Sizlere halanızın eşine ne şekilde hitap ettiğinizi sorsam çoğunuz ‘enişte’ diye hitap ettiğinizi belirtirsiniz. Ben amcam olmadığı için halamın eşine Enişte Amca diyordum. Hem Enişte hem de Amca olarak abimle bana olan muazzam ilgisi ve onunla geçirdiğim vakitlerin ruhunu aklımdan çıkarmam mümkün değil. Rahmetli Enişte Amcama içimdeki olimpiyat ateşini ilk yakan kişi olarak kocaman saygılarımı sunuyorum.
Yıl 2000. Yaz tatilimizi ‘her şey dahil’ konseptiyle sevdiğimiz akrabanızın yanında geçirdiğimiz yıllardı. Tatil kavramının ‘deniz, kum, güneş’ dışında iyi vakit geçirip dinlenmek anlamına da geldiği zamanlardı. Halam, “Osman, çocukları bize yolla da tatil yapsınlar” derdi. Tatil yapmaya İstanbul’a giderdik. İstanbul depremden sonra kendine gelmeye çalışıyordu. Şehirde üzgün ve travmatik bir hava hakimdi. Halamın özgün yorumlarıyla güzel bir Pazar kahvaltısı yaptık. Kahvaltı sonrası kahveler geldi. Ben içemiyorum. İçersem bıyıklarım seyrek çıkarmış. İçmiyorum. Neden o yaşta bu duruma ikna olduğumu inanın bilmiyorum. Bildiğim ve aklımda kalan Enişte Amcam’ın ilgili gözlerle izleyip ara ara bizlere yorumladığı 2000 olimpiyatlarındaki güreş müsabakalarıydı.
Enişte Amca, Grekoremen diyorlar ne demek?
Bak oğlum, ayaklara dokunmuyorlar. Rakipler birbirlerinin ayak ve bacaklarına dokunmadan güreşiyorlar. Ayakla oyun yapılmıyor ve rakibin hücumu engellenmiyor.
Tam o sırada spikerin sesi böldü.
Haydi Hamza altın madalya bekliyoruz. Güreşçimiz özellikle yerde başarılı. Karşılaşmanın ilk dakikalarında bir ihtar bekliyoruz.
Hepinizi olimpiyat kültürüne bağlayan bir mesele ya da olay olduğunu düşünüyorum. İz bırakanlar unutulmuyor.
Olimpiyat oyunları nasıl başladı?
Antik Yunan’da hayatı güzelleştiren her detaya önem verildiği ve bunlarla ilgili sık sık yarışmalar, etkinlikler düzenlendiği biliyoruz. Hatta Homeros’un İlyada’sında ve Vergilius’un Aeneis’inde tiyatrolar, şarkılar, şiirlerle ilgili bir araya gelinip etkinlikler yapıldığından bahsediliyor. Olimpiyatların başlangıcı da buradan çıkıyor. Hem sporun dikkat çekmesini sağlamak, hem eğlenmek, hem de saygı içerisinde bir rekabet oluşması için müsabakalar düzenlenmesiyle bugünkü Olimpiyatların ilk adımı atılmış. Dünyanın en bilinen spor dallarından, ülkelerin en iyi sporcularını bir araya getiren Olimpiyatlar tarihte ilk başladığında sadece koşu yarışı varmış. Mitolojiye göre Zeus’u eğlendirmek için başlayan yarışlarda amaç rekabet ederken bir yandan da sporcuların ne kadar başarılı olabileceğini ölçmekmiş.
İlk olarak M.Ö. 776 yılında, şimdi Yunanistan topraklarında bulunan Mora yarımadasındaki Olympia’da düzenlenen koşu yarışı ilk Olimpiyat oyunu olarak kabul ediliyor. Antik dönemde düzenlenen Olimpiyat Oyunlarına katılmak için sporcu olmak gibi bir kural olmadığı için herkes katılabiliyordu ve katılanlar çoğunlukla askerlik yönünü göstermek istiyordu. İlk Olimpiyat Oyunları’nın kazananı ise Olympia, Elis’te fırıncılık yapan Coroebus olmuş.
Bugün Olimpiyatlarda profesyonel sporcuları, centilmence yarışırken izlesek de Antik Yunan’da işler biraz daha farklıymış. Oyunlara sadece erkekler katılabiliyor, yarışmacılar rahat koşabilmeleri için çıplakmış ve başarıya ulaşırken yaptıkları her şey kabul edilebilirmiş.
Antik dönemde de dört yılda bir düzenlenen Olimpiyatlarda ilk başlarda sadece koşu olduğu ve bu koşu yarışlarının dört – beş gün sürdüğü biliniyor. İlk 13 Olimpiyat oyunu sadece koşudan ibaret olsa da sonrasında yeni spor dalları eklenmiş. Koşu dışında bilinen ilk Olimpiyat sporları arasında boks, dört – beş atın sürdüğü araba olan quadriga, oldukça zorlu kuralları olan katır sürme, atletlerin gücünü zorlayan ve askeri yönlerini de kanıtlayan zırhlı koşu; cirit, disk, koşu, atlama, güreşten oluşan pentatlon; kuralsız dövüş olarak bilinen pankration bulunuyormuş. Antik Yunan’dan kalıntıları günümüze ulaşan amfi tiyatrolar sanat etkinlikleri için kullanılırken spor etkinlikleri için de uzun mesafeleri olan ve yine amfi oturma sistemiyle tasarlanmış ‘stadion’lar kullanılmış.
Olimpiyat halkaları ve meşale
Olimpiyat Halkaları, 5 kıtayı temsilen ilk kez 1920 Olimpiyatları’nda kullanılıyor. Mavi halka Avrupa’yı, sarı halka Asya’yı, siyah halka Afrika’yı, yeşil halka Avustralya’yı, kırmızı halka da Amerika’yı temsil eder. Olimpiyat Oyunları’nın bayrağı; beyaz zemin üzerine iç içe geçmiş beş ayrı renkteki beş halkadan ibaret. Dünyanın beş kıtasını dostluk ve sevgi duyguları içinde birbirine bağlamayı simgeleyen bu halkalardan üçü üstte, ikisi alttadır. Üstteki üç halka soldan sırasıyla mavi, siyah ve kırmızı; alttakiler ise sarı ve yeşildir. Bu renkler önceleri kıtalara göre değerlendirilip, daha sonra ise Uluslararası Olimpiyat Komitesi bu beş rengin Olimpiyat Oyunları’na katılan üye ülkelerin bayrak renklerini simgelediğini açıklıyor. Olimpiyat Bayrağı, 1920 Anvers Oyunları’ndan bu yana dalgalanıyor. Bu bayrak 6-12 Mayıs 1913 günleri arasında yapılan toplantıda Uluslararası Olimpiyat Oyunları’nın kurucusu ve Başkanı Baron Pierre de Coubertin’in teklifiyle genel kurula sunulup, ittifakla kabul edilmiş.
Olimpiyat Meşalesi, Yunanistan’ın Olemp Dağı’nda, güneş ışığından dev mercekler vasıtasıyla tutuşturulur. Meşale, oyunların yapılacağı ülkeye kadar elden ele teslim edilmek suretiyle geçtiği ülkelerin atletleri tarafından taşınmakta ve olimpiyat yapılacak stadyumdaki dev meşale bu meşaleyle tutuşturulmaktadır. Ve açılış töreninde yanan meşale kapanış töreni sonuna kadar sönmez. Olimpiyat Meşalesi, 1936 Berlin Oyunları ile olimpiyat tarihine girmiştir.
Olimpiyatlara giden ilk sporcularımız
Osmanlı Devleti’nin son döneminde bir Olimpiyat maceramız olduğunu biliyoruz. Galatasaray Lisesi öğrencisi, Kurtuluş Gençlik Kulübü (Tatavla Heraklis) sporcusu Aleko Mulos, Baron Pierre de Coubertin’in daveti üzerine Londra 1908 IV. Yaz Olimpiyat Oyunları’na katılarak Osmanlı Devleti’ni temsil eden ilk sporcu oldu. 97 cimnastikçinin katıldığı yarışmalarda 51 sporcunun yeri ve puanı saptanamadığı için Mulos’un Londra Olimpiyatı’nda kaçıncı olduğunu maalesef bilmiyoruz.
Sultan II. Abdülhamit’in 24 Temmuz 1908’de Manastır ve İstanbul’da II. Meşrutiyet’i ilan etmesi üzerine dernek kurulmasının serbestleştiğini başta Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe olmak üzere birçok kulün tescillerini yaptırdığını biliyoruz.
İlk madalyalar geliyor
Berlin’de düzenlenen XI. Yaz Olimpiyat Oyunları, madalya kazandığımız ve kadın sporcularımızın katıldığı ilk oyunlar oldu. Futbol, basketbol, güreş, binicilik, bisiklet, eskrim ve yelken dallarında 60 sporcu ile katıldığımız Berlin 1936’da Türkiye ilk Olimpiyat madalyasını serbest güreşte Ahmet Kireççi (Mersinli) ile kazandı. 79 kiloda mücadele eden, üç Balkan grekoromen şampiyonluğu bulunan (1933, 1937, 1940) güreşçimiz, Alman Schedler’i, İtalyan Ercole Gallegati’yi, İsveçli’yi, İsviçreli Erns Krebs’i sayıyla yendi. Kilosunun ikinciliğini kazanan ABD’li Richard Lawrence Voliva’ya sayıyla yenilerek Olimpiyat üçüncüsü oldu.
Güreş, halter ve okçuluk
Türkiye, olimpiyat oyunları tarihinde 41 altın, 27 gümüş, 36 da bronz madalya kazandı. Milli sporcular, olimpiyatlarda 9 spor dalında başarılı sonuçlar elde etti. Olimpiyatlarda Türkiye’nin aldığı 104 madalyanın 66’sı güreşte, 11’i halterde, 9’u tekvandoda, 7’si boksta, 4’ü karatede, 3’ü atletizmde, 2’si judoda ve birer tane okçuluk ile cimnastikte geldi. Yakın geçmişe baktığımızda hafızalarımızda iz bırakan bazı isimler var ki hiç unutamıyoruz. Hamza Yerlikaya’nın güreşte, Naim Süleymanoğlu’nun halterde ve okçulukta Mete Gazoz’un şampiyonluklarını hafızamıza kazıyıp başka başarılar için umut ediyoruz.