasından esinlenmesinin yanı sıra vahdet-i vücud anlayışı gibi tasavvufi sembollere ve farklı metaforlara da sıkça yer veriyor. Öyle ki, bazen bu metafor kullanımına çok fazla başvurulduğu için filmin alt metniyle üst metni arasındaki homojenlikte kaybolabiliyoruz. Yapılan göndermeler, kullanılan imgeler muhakkak bir yerlere işaret ediyor fakat bu işaret edilen yerlerden bihaber izleyiciler olabileceğini de varsaydığımızda filmde bu denli metafor kullanımı doğru mu diye sorgularken bulabiliyoruz kendimizi. Yine de iman, inanç ve maneviyat gibi konuların üzerinde düşünmek için bolca vaktimizin olduğu bu mübarek ayda bize eşlik edecek bir film izlemek isterseniz, “Buğday” sizin için güzel bir deneyim olabilir.