Ödüller toplum için önemlidir

//
24 dakikada okunur

Şair Hüsrev Hatemi: “Ödüller alan için önemli. Teşekkürü ihmal etmemek lazım. Ama ben ödüllerin on katının alan için olduğu öneminin on katının toplum için önemli olduğunu düşünüyorum. Toplum için bir şey yapanların unutulmadığını gösteren toplum kendine de ödül vermiş oluyor. Yalnız benim değil Atilla İlhan’a da saygı ödülü verilse ben sevinirim, Yahya Kemal’e de, Ahmet Haşim’e de Cemal Süreya’ya da…”

Değerli şair ve yazar Hüsrev Hatemi ile Levent’teki evinde bir araya geldik. Onunla hatıraların öneminden, şiirle kurduğu ilk ünsiyete, ilk şiirinin yayımlanmasından, sipesifik olarak birçok şiirine, divan edebiyatından onun poetik dünyasındaki birçok önemli isme kadar önemli bir röportaj gerçekleştirdik. Sohbetimizin bu röportajdan çok daha fazlası olduğu muhakkak. Değerli eşine ve kendisine misafirperverlikleri için teşekkürü borç biliyoruz. 

Bir şiirinizde “Benim şiirim ne tüfektir ne kelebek, ne de hayal ülkesinin narin bir kızıdır. O, gözlüklü ve siyah kolluklu bir tapu sicil muhafızıdır ki eski günlerin ve anıların tapularını saklar.”  diyorsunuz. Hatıraların sizin için önemli olduğunu düşünüyorum. Peki şiirle kurduğunuz ilk ünsiyet nasıl başladı? Bu konuda hatıralarınızdan bahsedebilir misiniz?

Şiirle kurduğum ilk ünsiyet, evde daha ilkokula başlamaya beş altı ay kadar varken başladı. İkiz kardeşimde de bende de aynı günlerde -altı buçuk yaşında falan- böyle bir merak başladı. O zaman evde okuma yazmayı öğrenmiştik. Babam da bunun şerefine bize birer defter hediye etmişti. Defter şimdi düşünüyorum ki o devirde öyle defterler ancak resim defteri denirdi, soldan sağa açılan bloknot tipi, eskilerin cönk dediği tip yatay bir defter hediye etmişti babam. Siyah kalın kapaklıydı. Şimdi müsvedde yapılacak bir defter o zamanlar ikimizi de çok memnun etmişti. Buna ancak şiir yazılır derken aynı günlerde babam bize Beşiktaş’ı size göstermek istiyorum dedi. Barbaros Hayrettin Paşa Anıtı açılmış arkasında da Yahya Kemal’in şiiri varmış gidip görelim, dedi. Şiiri ikimiz de hayranlıkla okuduk. Daha önce de Boğaziçi Dergisi bizim eve girerdi. Babam çok büyük bir dergi okuyucusu değildi. Ama bazen seçkin bir dergi olunca kendisi şöyle bir bakardı. Abim de bir baktıktan sonra kendi saklamak istemiyorsa orta okumaya bırakırdı. 

Yusuf Mardin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal şiirleriyle böylece tanıştık. Yahya Kemal şiirlerini o devirde hiç kendi neşretmezdi, İzinsiz neşredilmesinden de hoşlanmazdı. Ellili yıllarda yumuşadı. Ellili yıllar biterken kendi vefatı yaklaşmışken de o devirde Sedat Simavi Hürriyet Gazetesi’nin sahibi. Yahya Kemal’e önemli denecek bir para teklif ederek her pazar bir sene süren elli iki şiirini neşretti… Yahya Kemal’in neşredilmezliği ortadan kalktı. Kendi ölümünden önce. Öldükten sonra da Yahya Kemal’i Sevenler Derneği onun kitaplarıyla bizi buluşturdular ve çok iyi oldu. Bize ikimize de Yahya Kemal’in Beşiktaş Anıtı’ndaki şiiri tesir etti. Böylece şiirler yazmaya başladık. 

(Şeyma Subaşı ve Hüsrev Hatemi)

Bir de şöyle bir ifadeniz var. “Biraderin şiirlerini beğenip kendi şiirlerimi beğenmediğim için 28 yaşına kadar sessiz kaldım.” diyorsunuz. Yanılmıyorsam bu süreçten sonra ilk şiirinizi Hareket Dergisi’ne gönderdiniz. Neler hissettiniz ilk şiiriniz yayınlandığında?

Gecikmiş bir sevinç hissettim.  Otuz yaş belki çok gecikmişlik değil ama. Birader ilk kitabını şimdiki şiirlerine ve ifadelerine benzemeyen Yahya Kemal’in Kendi Gök Kubbemiz şiirlerine benzer bir aruzla ama daha modern olan şiirlerini Sindirella adıyla bastırmıştı.

Geç kalmış bir sevinç deyince zaman aşımına uğramış bir hayalle karşı karşıyayız gibi geliyor bana. 

Evet, 1961’de birader kitap neşredince 1968’deki ben otuz yaşında çok geç kalmışlık hissettim.  

Şiirlerinizde bazen ayrılık ve sevgi teması ön planda. Bazen de tıpkı Aşık Garip Coğrafyası’nda olduğu gibi ayrılığa ya da sevmeye farklı anlamlar yüklendiği söylenebilir. Böylece sevmek ya da sevilen kişiyi düşünmek biraz da Erzurum’u, Tebriz’i, Tiflis’i hatırlatır bizlere. Neler söylersiniz  bu şiir özelinde?

Azerbaycanlıyım. Ancak orada yaşamadım. Türkiye’de, İstanbul’da doğdum. Azerbaycan’ı görmek kısmet olmadı. Tiflis babamın çok methettiği bir şehirdi. Orayı göremedim. Tebriz’i göremedim. Erzurum’u gördüm. O da bana yetti. Erzurum’u Van’ı görmek Zigana Geçidi’nden geçmek beni o coğrafyada yaşattı. 

Çok güzel. Yine sevdiğim şiirlerinizden biri olan Yol Sonunda Reddiye de aslında buna işaret ediyor. “Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık.” dediğiniz bu şiirden bugüne bu mısrayı yazan şairin sevgiye ve dünyaya bakışı değişti mi?

Ben pek değişmem. İlkokulda yazdığım bir cümleyi bile kabul edebilirim. Çok fazla değişmem. O yüzden aynen kabul ediyorum: Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık. 

“Keşke sevgiye muhtaç olmasaydık.” sahiden de. Sizin şiirinizde metinlerarasılığın ön planda olduğunu da düşünüyorum. Hüsrev Hatemi şiirini okuduğumuzda birçok şairi de okumuş gibi hissediyoruz kendimizi. Ya da onların mısralarına atıflarla karşılaşıyoruz. Bu kimi zaman Fuzuli oluyor kimi zaman Taşlıcalı Yahya. Kimi zamansa şiir geleneğimizdeki bambaşka bir isim oluyor. Hüsrev Hocam, divan edebiyatının sizin şiirinize olan yansımaları güçlüdür, denebilir mi? 

Evet. Ben Taşlıcalı Yahya, Hayali, Fuzuli, Kadı Burhaneddin, Baki, Şeyh Galip ve daha birçok şairi çok severek kalbimin üst köşesinde tutuyorum. 

Taşlıcalı Yahya’nın bir beyiti geliyor aklıma: Keşki sevdiğimi sevse bütün halk-ı cihan / Sözümüz cümle heman kıssa-ı canan olsa.

O çok güzeldir. Başka bir beyit aklıma geldi: Kimse beni merd-i iştirak sanmasın / Ben kendi sevdiğimi başkasının sevmesini hiç istemem.  Şu anda yazık ki ihtiyarladığım için kimin söylediğini hatırlayamıyorum. Acaba Hayali mi?

Peki sadece divan edebiyatı değil İslam kültürü, Kuran ve halk türkülerinden izler de görebiliriz, diyebilir miyiz şiirinizde? Bu anlamda benim en ilgimi çeken şiirlerinizden birisi Servistan IV. bölüm’deki “Yetmez mi hüzünler perisi yetmez mi? Sana bir inşirah suresi neşesi, bana bir Yasin.” dediğiniz mısra, mesela. 

Vakit namazlarını kılan bir babaanne ve annenin evinde liseyi bitirdim. Annemin beş vakit namazlı olduğu bir evde büyümek Kuran’dan uzak olmaya maniydi. Babaannemde de annemde de ayrıca bir Hz. Hüseyin ve mersiye kültürü vardı. Babaannem Muharrem ayı gelince ne farsça ne eski Türkçe bilmediği halde aruzla kerbela mersiyelerini de okurdu, kendini ağlatırdı akşama kadar. Dağlar başı tütündür / Kimin bağrı bütündür / Eğil öpüm yüzünden/ Dünya ölüm yitimdir, şeklinde rubai değerinde bir mani okumuştu bana. 

Evet. Bir de Mustafa Kutlu’nun Ya Tahammül Ya Sefer kitabında geçen  Otogar’da Gece adlı şiiriniz var. 

Eskişehir’de yedek subay olduğum zamanlar. Sigara içilirdi otobüslerde. Nikotinli ziftli dumanlar arasında uyumaya çalışmak. Sabah kendimi Beşiktaş’ta bulmak sonra taksi aramak…

“Kara kumudur kalan kalbimde bozkırların.” 

Mustafa Kutlu özellikle bu şiiri çok sevmişti. Bir şiirimi de Alev Alatlı Derviş ve Ölüm şiirini romanında bir bölümün başına koymuştu. 

Nazım Hikmet sevdiğim bir şair

Otogarda Gece şiiriyle ben de ilk defa Kutlu’nun kitabında karşılaşmıştım. Sizin şiirinizde anahtar sözcükler olarak çok zengin bir kavram denizi ile karşı karşıya kalıyoruz. Şiirinizde bu çeşitliliği nasıl sağlıyorsunuz? 

İçimde de bir kilitlenme yok başka düşüncelere karşı. Ben Hikmet Kıvılcımlı’ya da saygı dolu konuşurdum. Ona da sevgimi saklıyorum. Nazım Hikmet de ilk defa Yön Dergisi’nde ilk şiiri yayınlandı. Sonra büyü bozuldu. Yasaklılık ortadan kalktı. Memleketimden İnsan Manzaraları yayınlandı. Nazım Hikmet’i de çok sevdim. Zaten onu sevmeye beni Atilla İlhan’ın şiirleri hazırlamıştı. İlk kitaplarından biriydi. Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun şiirinin yer aldığı.

Bu şiiri hatırlıyorum. Aslında şunu da soracaktım. Ahmet Haşim ve Atilla İlhan’ın sizin poetik dünyanızda önemli bir yeri var. Poetik dünyanızı şekillendiren başka hangi isimleri anmak mümkün?

Ahmet Haşim Yahya Kemal’le yan yana oturuyor. Omuz omuza beraber bir divanda oturuyorlar. Karşılarındaki divanda da yeni şairler oturuyor. Ben de iki divanın ortasında yerde bağdaş kurmuş bir sağa bir sola bakıyorum. 

Her insanın davası Gazze’dir

Çocukluğunuz kendi deyiminizle İkinci Dünya Savaşı ile başladı. Savaş ortamı birçok şairin şiirinde hüzün ve karamsarlık olarak kendini göstermiştir. Şimdilerde ise Filistin savaşı, soykırımı ile karşı karşıyayız. Sözün bittiği yerdeyiz. Derin acıların söze kelama yansımadığı bir noktada. Siz neler söylemek istersiniz?

İnsan duyarlılığına sahip her insan Gazze’nin başına gelenlerle ilgilenir. Adolf Hitler’den Cengiz Han’dan görülmeyen bir acımasızlık Gazze’ye uygulanıyor ki bırakalım Hamas’ı insanlığa yakışmaz bu. Zaten daha en başında Netanyahu insana yakışmayan bir açıklama yaptı. Ve kendinin insan dışı olduğunu herkese gösterdi. 

Ödüller ölümden sonra çok lüzumsuz

Değerli hocam, son söz olarak sözü yakın zamanda alacağınız Necip Fazıl Saygı Ödülü’ne getirmek istiyorum. 

Necip Fazıl’ın özellikle Çile şiirini, Kedim Ayak Ucumda şiirini, Kaldırımlar şiirini çok severdim.

Ödüller alan için önemli. Teşekkürü ihmal etmemek lazım. Ama ben ödüllerin on katının alan için olduğu öneminin on katının toplum için önemli olduğunu düşünüyorum. Toplum için bir şey yapanların unutulmadığını gösteren toplum kendine de ödül vermiş oluyor. Yalnız benim değil Atilla İlhan’a da saygı ödülü verilse ben sevinirim, Yahya Kemal’e de, Ahmet Haşim’e de Cemal Süreya’ya da…

Ödül ölümden sonra çok lüzumsuz oluyor.  Ama anma cümleleri, saygı gösterisi, ölüm haftalarında onların adını anmak. Sosyal medya o yönü biraz kuvvetlendirdi. Kimini sol anıyor kimini sağ anıyor. Ama önemli olan ikisinin de Türkiye’ye yarar gösterenleri anması. Bu işte sağ grubumuz daha başarılı. Mesela Atilla İlhan’ı ben geçenlerde andım. Müslüman arkadaşlardan da çok “Allah rahmet etsin. Mekanı cennet olsun.” dendi. Ama Necip Fazıl’ı andığımda bu dilek gelmez sol görüşlü olanlardan. Eskiden sağcılar daha çok hakkı teslim etmeden ağır sözler kullanırlardı. Şimdi onların durumuna onlar düştü. 

Sohbetimizin sonuna gelirken eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? Hatıralarınızdan anılarınızdan gençlik yıllarınızdan belki. İçinizde kalan bir ukde ya da bu da söylense kayıtlara geçse dediğiniz hatıralar var mı?

Sabahattin Kudret Haksal, bir şeker yükleme testi yaptırmaya hocam Celal Öker’in isteğiyle diyabet labaratuvarına gelmişti. Asistanlığımın ikinci senesiydi. Onunla karşılaşmaya çok memnun oldum. Şeker yükleme için saatte bir kan almayı beklerken labaratuvarda karşısına oturup önce tanıştığımızı beni sevindirdiğini söyledim. Sonra gençlik tesiri karşımdakini sıktığımın farkında olmadan biraz uzun konuşmuşum galiba. Yunus Emre ile ilgili Sabahattin Kudret’in bana verdiği cevap: Ben severim bir Türk şairi olarak ama sizin gibi bayılmam dedi. Buradaki istihzayı sezdim. Benim onunla karşılaşmaktaki sevincime uygun bulmadım. İçimden bir kırgınlık hissettim. O hala içimde duruyor. İroni hiç sevmediğim bir şey. Kırgınlığımı içimde taşıyorum.

Anlıyorum. Bazen çok sevdiğimiz yazar ya da şairlerle tanışmak bir handikapı ya da hayal kırıklığını da beraberinde getiriyor gibi. 

Herkesle olmadı. Bazılarıyla tanışmaktan da çok memnun oldum. Talat Said Halman, Ahmet Kabaklı, Fırat Kızıltuğ , Cemal Süreya ile karşılaşmaktan çok memnun oldum.  Ama bunlar bana hiç bayılırım, bayılmam gibi ironiyle yönelmediler. Cemal Süreya ile çok ciddi karşılıklı birbirimizi anlayarak konuştuk. 

Bir de Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey ile bir olay oldu. Kendisinin belediye reisliğinin altıncı ayıydı. Kanal 7, Alper Görmüş’ü, beni, Turgut Cansever’i ve daha birkaç kişiyi Tayyip Bey’e soru sormak için bizi Tayyip Bey’in bulunduğu bölümde toplamıştı. Karşıda da bize dikey olarak belediyenin müdürleri oturuyordu. Türk uyruklu Azerbaycan’lı bir şairi Farsça ile karşılamamak lazım. O sırada sunucu, gülümseyerek beni program başlamadan önce Farsça bilgim o kadar olmadığı halde tiyatrocu olduğu için herhalde, bana hiç anlamadığım bir Tahran Farsçasıyla bıyıkaltından da gülerek bir karşılama yaptı… Daha Tayyip Bey gelmemişti. Böyle karşılanmaya biraz içerledim. Acaba orayı terk etsem mi diye düşündüm. Sonra dediğinizi anlamıyorum yanımda sözlük olarak Hafız divanı okurum. Tahran Farsça’sını günlük konuşma Farsça’sını bilmem dedim. İkiz kardeşim bilir onunla karıştırmayın, o özel gayretle edinmiştir dedim. Acaba terk etsem mi bu toplantı tatsız olacak derken, Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey geldi. Benim onun sağında oturtulduğumu görünce içimdeki bütün kötü hisler geçti. Sunucu, solcuları çok iyi hicvetmişsiniz o şiirinizi okumanızı isteyecekti belediye reisimiz sizden, dedi. Ben bir şey demedim. Tayyip Bey’in benden istemesini bekledim. İsteyince de ben bunu yazdığım zaman solcular sağa çok lüzumsuzca istihza, alay fırlatıyorlardı,  60’lı yıllardı. O devrin kızgınlığıyla yazdım, dedim. Tayyip Bey’in sağında oturuyordum. Kulağına doğru söyledim. İlk defa görüyordum. Tayyip Bey başını salladı: Peki siz istediğinizi okuyun, dedi. Başka bir şiir okudum. Bu da benim unutmak istemediğim bir başka hatıradır.

Önceki Yazı

UMUDUN ŞEHRİNDEN UMUT TEMALI FESTİVAL: 4. ESENLER FİLM FESTİVALİ

Sonraki Yazı

Aklımızda kalanlar…

Son Yazılar