Müslüman Aydının Şerh ve Haşiyeyle İmtihanı

12 dakikada okunur

Dergâh dergisinde kendisiyle yapılan bir mülâkatta yazmaların önemi üzerine sorulan bir soruya verdiği cevapta şu ifadeleri de yer alıyordu İsmail Kara Hoca’nın: “Şerh, haşiye, talik gibi terimlere gelelim. Bunlar birer yazım tekniğidir; ilmin ilerlemesi gerilemesi gibi konularla alakaları yoktur. Şerhler, talimî metinler üzerine yapılır. Mesela İbn Sina’nın el-Şîfâ’sına şerh yazılmaz. Şerh, muhtasar ve müfid talimî bir metnin daha üst bir seviyeye çıkartılması için yazılır. Şerhi tefsirle karıştırıyorlar, şerh tefsir değildir. Yani şerh metni açıklamaz, metni daha üst bir seviyeye taşır. Haşiye daha üst bir seviyeye, talik ise artık ayrıntılarda takılıp kalan bilgiyi söküp alır. Bu açıdan yazma kültürü mantığı içinde, hoca-metin olmazsa olmaz ilişkisini de dikkate alarak bu yazım tekniklerini değerlendirmeliyiz.”
İslâm dünyasının en tartışmalı hususlarından biri olan ve kimilerince ilim ve kültür hayatımızdaki gerilemenin müsebbibi olarak ilan edilen ‘şerh ve haşiye’ meselesine dair bir kitap var elimde: ‘İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz.’ ‘Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not’ alt başlığıyla Dergâh Yayınları tarafından yayımlanan kitap İsmail Kara imzasını taşıyor. Şerh ve haşiye literatürünün aslında klasiklerin bir parçası hatta bazı bakımlardan ta kendisi olduğunu iddia eden Kara, İslâm ilim ve kültür mirasının yeni bir bakışla ele alınmasına mütevazı bir katkı yapmayı amaçlıyor bu kitapla. Şerh ve haşiye meselesi hususunda kayda değer akademik bir çalışmanın olmamasını ise Kara, kitabın muharrik bir sebebi olarak zikrediyor.
Kitap, ‘Tarihten Bugüne Gelirken Şerh ve Haşiye, Metin, Şerh ve Medrese Sistemi’, ‘Bugünden Tarihe Giderken Şerh ve Haşiye, Şerh Karşıtı Süreçlerin Bir Mantığı Var mı’, ‘Sonuç Yerine-Unuttuklarını Hatırla’ ve ‘Ekler’ olmak üzere dört ana bölümden oluşuyor. ‘Ekler’ bölümüne “Sadece haşiyelerle meşgul olan ilim namına bir şeye sahip olamaz; kendini haşiyelerden müstağni addedenin de ilimden nasibi olmaz.” epigrafıyla başlanan kitabın en mühim hususiyetlerinden biri de bu bölümün ihtiva ettiği görsel malzemenin zenginliği. Şerh ve haşiye meselesini etrafında teşekkül eden birçok tarihî ve aktüel meselelerle, muhtelif ilim anlayışlarıyla, metin türleri ve dil-ifade şekilleriyle, medreseyle, oryantalizmle ve te’lif kitaplar çerçevesinde ve onlarla irtibatlandırarak değerlendiren Kara, kitabın sonuna eklediği Türkçe metinlerle metin, şerh, haşiye, zeyl, tercüme gibi konuları vuzuha kavuşturmayı hedefliyor.
Bilhassa son iki asırda kıymetsizleştirilen ve itibardan düşürülen şerh ve haşiye geleneğinin Müslüman Türkler için taşıdığı tehditkâr anlamın altını çizen yazar, bu geleneğin Türklerin İslâm tarihine dahil olmalarıyla paralel bir gelişme gösterdiğini ve şerh ve haşiye edebiyatını ihmal etmenin tabiri caizse Türklerin İslâm tarihi içerisindeki yerini ihmâl etmek manâsına geleceğini ifade etmek sûretiyle önemli bir hususa dikkat çekiyor. Bu yaklaşım, zihinleri alafrangalılık ve oryantalizmle malûl Müslüman entelektüellerin de katkısının olduğu İslâm tarihinden Müslüman Türkleri tasfiye etme projesinin bir parçası mıdır? Bu soruya hiç düşünmeden ‘evet’ cevabını veriyor İsmail Kara.
Şerh ve haşiye, bilindiği üzere sadece İslâm dünyasına ait türler değildir. Kutsal metinlerden klâsik felsefeye, büyük medeniyet havzalarından günümüze kadar ulaşan şerh, haşiye, talikat, zeyl gibi türlerin İslâmî ilimlerle sınırlı olmadığının da altını çizmek gerekir. Felsefeden matematiğe, ilmihalden lügate kadar birçok alanda hükmünü yürüten şerh ve haşiye yazma geleneği “sadece meşru ve muteber bir ilmî-talimî faaliyet ve telif tarzı değil aynı zamanda ilim yolcusu olmanın bir gereği, hoca-talebe münasebetlerinin tabiî ve hatta zarurî bir uzantısı” olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Bir gün Sahaflar Çarşısı’ndan geçerken Esmâr-ı Esrar namında bir risâle gözüme ilişti. Aldım, mütalâa ettim; bilimum turuk-ı aliyye pîrân-ı kiramın (tarikat şeyhlerinin) silsile-i tarikatını gösterir bir hazine-i irfan buldum. O dakikada kalbimde bu zümerât-ı kiramın teracim-i ahvaliyle meşgul olmak emeli husule geldi (…) Tarîk-i tedkike koyuldum. Yirmi seneyi mütecaviz tetebbuatta bulundum. Birçok şehirler gezdim. Tahkikatta, tedkikatta niceler elde ettim. Bu eser vücuda geldi. Hüsnüniyetle çalıştım. Noksanı çoktur, ihtimal ki hatîâtı (hataları) da o nisbettedir.”
Yukarıdaki satırlar, Hüseyin Vassaf Efendi’nin Sefine-i Evliya-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrar adlı eserinin mukaddimesine ait. Mehmed Sami es-Sünbülî’nin Esmâr-ı Esrar (1900) adlı 54 sayfalık telif eserine üstelik şerh ve haşiyelerin ilimden sayılmayıp küçümsendiği bir dönemde yazılmış 2500 sayfalık devasa bir şerh olan Sefine-i Evliya-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrar’dan hareketle şerh ve haşiyelerin gelenek içerisindeki yeri şu cümlelerle ifade ediyor Kara: “Şerh ve haşiye geleneğinin ilmî yetersizlikle, şahsî zaaflarla, kültür ve medeniyetin tıkanmasıyla, gerileme ve çökmesiyle alâkası yoktur; aksine bilgi, kültür ve irfanın ancak bir miras ve zemin üzerinde inşa edilebileceğini, ancak bu yolla anlam kazanabileceğini ve nihayet başarısızlıkların, sıkıntıların, zaafların, bu kanal işler tutularak üstesinden gelinebileceğini derinden hisseden ve bunun icaplarını yapan bir zihniyetin kökleriyle ilgisi vardır.”
Olumsuz yaklaşımların bir bakıma oryantalist bir anlam taşıdığını söyleyen Kara, şerh ve haşiye literatürü hakkında bilhassa son iki asırda zihinlerimize oryantalistler tarafından yerleştirilen küçümseyici ve toptancı hükümleri sorguluyor. Oryantalizmin büyük eserlerinden İslâm Ansiklopedisi’nde ünlü müsteşrikler tarafından yazılan ‘Şerh’ maddesinin iki, ‘Haşiye’ maddesininse tek paragraftan ibaret olduğunu düşünürsek kitabın hem bu zihniyete hem de bin yıllık muhteşem birikimi şerh ve haşiye edebiyatı diyerek küçümseyenlere bir cevap ve reddiye niteliği de taşıyor.
Şerhlerin önemine dair yaptığı vurgularla bilinen Âmil Çelebioğlu şöyle diyor: “Eski şerhlerde ileri sürülen fikirlerin, yorumların isabeti, metodu haklı veya haksız ne kadar münakaşa ve tenkit edilirse edilsin onlar günümüzde kaybolan veya değişen kültür dünyamız ve kültür tarihimiz, hatta tefekkür tarihimiz açısından değerlendirilmemiş en zengin ve ansiklopedik kaynaklarımız olmakla ayrı bir ehemmiyeti hâizdir.”
Hoca-talebe ilişkisi, modernleşme düşüncesi ve onun otorite düşmanlığı, oryantalist malûliyet, Müslüman Türklerin İslâm tarihinden tasfiyesi meselesi, metni ve ilme talip olanı yüceltme, bir üst kademeye çıkarma, asıl metnin etrafında teşekkül etmiş başka metinlerin ve onlar arasındaki ilişkilerin, medrese geleneği içerisindeki yeri, İslâm dünyasının kendi ilim ve kültür mirasından şüpheye düşmesi, çöküş paradigması, kaynaklara dönüş fikrinin teşrihi, şârihler ve ulemanın meseleye bakışı gibi zaviyelerden ele alınan şerh ve haşiye meselesi alanındaki büyük boşluğu nispeten doldurmakla kalmıyor, tahlil edici yöntemlerle ve kışkırtıcı sorularla da zihnimizi zorluyor.
Kitabı okuduktan sonra, Müslüman aydının imtidâdını gerçekleştiren bir unsur olarak değerlendirmek mübalâğa olmayacaktır sanırım şerh ve haşiye edebiyatını. Böyle bir çalışma için hem İsmail Kara’ya hem de Dergâh Yayınları’na müteşekkir olduğumuzu ifade etmeliyim.

Önceki Yazı

“En Büyük Yetenek Sevebilmektir”

Sonraki Yazı

Travmayı Atlatmak İçin Sanata İhtiyacımız Var

Son Yazılar