9. Boğaziçi Film Festivali”nde En İyi Ulusal Kısa Belgesel Film ödülü ‘İçtima’ ile Nuray Kayacan Sünbül’ün oldu. Bangladeş’te her yıl milyonlarca Müslümanın bir araya gelip gerçekleştirdiği içtima ritüelinden daha önce haberi olmayan Sünbül, “Hiç belgeseli yoktu, kimse bilmiyordu. Bilinsin, görünsün, bu insanlar neden toplanıyor, anlaşılsın istedim. Çünkü bu bir anlamda zülüm gören insanların, mazlum coğrafyaların, mustazafların ortak diliydi. Duyulması gerekiyordu, duyurmak istedim” dedi.
FATMA ÇELİK
Geçtiğimiz haftalarda 9. Boğaziçi Film Festivali gerçekleşti. Çeşitli film, belgesel ve yönetmenler ödüllendirildi. En İyi Ulusal Kısa Belgesel Film ödülü de İçtima ile Nuray Kayacan Sünbül’ün oldu. Öylesine büyük bir bilinmezliği gözler önüne seren İçtima; her yıl 150 farklı ülkeden milyonlarca Müslümanın, Bangladeş’te bir araya gelerek zulüm gören insanlar ve dünya barışı için üç gün boyunca dua etmesini konu ediniyor. Hac’dan sonra ikinci en büyük dini buluşma kabul edilen içtima ile yakınları öldürülmüş, çoğu sakat bırakılmış, işkenceye uğramış, ülkelerinden sürülmüş, vatan hasretiyle yanan milyonlarsa insan sığındıkları ülkelerde ortak bir duaya amin diyor. Hepsinin tek bir arzusu var. O da ölmeden önce memleketlerine dönmek. Milyonlarca insanın o ortak duasını herkesin duymasını sağlayan yapımcı ve yönetmen Sünbül’le konuştuk. İçtima ile ilgili kimsenin bir bilgisi olmadığını ögrenince belgeselini çekmeye karar veren Sünbül, “Bilinsin, görünsün, bu insanlar neden toplanıyor, anlaşılsın istedim. Çünkü bu bir anlamda zülüm gören insanların, mazlum coğrafyaların, mustazafların ortak diliydi. Duyulması gerekiyordu, duyurmak istedim” şeklinde konuştu.
“9. Boğaziçi Film Festivali”nde ödül alan bir belgeseliniz var. Bu bildiğim kadarıyla İçtima”nın ilk ödülü de değil. Bangladeş’te Hac’dan sonra ikinci en büyük dini buluşma olan İçtima’yı çekme fikri nasıl oluştu?
Ben aslında Türkiye’de bir belgesel çekmek istiyordum. Ardında Kalanlar belgeselinin Boston Türk Filmleri Festivali’ndeki gösterimi için Amerika’daydık, orada kameramanım Kürşat Taşçı’dan duydum İçtima’yı, ayrıntılarıyla bahsetti. “Hocam belgeselini yapsan ne güzel olur” dedi hatta. 1967’den beri Bangladeş’te her yıl düzenlendiğini, Milyonlarca Müslümanın dünyanın her yerinden akın akın oraya geldiğini öğrendim, çok ilgimi çekti. Hiç belgeseli yoktu, kimse bilmiyordu. Bilinsin, görünsün, bu insanlar neden toplanıyor, anlaşılsın istedim. Çünkü bu bir anlamda zülüm gören insanların, mazlum coğrafyaların, mustazafların ortak diliydi. Duyulması gerekiyordu, duyurmak istedim. Karakterleri kamp alanlarından kaçırdık
16 günde çektik, bulduğumuz karakterler korktuğu için ses kayıt cihazları üzerlerinde kaçtılar. Onların kamp alanlarından çıkması, çalışıp para kazanmaları yasak, bizim kamplara girmemiz yasak. Bir şekilde ormanlık araziden gizlice kamp alanlarına girip oradaki çekimleri tamamladık. Karakterlerimizi oradan kaçırdık. Drone çekimleri ülke genelinde yasak, orada büyük bir risk aldık. Çünkü drone olmadan o kalabalığı göstermemiz imkansızdı. En büyük avantajımız Bangladeş Hükümeti’nin değil belki ama halkının bize aşırı sevmesiydi. Çok yardımcı oldular, tıkandığımız noktalarda elimizden tuttular, her kapıyı açtılar. Danışman, kameraman soyuldu, ekipten iki kişi zehirlendi. Epey zorlu geçti süreç. Döndükten sonra post prodüksiyon aşaması oldukça güçtü. Anlaşılmayan dil ve lehçelerde konuşuyorlardı, çevirmen bulmakta epey zorlandık.
Almanya’da Da En İyi Belgesel Ödülünü Aldı
En son Arakanlı üniversite öğrencileri bulduk; birbirlerine teyit ettirerek öyle çevirisini tamamladık. Tabi elimizde çok farklı konular, farklı işlenebilecek malzemeler vardı. İçtimayı oluşturana kadar bayağı bir değiştirdim kurgusunu. Arakan görüntülerini kullanmak istiyordum ama konu İçtima’dan sapıyordu. Sonunda onu ayrı bir belgesel yapmaya karar verdim. Merhamet belgesini yaptım. Onun da festival sürece gayet iyi geçiyor, ödüller alıyor. En son Avustralya’da “en iyi uzun metraj belgeseli” ödülünü aldı. İçtima da Almanya’da en iyi belgesel ödülünü aldı.
Ödülü bekliyor muydunuz ve bu başarı size ne hissettirdi?
Açıkçası konu itibari ile festivallerde başarı kazanabilir miyiz, emin değildim. Hiç böyle kaygılarla hareket etmem, yapmak istediğim işi yaparım sadece. Bunun da başarıyı doğal olarak getirdiğini düşünüyorum. İzlediğim filmler içinde İçtima ayrı bir yerdeydi, o anlamda bekliyordum. Diğer izleyenlerin yorumlarından da böyle geri dönüşler almıştım. Tabi hiçbir zaman emin olamıyorsunuz. Ödül anonsunu duyduğumuzda ekip olarak kısa volümlü bir çığlık attık diyebilirim:)
TRT’nin misyonu çok yüksek
“9. Boğaziçi Film Festivali”nde TRT ortak yapımı ve TRT destekli filmler toplam 8 ödül kazandı. İçtima da TRT yapımı olarakboy gösterdi. TRT’nin böyle platformanlarda olması ve farklı yönetmenleri desteklemesi yıllardır var olan kültürel iktidar algısını değiştirmeye öncülük ediyor. Keza artık TRT dizileri de büyük kitlelere ulaşıp yurt dışına satılıyor. Bu durum muhafazakar sinema emekçileri için de bir artı. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok büyük bir imkan sunuyor TRT tüm sektöre. Yapımcılar, yönetmenler, sinema sektöründe çalışanlar için projelerini hayata geçirme fırsatı tanıyor. Çok büyük bir hizmet her şeyden önce. Türkiye sinemasının ve televizyonculuğunun dünyada tanırlılığının artmasında misyonu çok büyük.
Ahmet Uluçay kesinlikle bir dâhi
İçtima dışında farklı zamanlarda, farklı platformlarda ödül alan belgeselleriniz var. Özellikle Ardında Kalanlar’a ve tabii ki Ahmet Uluçay’a değinmemek olmaz. Ahmet Uluçay denince zihninizde neyin tezahür ettiğini merak ediyorum.
30 Kasım Ahmet Uluçay’ın ölüm yıl dönümü. Her çevreden sayılan, sevilen, takdir edilen, örnek alınan usta bir yönetmen. Kesinlikle bir dahi. Onun belgeselini yapmak, bir anlamda yönetmen olarak kendimi eğitmeme de vesile oldu diyebilirim. Çok şey öğrendim. Gizli kalsın istemedim. Çektiği zorluklar, ne şartlarda film yaptı, nasıl bir hayat yaşadı… Özellikle de eşinin, evlatlarının ve arkadaşlarının desteğini vurgulamak istedim. Her insan kendisine inanan birilerini arar, o insanlarla yol alır. Tüm zorluklara rağmen var olabilmiş, eserini ortaya koyabilmiş. Bir anlamda Ahmet Uluçay’ı oluşturan şey, maddi ve manevi engellere rağmen yılmadan, pes etmeden verdiği insanüstü mücadele olmuş. Şu mesajı veriyor film: insan inanıyorsa yapar; çok istemesi, kendine güvenmesi, yılmaması, başarmak için elindeki en büyük sermaye.
Merhamet “Umutsuzluğa Yolculuk” belgeseliniz de bir derdi anlatıyor, sıkıntıyı gözler önüne seriyor. Siz belgesellerinizde seyirciye ne demek istiyor, nasıl bir mesaj veriyorsunuz?
Umut bir yerlerde her zaman var, yaşıyorsak şayet. Öncelikle pes etmemeli insan. Tüm zorluklara rağmen mücadele veren insanlar, bize ufacık dertleri nasıl büyüttüğümüzü gösteriyor bir anlamda. Söyleyecek sözü olan, mesaj kaygısı gütmeden, ruha hitap eden, bizle konuşan, dertleşen, fikir veren, ilham veren, yol gösteren, iyi hissettiren filmler yapmak istiyorum. Zor hayatlar yaşayan insanları gösterip, acıma hissi uyandırıp, halimize çok şükür dedirten filmler bana kompleksli geliyor. Benim hikayelerimde bizden kat be kat zor hayatlar yaşasalar da bizden kat be kat mutlu, başarılı, en azından yoğun bir çaba ve gayret içerisinde olan insanlar var. Daha iyi insanlar olalım istiyorum. Filmlerimdeki karakterler her zorluğa rağmen dimdik ayakta. Karanlıkta yolunu bulmaya çalışan insanlığa ışık olsun, yolumuzu aydınlatsın, yol göstersin, ilham versin istiyorum. Bütün derdim bu.
Neden belgesel? Neden film değil? Sizin derdinizi anlatma yönteminiz diyebilir miyiz?
Sinemada amaç gerçekliğe yaklaşmaktır. Gerçekliğe yaklaştığımız ölçüde başarılı olur film. Belgesel de ise zaten bir gerçekliğin içindesinizdir. Onu anlamak, doğru aktarmak, işte yönetmenin kabliyeti burada belli olur. Kurgu olan gerçekliğe yaklaşmaktansa, var olan gerçekliği doğru yansıtabilmek, tercihim bu. Bu noktada sosyoloji eğitimi almış olman, bana büyük fayda sağlıyor. Belgeselde zor olan doğru yerde durmak, doğru yerden bakabilmek olguya. Bu zorluk bana müthiş keyif veriyor. O dünyayı anlamak, algılamak ve doğru aktarmak zorundasınız. Film bittiğinde seyircinin bakışlarında o etkiyi, hissiyatı görmek yapabildim dedirtiyor.EN VERİMLİ YILLARIMIZ DÖRT DUVAR ARASINDA GEÇTİ
Peki, son olarak Nuray Kayacan Sünbül nasıl biridir?
İşkolik görülüyorum, öyle söylüyorlar genelde. Ama ben öyle olduğumu düşünmüyorum yani var da çok fazla değil:) Bir şeyler yapmalıyım, üretmeliyim vaktim ve sağlığım yerinde iken, böyle düşünüyorum. Bunun başlıca nedeni bence 28 Şubat sürecinde başörtüm nedeniyle okuldan atılmam. 13 sene okulumu bitiremedim, çalışamadım en verimli yıllarımız dört duvar arasında geçti. Şimdi yine yasaklı hale geleceğiz, çalışmamıza, üretmemize izin verilmeyecek hissi var. İmkan varken yapabildigim kadar çalışmak, üretmek, işe yarar bir şeyler yapmak istiyorum, hepsi bu.