Binlerce yıllık bir geçmişi olan Türk müziğinin, alanında uzman kişilerin farklı bakış açılarıyla bugünündeki mevcut sorunlarını ve bizi gelecekte nasıl bir tablonun beklediğini öngörmeye çalıştığımız haberde; gençlerin Türk müziğine bakış açılarını, Türk müziğinin kitlesini, yaşanan dejenerasyonu,müzik algımızdaki değişimi ele aldık.
Günümüzde birçoğumuzun dinlediği, açıp dinlemese bile bir yerde duyunca eşlik edebildiği, belki de anne babalarımız hatta dedelerimizin ve ninelerimizin etkisiyle çocukluğumuzda dinlemeye aşina olduğumuz, büyüyünce de bir yerlerde duyduğumuzda tanıdık gelen o müzik; evet konumuz Klasik Türk Müziği. Konumuz her ne kadar Klasik Türk Müziği olsa da konuyu Türk müziği olarak daha geniş bir şemsiyeden irdelemenin daha iyi olacağı kanaatindeyim. Türk müziğinin geçmişine bakalım dediğimizde çok eskilere, Farabi’ye kadar gitmek mümkün. Elbette bu kadar geçmişe gitmeyeceğiz. Günümüzü yani nitelikli müzik yapmanın neredeyse hiç konuşulmadığı bu dönemi, koskoca bir medeniyetin izlerini taşıyan bu müzik hazinesinin değişip modernleşmesini, müzik kültürümüze sahip çıkma konusunda hangi aşamada olduğumuzu ve bizi gelecekte nasıl bir tablo beklediğini değerlendirdiğimiz bu haberde; hep beraber bugünden pencere açıp bu alanda önemli çalışmalar yürüten Prof. Dr. Nilgün Doğrusöz, eserlere ses veren birbirinden kıymetli ses sanatçılarımız; Yaprak Sayar, Çiğdem Yarkın ve Selin Yücesoy ile geleceğe bir bakalım.
Türk müziği yarına da baki kalacaktır
Prof. Dr. Nilgün Doğrusöz :Türk müziği denildiğinde yaygın tabirleriyle kullanmak gerekirse Türk Sanat Müziği düşünülüyor, oysa Türk Halk müziğini de aynı çatı altında düşünüyorum. Her ne kadar üretim kaygıları, üslup ve stilleri farklılıklar gösterse de temelinde makam ve usul kavramlarını bünyesinde barındırıyor. Bu bağlamda, Türk müziğinin bugününü değerlendirirken devletin kültür politikasında “gözde bir yerde” durduğunu belirtmek lazım. Türk müziği son zamanlarda en parlak dönemini yaşıyor. Hem vokal hem çalgısal her türüyle; en uzun soluklu tür olan Mevlevi ayininden şarkılara, taksimlerden saz semailerine kadar. Geçmişe uzanan güçlü kökleri olan Türk müziğinin bugüne kadar sürdürdüğü varlığı yarına da baki kalacaktır. Çünkü Türk müziği, Türk milletinin kültürel kodlarında mevcuttur, vazgeçilemez bir kültür unsurudur. Annelerinin ninnileriyle hicaz makamıyla tanışır, beş vakit dinlediğimiz ezan seslerinde; Türk müziğinin asırlardır yaşayan rast, saba, uşşak makamlarını duyarız.
İnce bir zevke hitap ediyor
Gelecekte ise nasıl bir dinler kitle bizleri bekler bilemeyiz ancak bazı varsayımlarda bulunabiliriz. Türk müziğinin dinler kitlesi eski dönemlerdeki kadar çok olmayacaktır. Çünkü “Türk sanat müziği” ince bir zevke hitap ettiğinden dinler kitlesinin çok fazla olacağını söylemek mümkün değildir. Buna karşın “Türk Halk müziğinin” daha fazla dinler kitleye sahip olduğunu sözlerime eklemek isterim. Konu çeşitliliği itibariyle daha çok toplumu kucaklamıştır. Türk müziğinin günümüzde dijital platformlarda azımsanmayacak sayıda bir dinler kitleye sahip olduğunu görüyoruz. Bu durumun devam edeceğine inanıyorum. Ancak müzik kültürüne sahip çıkma konusunda, devlet kurumlarının yanı sıra özel sektörün (medya, bankalar vs.) Avrupa müziğine sahip çıktıkları gibi Türk müziği topluluklarını desteklemesi kıymetli ve kültürel bir hizmet olacaktır. Üstelik böylece bir rekabet ortamı doğurarak müziğin gelişimine katkıda bulunabilirler. Ayrıca her şehrin müzikal kültür mirasını sergileyeceği muhakkak bir veya daha fazla müzik müzesi olmalıdır.
Türk müziğinin gençleri yakalaması kolay değil
Günümüze bakacak olursak, toplumsal değişmeyle beraber Türk müziğinde de bazı değişmeler yaşandığını görmek mümkün. Zaten gelenek dediğiniz şey yenilenmezse yok olur. Nasıl 17. yüzyılın “kâr” denilen Farsça ve uzun soluklu türü 18.yüzyılda ortadan kayboluyor. Beste, ağır ve yürük semai türlerinden oluşan fasıl repertuvarı da yerini “şarkı” denen türe bırakıyor. Yeni üretilen müzikler daha kolay tüketilebilir oluyor, bu Türk müziği için de geçerli. Bazı deneysel yaklaşımlara fırsat tanımak lazım. Mesela “İncesaz” grubu bu talebi gayet güzel karşılıyor, yıllardır varlığını sürdürüyor ve gençler tarafından da tanınıyor. Bugün küresel dünya ne dinliyorsa, ulaşmak çok kolay. Bu müzik türleri de kimlik, etkileşim, hayat tarzı gibi kavramları ve tüketim biçimini belirliyor. Gençlerin tüketim alışkanlıkları ve tercihleri popüler kültür tarafından yönetilmiş oluyor. Kapitalizmin küreselleştirici boyutunun tüm dünyayı homojenleştirme çabasının yanı sıra direnç gösteren diyalektik bir yerele dönüş de söz konusudur. Neyse ki bu gençler rap dinlerken Neşet Ertaş gibi sanatçıları da dinleme listelerine dahil ediyorlar. Gençlerin Türk müziği yayınlayan kanalları daha az dinlediklerini yapılan araştırmalardan öğreniyoruz. Türk müziğinin gençleri yakalaması kolay değil ancak hatırı sayılır bir çoğunluğun diğer türlerin yanı sıra halk, sanat ve Türkçe pop müziğini dinlediklerini de biliyoruz. Basit tüketilen popüler kültüre karşı durmak gerektiriyor. Yoksa çocuklar, gençler ailelerinin kültür sermayelerinin birer iz düşümleri oluyorlar. Türk müziği sevgisi küçük yaşta bir Türk müziği sazının çocuğun hayatına girmesiyle başlayabilirse, eğitim sistemimiz içerisinde yer alabilirse, müziğimizdeki zenginliğin farkına ancak o zaman varmak mümkün olabilir. Sonuç olarak, “Gelenek sadece geçmişle değil, bugün ve gelecekle ilgilidir.” Türk müziğinin üretimi devam etmektedir, nitelikli temsilciler tarafından taşınmakta ve aktarılmaktadır.
Türk müziği egzajere ediliyor
Çiğdem Yarkın: Türk müziği, hiçbir dönemde çok geniş kitlelere hitap etmedi. Günümüzde bu sayı azalmış olsa da yine anlayan kitle tarafından dinlenilmeye devam ediyor olması güzel. Gelecekteki tablonun da bu şekilde devam edeceği kanaatindeyim. Türk müziği bitti diyenler de kendi dönemleriyle kıyasladığı için bu fikirdeler aslında. Bu hep böyle olmuştur, bunu söyleyenlerden önce bu müziği icra edenler de arkalarından gelenler için aynı şeyi söylemiştir. Ancak günümüz Türk müziği ile ilgili şunu söyleyebilirim ki Türk müziği üslup ve tavır olarak egzajere ediliyor maalesef. Piyasa tavrı diye tabir edilen tavırla Türk müziği eserlerinin okunmasını tasvip etmiyorum. Bu konu hem konservatuarlarda hem de sosyal medyada doğru aktarılmıyor ne yazık ki. Sadece müzik değil her alanda verilen eğitim doğru olmayınca yol da yanlış yönlere kayıyor. Kimsenin insanların zevklerine müdahale etme hakkı yok elbette ama kimsenin de Türk müziğini egzajere ederek okumaya hakkı yok. Bir de şu konu var. Bir şeyi nasıl görürsen, nasıl duyarsan öyle seversin. Sonradan aslını duyduğunda veya gördüğünde öbür şekli hep aklında olur. Çoğu insanın “Canım, gençler Türk müziğini duyup seviyor işte” gibi bir fikri var. Sosyal medya artık o kadar geniş ağı olan bir platform ki herkes bir tık ile her şeye ulaşabilir, hele hele konu müzikse. Doğruyu bulup dinlemek çok kolay, iş sevmeye gelince, zorlamayla sevilecek bir müzik türü değil Türk müziği. Gençlere şunu belirtmekte fayda var; dinlediğiniz müzik türü ne olursa olsun doğru olanını dinleyin. Türk müziğinin, kaba bir tabirle alıcısı her zaman az ve öz olmuştur. Yani o insanların ve gelecekte de aynı anlayışta gelecek olan insanların zevki hiçbir zaman değişmeyecektir. Değişen sadece konser salonları, dinlediğimiz materyaller ve ses sistemleri olacaktır. Türk müziği benim için değerli bir mücevher gibidir, değerini ve verdiği hazzı anlayanlar tarafından dinleniyor ve dinlenecek olması beni de benim gibi düşünen sanatçı dostlarımı da mutlu ediyor. Özetle, Türk müziği seven ve koruyan gençlerin elinde güvende.
Türk müziğinin geleceği hakkında umutluyum
Yaprak Sayar: Türk müziği bugün hepimizin de bildiği ve gördüğü üzere, eski şaaşalı günlerini yaşamıyor. Ancak bana kalırsa bu çağın hızına, birçok konuda sığlığına, telaşesine rağmen Türk müziği ile meşgul olan insan sayısı bir hayli var diye düşünüyorum. Türk müziğinin geleceği hakkında olumsuz düşünmüyorum. Her şartta ve dönemde bu müziği seven, yaşayan, yaşatan insanlarımız olacaktır. Burada en çok konuşulması gereken şey, müziğimizin dejenere olma miktarı. Bunu etkileyen çokça sebep olacaktır, bugün de çokça var. Bunlara rağmen de inanıyorum ki birileri çıkacak ve layıkıyla müziğimize hizmet edecektir. Bizlerin yanlışı, sahip olduğumuz kültüre, değerlere uzak büyütülüyor oluşumuz ve bitmek bilmeyen Batı hayranlığımız diye düşünüyorum. Sorun, zaten çocukken tohumları ekilerek başlıyor. Büyüdükçe de başarılı olabilmek için dayatılan birtakım ezberler bizleri ruhu bedeninden alınmış birer kütleye dönüştürüyor. Bu kütle de süreçle birlikte herkes ne yaparsa onu yapmaya, onu görmeye, onu sevmeye başlayıp, içinde bulunduğu ortamdaki “herkes” ile aynılaşmaya başlıyor. Doğal olarak da popüler olan o gün ne ise onu dinlemeye yöneliyor. Kısacası sunulana alışmış, ondan başka herhangi bir merakı olmayan bir nesle dönüşüyoruz. Bu doğrultuda müziğimizin eğitim hayatına bir şekilde adapte edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gençlerimizin bu kadar uzak kalmamaları için, kar suyunu baştan kaçırmak gerekir 🙂 Bu jenerasyonun kalbine ulaşabilmek için farklı yollar denenmesi gerekebilir. Çünkü artık onlar bambaşka bir lisanla anlaşıyorlar. Bir kanunla da farklı olunabilir tabii ki. Türk müziğinde geçmişten bugüne baktığımızda, icra stillerinin, beste stillerinin bile çokça evreden geçtiğini görebiliriz. Mesela Hafız Burhan dönemi başka, Münir Nurettin Selçuk dönemi başka, Lale Nerkis Hanımlar başka, Safiye Ayla ise bambaşka bir icra stiliyle karşımıza çıkar. Bugün ise söylemekten çekinerek ciddi bir bozulmanın olduğunu görüyoruz maalesef. Ancak karamsar olmaya gerek yok, çünkü bütün bu şartlara rağmen eski stili korumaya çalışan icracılarımız var. Mühim olan bundan sonra nasıl bir yol izleneceği.
Değişen dünyayla müzik algımız da değişiyor
Selin Yücesoy: Günümüzde dinleyici, “Türk müziği” diyebileceğimiz çok az şarkı biliyor. 20. yüzyıla ait konser programlarına baktığımızda birkaç takım birden okunduğunu görüyoruz. Bu da “Peşrev, Birinci Beste, İkinci Beste, Ağır Semai, Yürük Semai, Şarkı, Saz Semaisi” demek. Şu an günümüzde düzenlediğimiz konserlerde bir takım okuyunca dahi dinleyici tarafından “ağır müzik” olarak algılandığı zamanlar oluyor. Solistler de artık konserlerinde bırakın takım okumayı, sadece şarkılardan oluşan repertuvar yapmayı tercih ediyorlar. Değişen dünyayla müzik algımız da değişiyor. Eserlerin anlaşılması için ayrıca o dönemi tanımak gerekiyor. Hızlı bir çağda olduğumuz için bu müziği dinleyip, zevk almaya insanların sabırları da yok tabii. Dinleyici, günümüzde müziği araç olarak kullanıyor. Fakat kimse bu müziğin ne olduğundan veya ne anlatmak istediğinden bîhaber. Sadece çalan müziğe ritim tutar haldeyiz. Biz solistlerin de yaptığı yanlışlar var tabii; başta üslup. Eldeki notayı genellikle değiştirerek söyleme girişiminde olduğumuzu gözlemliyorum. Bizi arabeskleşmeye götüren şeylerden biri de bu müzikteki “fazla, gereksiz” çarpmalar. Eskilerin söylemiyle Türk müziği bitti. Tanburi Abdi Coşkun 35 sene önce müzikteki yozlaşmanın farkına varmış olacak ki TRT’deki görevini “Türk müziği artık bitti.” diyerek bırakmış. Günümüzdeki müzik, kim bilir ne kadar rahatsız edicidir onlar için. Bir yanım böyle düşünse de diğer taraftan da bu müziğin yaşaması için mücadele etmek gerektiği fikrindeyim. Sosyal medya sayesinde ilgili gençler Türk müziğini daha yakından tanımaya başladı.Tabii gençlerin ilgisini çekmek için de onlara ortam yaratmak gerekiyor. Mesela meşk ortamı. Dinleyiciler, dahil olduklarında kendilerini daha yakın hissediyorlar bu müziğe. Öte yandan teknoloji gelişiyor ve yaşam hızlanıyor. Bu dinlenilen müziğe de yansıyor. Önemli olan Türk müziğinin gelecekte en çok dinlenilenler listesinde olması değil; değerini, özünü koruyarak devamlılığını sürdürmesi.