Munch’un Çığlıkları

6 dakikada okunur

Edvard Munch’un 1893 yılında resmettiği “Çığlık” adlı tablosunun sol üst köşesine kurşun kalem kullanılarak, küçük ve zor seçilebilir bir yazıyla bırakılmış bir not: sadece bir deli tarafından çizilebilir. Bu yazının, yapılan testler sonrasında ressamın kendisine ait olduğu kanıtlanmıştı. Evet öfkeli bir çılgının eylemi değil, bizzat ressamın kendisi tarafından eserine iliştirilmiş küçük bir nottur bu. Günlüklerine göre, Hayatın Frizleri adlı serinin bir parçası olan Çığlık (ilk adıyla Umutsuzluk) adlı eseri ilk görücüye çıktığında aldığı yoğun eleştiriler ve akıl sağlığı hakkında yapılan sorgulamalar ressamı çok üzmüş, Munch belki de “deli işi” olarak nitelendirilen tablosunun içinde ironik bir protesto düzenlemişti.
Aslında kendisini bildiği günden beri derin bir anksiyete yaşayan ve bunu bir ifade biçimi olarak sanatıyla “ortaya çıkaran” Munch, “bu anksiyete ve hastalık olmadan dümensiz bir gemi gibi olurdum,” cümlesini kuracak cesareti de gösteriyor. Burda bilinçli bir bilinçsizlik hali var. İcra ettiği sanatıyla yol aldığı fırtınalı denizlerde, bu ruh halinin ona pusula olduğunu ve yolunu bu derin duyuş sayesinde bulduğunu söylemesinde, yaratıcı dehanın sınırları da saklı. Munch, aklını yitirdiğini değil, sanatını icra ederken bir üst kata taşındığını düşünüyor sadece, sadece bir deli olduğuna dair protest notu böyle de okunabilir.
Edvard Munch, hem kendisinden sonra gelen sanatçıları, hem de popüler kültürü derinlemesine etkileyen ikonik tablosunda, günbatımı manzarasının eşlik ettiği bir köprüde, ağzı açık, ellerini şakaklarına bastırmış bir figürü, yüzündeki dehşet ifadesiyle birlikte gösterir/anlatır bize. Kan-kızıl bir gökyüzünün altında iskelete benzeyen bir ikonun varoluşu, mekândan izole edilmiş tek başına bir eylem gibidir. Ekeberg tepesinden Oslo’nun genel görünümünü yansıtan mekân; köprüdeki diğer iki insan, fiyorttaki tekne ve atmosferi baskılayan sedef bulutlarıyla bir yardım çağrısının görmezden gelinişini de resmeder. Buradaki çığlık (çağrı) katarsise pek benzemez. Cenine benzetilen duruşuyla çığlık atmayan ama bizatihi çığlığın kendisi olan figür, aslında korkunç bir gürültüden korunmak için kulaklarını, hatta bütün ruhunu kapatmaya çalışıyordur. İçerden hissedilen bir dış etken olarak doğanın çığlığıdır aynı zamanda bu. Munch’un 13 yaşındayken kaybettiği ablası Sophie’nin tedavi gördüğü akıl hastanesinin tablonun arka fonundaki koyda yer aldığı, buradan gelen korkunç çığlıkların-iniltilerin dehşetiyle kendi portresi olan ikonun kulaklarını bu dehşet yüzünden kapattığı şeklindeki yorumlar da Çığlık’ın sınırlarını Munch’un kalbine doğru genişletir.
Munch’un çığlık’ı varoluşun ıstırabıyla ilişkilendirilebilir elbette. Buna bir itirazım yok. Ama insanınkendi içinden dışarıya doğru taşan yardım çağrıları karşısında modern dünyanın sessizliği, daha baskın sanki burda. Böylesi bir çığlığın anlamına daha yakın duruyor bu eserin duygusu. Yani çığlık değil sessizlik. Tablonun ilk adının umutsuzluk olması gibi. Sadece bir deli tarafından çizilebilirdi, evet. İmkânı olanın delirdiği bir çağda bu içimizde taşıdığımız kimin çığlığı sorusuyla birlikte Munch’un eserine iliştirdiği o küçük nota tekrar geri dönebiliriz o halde.

Önceki Yazı

“Bir İşte Komedi Görünce Büyük Bir Şevkle Başlıyorum”

Sonraki Yazı

Türk ve Dünya Edebiyatında Pati Sesleri

Son Yazılar