Modern ve klasik arasında: “Karşı Roman”

10 dakikada okunur

Şiiri, denemeleri ve düz yazılarıyla tanıdığımız Ali Ayçil’den bir roman geldi. Farklı türlerde eser veren insanlara has özelliğiyle karşımıza çıkıyor yazar. Çok sayıda eser vermek ve bunların hepsinde de iyi anılmak özel bir şans olsa gerek. Buradan bakınca “Karşı Roman”; okura sürprizler sunan bir eser. 

Romanda çok sayıda leitmotiv bulmak mümkün. Karşı tarih, savunma ve kurt imgeleri sıklıkla karşımıza çıkan olgulardan biri. Bunlarla sıkça karşılaşmak da bize; romanın duygusunu hissettiriyor. Bir döngünün içindeyiz ve bu döngü sonsuz gibi ilerliyor. Yine bu tekrarlarda yazarın bize özellikle anlatmak istediklerine yoğunlaşıyoruz. Yazar karşı tarihin tarafında; öteki olanın. Diğerinin hakkını savunmak istiyor. Tarih boyunca yapılmamış bu savunmayı kendine bir ödev bilerek tamamlamak istiyor. Bunu başarıp başaramdığı da ayrıca bir konu. Çünkü karşı tarihi savunmak, mevcut tarihi karşısına almak ve onunla mücadele etmeyi gerektiriyor. 

Taşra ve şehir bir arada 

Romanda dikkat çeken bir diğer unsur; modern olanla, klasik olanın iç içe ve karşı karşıya gelmesi. Bunu metnin bütün duygularında bulabiliyoruz. Berna’nın şehirli olması, romanın ana kahramanı Mehmet’in taşralı olması gibi. Berna’nın Anadolu ozanlarını dinlemekten hoşlanmaması, Mehmet’in ise bundan zevk alması ve kendini hatırlaması ayrıca bir konu. Taşra avukatı ve şehirli boşanma avukatı ayrımı da roman boyunca devam ediyor. Modern olan ile klasik olan zaman zaman iç içe geçerken, zaman zaman da ayrışıyor. Taşralı olmak bir tür Anadolu olmak anlamını taşırken, modern olmak da şehirli olmak noktasında kendini ortaya koyuyor. Dinlenen müzikler eşliğinde ilerlerken birden Berna ve Mehmet’in ortak anlarında kendilerini eşitlenmiş hissetmeleri zaman zaman şehirli Berna’nın Mehmet’i otantik bulmasına kadar uzuyor hikaye.

 

Diğer dikkate değer anlatılar arasında şehrin arka planda yer alması yatıyor. Üsküdar sokakları ve Fatih sokakları roman boyunca birden karşımıza çıkıp bizi geçmişe götürebiliyor. Bir anda Üsküdar Bağlarbaşı’nda dolanırken bir başka yerde Bab-ı Âli Yokuşu’nda olabiliyoruz. Şehir adeta açık unutulmuş bir müzik gibi fonda ilerliyor. Şehir hakkında çok fazla bilgiye maruz kalıyoruz. Buradaki şehrin İstanbul olabildiği gibi; Anadolu’nun bir şehri olması da mümkün. Anadolu’da bir şehri anlatırken gayet müslüman bir şehre denk gelmemiz olağan bir şeyken, yazarın karakterlerin sevişmelerini de uzun uzun anlattığı anlatılarda; yine modern olanla klasik olanın harmanlanmasına şahitlik ediyoruz. Şehir bir konuya ruh katmaktan çok karakterleri birbirine yakınlaştıran unsurlar arasında yer alıyor. Karakterlerin hepsi şehirde yaşıyor olsa da, Anadolu hep bir koldan kendini göstermeye devam ediyor. 

Göndermelere yer var 

Romanda bizi karşılayan unsurlardan biri de; kültürümüze, tarihimize, edebiyatımıza dair göndermeler. Çok sayıda göndermelerle bezeli olması; katman olarak birçok boyutta okunabilir olmasının da önünü açıyor. Bazı isimler ve göndermeler rastgele seçilmiş gibi durmuyor. Bize başka şeyleri çağrıştırsın diye yapılmış. Bu çağrışımlarla birlikte okunduğundaysa birçok farklı alana kapı açıyor. 

Kurt imgesinin yer alması ve içinde bazı efsanelere yer vermesi de ayrıca dikakte değer. Kurt imgesi Türklüğün özel sembollerinden biri. Henkür menkür gibi Anadolu efsanelerinin de yer alması ayrıca Türk’ün gücü ve karşı tarih savunmanın güçlüğü bağlamında da başka bir gözle okunabilir. Türk’ün gücünü gösterdiği bir ortamda, karşı tarih savunmanın güçlülüğü de ayrıca bir olay gibi bizi karşılıyor. Yazar burada kimseye haksızlık etmiyor. Türk’ün gücü ve karşı tarih kendilerini karşı karşıya getirse de; kazanan belli. Türk’ün gücü. 

Romana bir açıdan otobiyografik demek belki mümkün ama bunun kurmaca bir metinde ne kadar gerçeği yansıtacağı da ortada. 

Roman uzun anlatılarla ve bölüm olmadan ilerliyor, bu açıdan okunması oldukça zor bir hal alıyor ama bir yandan da anlatı dili itibariyle merak uyandırıyor. Acaba sonrasında ne düşünecek ve bize neyi anlatacak merakıyla o uzun paragrafları okuyup geçiyorunuz. Üsküdar, Bağlarbaşı’nda Güçlü Apartman’da başlayan yolculuğun uzandığı yerler bir süre sonra sizin de dikkatinizi çekiyor. Paragraf uzunluğuna rağmen anlatının diri gücü sizi merakla sürüklüyor. 

Kendi ifadesiyle 

Anlatıları pekiştirmek için kitaptan bir paragrafla örnek vermek istediğimde dikkatimi şurası çekiyor: “Şimdi bile kulaklarımda çınlıyor Nadir Kitap Avcısı Yakın Tarih Araştırmacısı’nın tok sesi: “Beyefendi, İzmir’de bu peynirin üretildiği fabrikayı bizzat gezdim ve tam not verdim, güvenilirdir, yiyebilirsiniz”, “Beyefendi, gördüğünüz bu heybetli ahşap binaya Kızıl Konak denir, konak İttihat Terkakki’nin, doğal olarak Enverlerin, Talatların, Cemallerin, devlet içinde devlet olan cemiyetin üssüydü. Yine de o zamanlar ilişkiler şimdiki gibi değildi, ortak bölgeler, buluşmalar, karşılıklı gidiş gelişler de olurdu. İnsanlar kapılarını birbirlerine tamamen kapatmazlardı. Yahya Kemal Bey buraya uğrardı mesela, Ziya Bey’i ziyaret ederdi. Bu ziyaretler sırasında Ömer Seyfettin Bey’le karşılaşmış olma ihtimali de yüksek. İkisi arasında niza olduğunu biliyorsunuz zaten.” Başından beri bir arkeolog, felsefeci ve mimar kafasına sahip olan ben, binanın mimarisyl, utangaç felsefeci Ziya Gökalp’in giriş kattaki hayali izleriyle ilgileniyor, bundan  haz alıyordum…”

“Karşı Roman”; iç içe geçen alatısı, göndermeleri, modern, klasik bakış açıları nedeniyle, birden fazla kez okumayı hak eden bir eser. Siz de okuduğuzda yoğun bir metinle karşı karşıya kaldığınızı fark edeceksiniz. Bahtı açık olsun. 

Önceki Yazı

Melek Celâl Sofu, Sabahattin Ali ve hazin bir “kamyon” hikâyesi

Sonraki Yazı

Kültür sanatta yaz bereketi

Son Yazılar