İtalyan sanatçı Bruno Munari’nin Kare Daire Üçgen isimli kitabı nihayet Türkçe olarak okurla buluştu. Kare Daire Üçgen bir arkeolojik kazıyla ilkel dönemden modern dünyaya şekillerin medeniyet tarihimizdeki anlam dünyalarına yolculuk yapıyor. Fütürizmden beslenen Munari, ön kabulleri arkada bırakacağımız yeni bir düşünme biçimi öneriyor. Peki bunu kabullenmemiz, görmemiz, yeniden başlamamız mümkün mü? Munari bizi neden rahatsız ediyor?
Elimizde Bruno Munari’nin Kare Daire Üçgen’i var. Ketebe Yayınları bu kitabı geçtiğimiz ay okurla buluşturdu. Burada “okur” kelimesinin yanında “seyirci” ve “meraklısı” kelimelerini de kullanabilirdik. Çünkü bazı kitaplar sadece okunmuyor, seyredilmesi ve üzerine düşünülmesi de gerekiyor. Bunu zaten bizzat yazar da umuyor. Peki Kare Daire Üçgen nedir?
Daha yakından bakmak
Ketebe Yayınları tarafından basılan Kare Daire Üçgen aslında sanat ve tasarım dünyasında arkeolojik kazı alanı oluşturan üçlemenin birleşimi olarak tanımlanabilir. Munari, temel üç geometrik şeklin medeniyetlerin içinde nasıl yer bulduğunu, sanatla ve hayatla olan ilişkimizde kendine nasıl temel bir nokta tuttuğunu sorguluyor. Biz de onun yorumlarına tek tek bakalım: Yazar karenin, kollarını yana açmış bir insan kadar yüksek ve geniş olduğunu, ilk insanlara ait yazıtlarda ev/yerleşim fikrini ifade ettiğini söyleyip, bu noktadan bizi Doğu Çin Hanedanlığı’ndan damaya, Maleviç’ten Maya mimarisine kadar bir yolculuğa çıkarıyor. Aynı yol, dairede farklı duraklarla devam ediyor: “Kare insan ve inşa ettikleriyle, mimariyle, uyumlu yapılarla, yazıyla ve bu gibi şeylerle yakından ilgiliyken, daire ilahi olanla ilgilidir.” Munari, yüzükten ağaçların büyüme halkasına, Kandinsky’nin “Daire İçinde Daireler”ine uzanıyor. Üçgende ise doğa ve insan yapımı olan arasındaki bağı ortaya çıkaracak örnekler üzerinde duruyor. Bu kazının sonuçlarını anlamak için Munari’ye daha yakından bakmak gerektiği açık. Peki kimdir Bruno Munari?
Sanat hayattan ayrılmaz
1907’de doğan Munari, 20. yüzyılda kendisine yeni bir yön veren dünyamızın önemli aktörlerinden olarak tanımlanabilir. Onun bakış açısı sanat ve tasarım dünyası için önemli kilometre taşları oluşturdu. Fütürizmden etkilendi. Genç yaşta mühendis olan amcasıyla çalıştı. Farklı yayınlarda sanat yönetmenliği yaptı, grafik tasarımcı olarak önemli bir kariyer oluşturdu. Tasarımın anlamlı ve işlevsel olması gerektiğini savundu. Ona göre, “sanat hayattan ayrılamaz”dı. Bu nedenle, “bakması iyi, kullanması kötü olan şeyler var olmamalı”ydı. Bu bakış açısını farklı alanlardaki işlerine yansıttı. Endüstriyel tasarım, heykel, resim, edebiyat, sinema ve mimaride yenilikçi katkılarla kendini gösterdi. Peki Munari bize ne demek istedi?
Yeni bir Leonardo
Picasso denildiğinde bugün aklımıza gelen kareler, ressam için uzun bir yolun sonucunda ulaştığı noktaya aitti. Bu pek çok sanatçı için de geçerlidir. Onları anlamak için geriye, yolun arkasında bıraktıklarına bakmak gerekir. Munari’yi de tam olarak anlayabilmek için diğer eserlerine bakmamız gerekiyor. Daha net biçimde söylemek gerekirse retrospektifini gözden geçirmeliyiz. Karşımıza çıkanların bazılarını arka arkaya sayalım: İşe Yaramaz Makinalar, Okunmayan Kitap, Design as Art, Fantasia ve Artist and Designer… Munari oğlu için kitaplar tasarlayan bir babaydı. Bu nedenle çok sayıda çocuk kitabı tasarladı. Bunlar çocukların hayal güçlerini ayakta tutmak için çabalayan tasarımlardı. “İşe Yaramaz Makinalar” da gerçekten anlamlı bir işlevi olmayan ufak makinalar, heykellerdi. Bir anlamda “kinetik sanat”ın ilk örneklerinden sayılıyordu. Picasso ona bu nedenle “yeni Leonardo” diyordu. Bunların ardından “Okunmayan Kitap”ı sanat piyasasıyla buluşturdu. Bu kitap, sadece renkler, şekillerden oluşuyordu. Hayatın her alanında sanatın önemli bir yer tuttuğunu, trafik işaretlerinden ev içi aydınlatmalara kadar farklı nesneler tasarlayarak gösteren Munari, kitabın da anlamını aslında bu işiyle sorguluyordu. O halde soralım: Kitaplardan “işlevini” çıkardığımızda geriye ne kalır? Bu sorunun cevabı bize ne verecek? Bu, hayatı, sanatı ve ikisinin bağlantı noktalarının nasırlaşmış yönlerini birbirine yeniden bağlamayı önermek midir? Peki Munari bize gerçekten ne öneriyor?
Platon, yazıyı sevmiyordu. Onun savına göre “yazı unutturur”du, tembelleştirirdi, düşünmekten alıkoyardı. Ancak Platon’un aksine dünyanın geri kalanı yazıyı, yazarak anlaşmayı, bilgi aktarmayı çok sevdi. Modern dünyamız da harfler, kelimeler, kitapların üst üste yığılmasıyla bugüne geldi. Ancak yazı, bugünün dünyasına yeterince cevap veriyor mu? Yazı bizimle konuşuyor, sorularımıza cevap veriyor, kendini anlatmak için farklı yollar deniyor mu? Bruno Munari, bizi Kare Daire Üçgen’de tüm retrospektifiyle beraber en temele inerek, dünyamız için yeni bir başlangıç öneriyor. Şekillere, biçimlere, formlara bakmak, anlamlarını irdelemek, yeni anlamlar önermek için zaman kapımızı uzun zamandır çalıyor. Peki bugün artık yazının tek başına bir anlam ifade etmediğini, iliklerimize kadar hissederken, Munari’yi okumaya, Munari’yle yüzleşmeye hazır mıyız? Çünkü o, bu yazıyı rahat koltuklarımızda okurken aslında bizi rahatsız etmeye geldi.