Müzelerimiz “sıkıcı” mı?

21 dakikada okunur

Litros Sanat’ın yeni sayısında müzelerimizle olan iletişimimizi ele alıyoruz. Müzelerimizi tanıyıp tanımadığımızı sorgularken, neden ülkemizde “sıkıcı” bir algıya sahip olduğunu irdeliyor, doğru bir şekilde gezmeyi bilip bilmediğimiz sorusunu soruyoruz. Bunu da sanat tarihçisi ve eleştirmeni Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün, sanatçı ve İMOGA İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi kurucusu Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan, Troya Müzesi Müdür Yardımcısı Sinem Düzgören, Ankara Resim ve Heykel Müzesi Müdürü Murat Yıldırım ile yazar ve düşünür Prof. Dr. Gülper Refiğ ile yapıyoruz. Buyurun keyifli sohbetimize… 

Elbette müzelerimiz iyi ki var. Hem tarihimizi doğru okumak noktasında hem de kalan mirasa neden sahip çıkmamız gerektiği konusunda en önemli değerlerimizin başında geliyorlar. Geçmişimizin günümüz yansımaları, geleceğimizin yön anahtarı ve bize kalan emanetler de diyebiliriz içerisinde barındırdıkları her şey için. Peki müzelerimizi yeterince biliyor ve tanıyor muyuz? Onlara karşı ilgi ve heyecanımız diri mi? Nerede olduklarından haberimiz var mı ya da? Tüm bunlarla beraber doğru ve olması gerektiği şekilde gezebiliyor muyuz müzeleri? Gezi sırasında kaçırdığımız detaylar ve yanlış yaptığımız şeyler neler? Ayrıca neden ülkemizde müzeye gitmek ve müzelerin kendisi sıkıcı bir şey gibi algılanıyor? Bu algı neden var? Hal böyleyken tüm bunların düzelmesi ve değişmesi için neler yapabiliriz? İşte Litros Sanat’ın yeni sayısında bu sorulara yanıt arıyoruz. Bu arayışta da bize sanat tarihçi ve eleştirmeni Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün, sanatçı ve İMOGA İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi kurucusu Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan, Troya Müzesi Müdür Yardımcısı Sinem Düzgören, Ankara Resim ve Heykel Müzesi Müdürü Murat Yıldırım ile yazar ve düşünür Prof. Dr. Gülper Refiğ eşlik ediyor… 

‘Sıkıcı’lığın en önemli nedeni sergileme yöntemleri

Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün (Sanat Tarihçisi ve Eleştirmeni): Türk toplumu hem müzelerin nerede olduğundan hem de müzelerde sergilenen ve bu yolla hatırlatılan tarihimize dair fazla bilgi sahibi değil. Elbette bazı istisnalar dikkat çekmekte. Müze mimarisi o kentin merkezi noktasında, etkileyici bir mimari plana sahipse bazen bu nedenle dikkat çekebiliyor ve toplum üzerinde merak uyandırabiliyor. Müze gezme noktasında ise doğru müzecilik yaklaşımları önemli. Eğer müze sergileme tasarımında yeterince bilgilendirmelere, yönlendirmelere sahipse doğrudur ve müzeyi gezmek bana göre izleyene yeterli donanımı sağlayacaktır. Bunları okumadan, eserleri incelemeden gezmek elbette verimli bir müze gezisi olmayacaktır. Öte yandan dediğiniz gibi ülkemizde müze gezmek “sıkıcı” bir algıya sahip. Bunun en önemli nedeni, eski müzecilik gelenekleri, sergileme yöntemleri, mimari tasarımları… Biliyorsunuz, “tarih” kelimesi de hep insanlığa “sıkıcı” bir atmosferi çağrıştırır. Bunun nedeni de tarihin öğretilme yönteminden kaynaklanır. Müzelerde de çağdaş uygulamalarda artık yetişkin-çocuk atölyeleri, dijital yöntemler kullanıldıkça toplumun müzelere gitme eğiliminde de ciddi bir artış olacağı kesin. Bu yöntemler arttıkça toplum, müzelerin merak uyandıran ve bilgi-eğlencenin yan yana oluğu bir alan olduğunu benimseyecektir. Ayrıca ilginin anahtarı bilgidir. Öncelikle yeniyi, çağdaş olanı hem müzecilik yaklaşımlarında hem sergileme yöntemlerinde hem de toplum ile kurulan bağlarda değerlendirmek gerekmekte. Müzelerde verilen çocuk-yetişkin eğitimlerinin toplumda çok önemli bir bilinç ve ilgi sağladığını izliyoruz. Sergilemede dijital teknolojilere, izleyen ile interaktif iletişim kurmayı sağlayan, gösterilmek istenen her tarihi nesne-eser ile interaktif ilişki sağlanmasına da dikkat edilmeli. 

Bekleyen değil, çağıran müze anlayışı artmalı

 Sinem Düzgören (Çanakkale Troya Müzesi Müdür Yardımcısı):Müzeler yalnızca eserlerin sergilendiği ya da depolandığı mekanlar değil aynı zamanda bilginin de muhafaza edildiği eğitim mekanlarıdır. Ve bir müze ziyaretçisinin müzeyi doğru bir şekilde anlaması ve ziyaretinden haz alması için entelektüel birikime ihtiyacı vardır. Müzelerde sergilenen eserler hakkında yeterli bilgi sahibi olmamak, ziyaretçilerin ilgisini kaybetmelerine neden olabilir. Entelektüel sermayesi primitif boyutta olsa bile yaşayacağı müze deneyimi ile bilgisi artacak, görsel bir şölen yaşayacak ve esas istenilen sonuç sorgulayacak ve öğrenme konusunda tetiklenecektir. Müze ziyaret deneyimlerinin verimli geçmesi için yalnızca ziyaretçilerin hazır bulunmasının da yeterli olmadığını düşünüyorum. Burada çuvaldızı kendimize batırarak bir örnek vermek istiyorum, müzeler ziyaretçilere bilgi aktarımını yaparken teknolojik imkanlardan faydalanmakta ya da sosyal medyanın gücünden yararlanarak çok sayıda ziyaretçiye ulaşma imkânı bulmaktadır. Ancak burada gözden kaçan bir kesimin olduğunu tespit ettik. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu verilerine göre Türkiye’de 2023 yılında 65 ve üzeri yaş nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 10,2’yi buldu. 65 yaş üstünün nüfusu oranının 2026 yılında yaklaşık yüzde 12’ye ulaşması, 2030 yılında ise yüzde 23’ü bulması bekleniyor. Yani ülke nüfusu gittikçe yaşlanıyor. Dolayısıyla müzelerin burada özellikle sadece çocuklara odaklanmayı bırakıp, yaşlanan nüfus için de daha proaktif davranması gerekmektedir. Bekleyen değil çağıran müze anlayışının artması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her kesimden ziyaretçinin entelektüel gelişimini desteklemek çok önemli, ama diğer yandan teknolojik donanım arttıkça yaşlı nüfus ile aramızda oluşması muhtemel kopukluğunda önüne geçilmesi gerekiyor.

Sıkıcılık algısının sebeplerini müzeciliğin çıktığı ilk dönemlerde aramak lazım 

Murat Yıldırım (Ankara Resim ve Heykel Müzesi Müdürü): Müzeler nasıl gezilmeliden ziyade, öncelikle müzeler gezilmeli. Bu işin ilk aşaması. Müzeye geldikten sonra uyulması gereken dikkat edilmesi gereken hususlar yazılı yazısız kurallar nasıl gezileceği diğer ziyaretçilere karşı nezaketi başka bir aşama. Müze ziyaretine nereden başladığı ne kadar zaman ayrıldığı hangi eseri sevdiği veya sevmediği ikinci aşama. Sonrasında ise asıl müze deneyiminin yaşandığı kişinin eserle kurduğu etkileşim geliyor. Bu etkileşim kişiye değişiklik gösterir. Bu anlamda herkesin baktığı ve gördüğü farklıdır. Detaylar ve detaylara gösterilen dikkat, insanların ilgi alanına göre değişiyor. Ancak genel bir tavsiye vermek gerekirse, müzeye gitmeden ön bilgi almak, kısa bir okuma yapmak ve eserlerin hikayelerinin araştırmak, yararlı olacaktır. Müzelerin sıkıcı olarak görülmesi maalesef kalıplaşmış yanlış bir algı. Günümüz müzelerinin sıkıcı olduğunu düşünmüyorum. Kişisine göre değişiklik göstermekle birlikte insanların sıkılmayacağı, herkese uygun müzeler var. Burada kişinin beklentisi, sürecin belirleyicisi. Ancak yine de müzelere dair bu algının kırılması gerekli. Bu algının sebeplerini müzeciliğin kurumsal olarak ortaya çıktığı ilk dönemlerde aramak lazım. Salonlarda yalnızca belli kesimlere ve zümreye hitap eden halktan kopuk yaklaşımın günümüze yansımaları olarak düşünülebilir. Günümüzde müzeler çok çeşitli. Genel müzelerin yanında koleksiyona göre; tarih, bilim, arkeoloji, sanat, etnografya, doğa, jeoloji, endüstri vb. müzelerle liste uzar gider. İnsanların beğenisine göre sıkılmayacakları müzeler elbette var. Burada söyle bir soru akla gelebilir: İlgi duyduğu sevdiği bir alan olmasına rağmen müzelerde insanlar neden sıkılır? Bu sorunun cevaplarından biri sergileme ve sunum yöntemine dair sorunlardır. İnsanları hangi eserlerle, nasıl buluşturduğunuz çok önemli. Sergileme mekânı, rengi, ses düzeyi veya yalıtımı, eserler ve sıralaması, tanıtımı ve bilgilendirme panoları, ışık sistemi vb. izleyicinin fikrini belirler. Bunun dışında eğlence mekanıdır müzeler. Aslında çok işlevli çok üniteli kültür merkezi gibi düşünülmedir. Kütüphane, kafeterya, restorant, sergi ve konser salonları, resim, seramik, dokuma gibi atölyelerle film gösterimleri yapılan yaratıcı drama, çalışmalarıyla ve faaliyet mekanlarıyla ziyaretçi odaklı yaklaşımın müzeler için önemli kazanç olduğunu düşünüyorum. Özetle müzeler herkese, herkesle beraber herkes için var. Sürdürülebilirlik ve deneyimlenebilirlik ilkeleri çerçevesinde; etkin, katılımcı, etkileşimci ve canlı yapı müzeleri hayatın içinde, kültürel ve sosyal yaşamın merkezinde tutacaktır. 

Müzecilikteki ilgisizlik eğitimimizden kaynaklanıyor

Prof. Dr. Gülper Refiğ (Yazar, düşünür): Anadolu; kuzey, güney yarımküre ile kıtalararası doğu – batı denkleminin tam ortasında, merkezi konumda bir kara parçası, aynı zamanda yerkürenin tüm kültürel olgularının kesiştiği bir uygarlık beşiğidir. Bu hipotez gerek Mustafa Kemal Atatürk’ün Tarih Tezleri ve Tarih Kitabı’nda, gerekse özellikle son yıllarda birçok Batılı bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Bu yüzden Anadolu benzeri olmayan bir açık hava müzesidir. 19. yy’da Osman Hamdi Bey’in çok değerli arkeolojik çalışmaları dışında Batılı arkeologların adeta bir soygun düzenine dönüştürdükleri kazılar çok şükür günümüzde değerli Türk arkeologlar tarafından veya Batılı meslektaşlarıyla müşterek olarak büyük bir özen ve ciddiyetle yapılmakta ve ülkemize Anadolu Medeniyetler Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden sonra onur duyacağımız, eşsiz değerde müzeler arka arkaya kazandırılmaktadır. Öte yandan bütün diğer sosyolojik sorunlarımız gibi müzecilik konusundaki ilgisizlik ve bilgisizlikte eğitim sistemimizin eksiklikleri hatalarından kaynaklanıyor. Bu nedenle yapılacak tek şey var. Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih kitabını bir asır sonra yeniden müfredata alıp bu ihanete son vermek. Ben ne ilk ne ortaokul ne de lise ders kitaplarımda Anadolu’nun uygarlık tarihindeki belirleyici temel kaynak, bir yaratılış öznesi yani genesis olduğuna dair en küçük bir bilgiye rastlamadım. Antik Yunan, uygarlığın beşiği ve Avrupa devamı olarak anlatılıyordu. Bu yanlışları, Atatürk’ün bir ilim heyetiyle senelerce çalışarak ortaya çıkardığı Tarih Kitabı yerine müfredata alınan uydurma tarihi derleyip özetleyen ders kitabından öğrendik. İşte bu yüzden ne bir hazine değerindeki kültürümüzü ne de ne de insanlık tarihinin özü olan geçmişimizi ögrenebildik. Bu bilgisizlikle doğal olarak bu hazineyi yansıtan müzelerimizle de ilgilenmedik. Ayrıca müze gezilirken, ister kendi ülkemiz isterse yurt dışında olsun tarih bilgisi ilk ve olmazsa olmaz şarttır. Tarihi hakkında bilginiz olmadan bir müzeyi geziyorsanız, sizde bırakacağı iz ve etki bir AVM de kıyafet reyonunu gezmekten farklı olmayacaktır. Eğitim sistemindeki hatalar eksiklikler yüzünden ne hocaları ne de öğrenciler yaşadıkları toprakların nasıl eşsiz bir tarih ve kültüre sahip olduğundan haberdar değiller.

Sıkılma meselesi kültürle ilgili bir şey

Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan (İMOGA Kurucusu ve sanatçı): Batı medeniyetleri ile kıyaslandığı zaman müzelerimizin yeterli olmadığını düşünüyorum. Ancak tümüyle öyle değil. Bu noktada Anadolu Medeniyetleri Müzesi Osman Hamdi Bey’in kurduğu Arkeoloji Müzesi’ni anmak isterim. Örnek ve önemli müzelerdir. Arkeoloji müzelerimiz de çok önemli ve bunları göz ardı etmememiz lazım. Ayrıca Hüsamettin Koçan’ın kurduğu müze de örnek bir müzedir. Ancak İstanbul Resim ve Heykel Müzesi güzel bir örnek değildir. Diğer müzeler için de aynı şeyi söyleyebilirim. Öte yandan bizim Türk toplumumuzda müze gezme alışkanlığı yok. Bu sanırım kültürle ilgili bir şey. Daha çok yabancılar geldiklerinde müzelerimizi geziyorlar. Ama onların karşısına çıkan iyi müze sayısı da çok az. Daha Batı ölçekli müzeler yapmak zorundayız. Ayrıca müze kültürü dediğimiz şey, okullarda insanlarımıza verilmiyor. Ayrıca müzeler genellikle ücretli olduğu için insanlar müzelere para vermek istemiyor. Müzelerin ücretsiz olması lazım. Öte yandan Batı’da müzeleri gezmek için içeri girenler hangi dilde gezilecekse ellerine ona uygun kulaklıklar veriliyor. Böylece baktığınız eserin ne olduğunu anlayabiliyorsunuz. Dolayısıyla biz de müzelerimizde yabancılar için farklı anlatım imkanları hazırlamamız lazım. Sıkıcılık konusuna gelirsek, bu aslında kültürleri yeterli olan insanlar için geçerli değil. Kültürleri yeterli olmayan insanlar içinse sıkıcı olarak algılanıyor müzeler.

Önceki Yazı

İnsan insanın yurdudur!

Sonraki Yazı

“Güneş Donanması”

Son Yazılar