“Benim alanım görsel sanatlar… 60 yıldır bu alanda hocalık da yapmış biriyim. Kendimi önce sanat eğitimcisi sonra sanatçı olarak tanımlıyorum. Sanat paylaştıkça zenginleşir. Ben insanlık için yaşayan bir sanatçıyım ve böyle olduğum için de mutluyum.” diyen Süleyman Saim Tekcan ömrünü sanata vakfetmiş bir isim. Birçok kurumda eğitimci olarak çalışan ve kurucu dekanlık yapan Tekcan, resim, heykeltraş, baskı ve gravür alanlarında sayısız eserler vermiş.
Türkiye’nin önde gelen baskı resim ustalarından Süleyman Saim Tekcan ile Litros Sanat’ın 46. sayısı için bir araya geldik. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nde resim kategorisinde bu yıl ödüle layık görülen Tekcan ile kurucusu olduğu Türkiye’nin tek baskı resim müzesi IMOGA’da sanat dolu bir sohbet gerçekleştirdik. Atlarla ilgili yaptığı eserleri ve literatüre kazandırdığı yaş baskı tekniği ile adından söz ettiren Tekcan, 60 yıllık sanat yaşamını anlattı.
Sanat hayatınız nasıl başladı?
Babam hattat ve cami hocasıydı. Trabzon’un aydın isimlerinden iyi bir din bilginiydi. Biz dokuz kardeştik. Bunlardan altı tanesi eğitimci oldu. Birçoğu da resimle ilgiliydi ama kendini benim gibi resime adayan yoktu. Aslına bakarsanız benim de resim okumam biraz tesadüf oldu. İyi bir sporcuydum. Ve beden eğitimi öğretmenliği okumak istiyordum. Sonra bir ameliyat geçirdim bir yılımı kaybetmeyeyim diye resmim de iyi olduğu için bu bölüme girdim. Gazi Terbiye’de okudum. Şimdiki Gazi Üniversitesi yani. Bu okulda birçok dalda eğitim gördüm. Heykel, baskı sanatı, güzel yazı… Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. İyi hocalarımız vardı. Resim hocam Refik Ekipman ve Türk fotoğraf sanatçısı Şinasi Barutçu benim hayatıma dokunan önemli isimlerdi. 1961 yılında okul bitince eğitimcilik yaptım. Artvin, Trabzon, Erzurum gibi illerde çalıştım. Şinasi hocam sayesinde 1968 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım. Sonrada birçok okulda kurucu dekanlık yaptım.
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Benim alanım görsel sanatlar… 60 yıldır bu alanda hocalık da yapmış biriyim. Kendimi önce sanat eğitimcisi sonra sanatçı olarak tanımlıyorum. Sanatla ilgili dünyada var olan her şeyi bir biçimde gören onlar üzerine okuyan, düşünen kişiyim ben. Amerika’dan Yeni Zelanda’ya Avustralya’dan Japonya’ya ve bütün Avrupa ülkelerinde sanat üzerine araştırmalar yaptım. Ve bunları paylaştım sonra da eserler ürettim. Bu benim yaşam biçimim. Sanat yaşamımız için olmazsa olmaz dediğimiz bir uğraş.
Farklı alanlarda çalışmalarınız var. Neden sadece biriyle devam etmediniz?
Gazi’de aldığım eğitimin bunda etkisi büyük. Çünkü orada farklı alanları gördüm. Baskı sanatı benim ana dalım. Ve meslek hayatımın 60 yılını bunun eğitimi için geçirdim. Ama şu var insan sadece bir dalda hayatını geçiriyorsa çok yorulur. Dinlenmenin yolu faaliyet değiştirmekten geçer. Döngüsel Seyir adında bir sergi açmıştım. Bu ismi özellikle seçtim ve burada her türlü yaptığım daldan eserler vardı. Bir desen çıkarırsınız önce resim yaparsınız, sonra heykel daha sonra baskı yaparsınız. Aslında farklı alanlarda üretirken dinleniyordum. Bu durum benim çok farklı şeyler üretmemi de sağladı.
Heykel çalışmalarınız ne zamandır var?
Okuldan mezun olduğumdan beri yapıyorum. Yüzlerce eserim var. Mecidiyeköy meydanında 4 metre boyunda 6 metre eninde bir alimünyum döküm heykelim var. Adı Lale Sümbül, babaannemin adı.
(Merve Yılmaz Oruç ve Süleyman Saim Tekcan)
İcracı i̇le sanatçı aynı şey deği̇l
Baskı sanatının sizin için öneminden bahsettiniz. Var olanla yetinmemiş yeni teknikler katmışsınız sanatınıza. Baskı resimde literatüre girmiş bir uygulamanız var. Neydi onu diğer tekniklerden ayıran?
Uzun yıllar boyunca bir teknikle uğraşıyorsanız ona bazı yenilikler eklemek zorunda kalıyorsunuz. Ben hem sanat üretimi yapıyordum hem de hocalık yapıyordum. Baskı resim ile iç içeydim. Nasıl bir yenilik katarım diye düşünüyordum. Serigrafide yaş baskı tekniğini ilk kullanan bendim. Genelde baskı şöyle olur. Bir renk basarsın o kurutulur sonra diğer rengi basarsın o kurur ve bu şekilde kaç renk basacaksan böyle devam eder. Bu şekilde her rengin sınırları bellidir. Renkler birbirine karışmaz ve renkler kendi kimliğini gösterir. Kırmızı, sarı, mavi ile beyaz ve siyah yani toplamda 5 renk var. Ben renk zenginliğini nasıl elde ederimi düşündüm. Serigrafide işler tek masada yapılır. Ben onun yanına masalar ekledim. Ve bu beş rengi kurumadan üst üste koydum. Renkler birbiri ile karıştı ve ara tonlar elde ettim. Ve sonsuz bir renk skalası ortaya çıktı. Onun için bu yaş baskı tekniği benim adımla anılır. Benzer bir durumu gravürlerde de yaptım. 60 yıllık sanat hayatımda bulduğum ve uyguladığım baskıyla ilgili farklı şeyler var. Böylece baskıyla bir ömür geçti, geçmeye devam ediyor. Presleri de ben imal ettim. Türkiye’de az sayıda pres vardı. Yabancı ülkelerden ithal etmekte zordu. Bende örnek olarak gördüğüm presleri inceleyip kendim imal ettim. Hatta kendi atölyesi için press isteyenlerde oldu. Yapıp onlara da verdim ve atölyelerin kurulmasına vesile oldum.
Eğer sanatçı, birilerinin kopyasını yapıyorsa o icracıdır. Mozart, Itri çok önemli sanatçılar ve bunların eserlerini icra eden birçok kişi var. Bunlar icracı oluyor. Onun için eğer siz başkasına benzer işler yapıyorsanız o zaman icracı olursunuz. Avrupa’da eğitim görüp Türkiye’de sanat üretenler vardı. Atölyede hocalardan gördüğünüz eserlere kendi kimliğinizi koyarak üretiyorsanız o zaman önemli bir sanatçı olursunuz. O farklılıkları yaratmak çok önemli. Ben eserlerimin başkalarınkine benzesin istemedim. Bütün ömrüm boyunca farklılıklar koymaya çalıştım. Başardığımı düşünüyorum. Mesela atlarım Süleyman Saim Tekcan’ın atlarıdır.
Sanatınızı hep paylaşmışsınız…
Avrupa’da katıldığım bienallerde benim serigrafilerim yabancı sanatçıların ilgisini çekiyordu. Önünde durup “Bu nasıl bir teknik, biz tanımıyoruz bunu.” derlerdi. Bu noktada da ya o ülkelerden davet aldım ya da onlar bizzat benim atölyeme geldi ve burada çalıştılar. Sanat paylaştıkça zenginleşir. Paylaşmayı seviyorum. Çoğu insan egoist olur ve kendi için yaşar. Ben insanlık için yaşayan bir sanatçıyım ve böyle olduğum için de mutluyum.
Gördüğüm her şey sanatımın konusu
Eserlerinizin üretim aşamasında nelerden etkilenirsiniz?
Sanatçı dediğiniz kişi toplumda farklı olan kişidir. Onlar öldükten sonra da yaşayan kişilerdir. Bugün hayatta olmayan birçok sanatçımızın eserleri bizim duvarlarımızda sergileniyor. Sanatçı gelecekte konuşulmuyorsa, anılmıyorsa o zaman bir eksiklik vardır. Sanatı yerli yerine oturmamıştır. O yüzden sanatçı öldükten sonra da yaşayan kişidir. Onlar benim için duvardaki eserleriyle yaşıyor. Ben vefat eden sanatçılarımızın fotoğraflarının olduğu bir köşe yaptım IMOGA’da. Leonardo da Vinci’ye ölüm döşeğinde soruyorlar, “Ne düşünüyorsunuz?” diye. O da “Tam ben sanatı öğrendim, şimdi de ölüyorum” diyor. Bu çok önemli. Sanatçıda bitmeyen bir düşünce, yaratıcılık, devamlılık var. Sanatsal yaratım çok önemli. Eğer siz sanatçıysanız doğada her şeyden etkilenirsiniz ve bu etkilendikleriniz de sanata dönüşür. Mesela benim meşe palamudunun meyvesinden etkilenerek yaptığım eserler var. Yine atlar benim için çok önemli. Halk oyunları beni çok etkiler. Artvin’de kaldığım zamanlarda gördüğüm halk oyunlarını defalarca resmettim. Benim hayat içerisinde gözlemlediğim her şey sanatımın konusu olabilir. Bu yüzden de geniş bir yelpazem var.
Geçmişiniz, kültürünüz de sizi etkileyen noktalar. Uygarlıklar serinize baktığımızda bunu çok net bir şekilde görüyoruz.
Sanatçı yaşadığı topraklardan, kültüründen beslenir. Ankara’da okurken gezdiğim Anadolu Medeniyetleri Müzesi beni çok etkilemişti. Anadolu toprakları kadar zengin bir yer dünya üzerinde yoktur. Müzeye sürekli gider oradaki medeniyetleri incelerdim. Asurlar, Hititler, Urartular… Oradaki eserlerden o kadar çok etkilenmiştim ki bunlar sanatımın konusu oldu ve Uygarlıklar adıyla büyük bir seri yaptım.
Atların hayatımda önemli̇ bi̇r yeri̇ var
At figürü sizin sanat yaşamınızın her alanında var. Sizinle özdeşleşmiş durumda. Neden?
Bu konu ile ilgili ilk söyleceğim Nazım Hikmet’in şiiri olur: “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.” At olmasaydı biz Anadolu’ya gelemeyecektik. Büyük imparatorluklar kurulmayacaktı. At bu anlamda çok önemli. Bir de sanatsal açıdan da at ve insan her zaman ilgi odağı olmuş. Atla benim başka kişisel hikayelerimde var tabii. Babaannem Lale Sümbül Hanım at binen bir Çerkez kızıymış. Babam hep anlatırdı. Benim de atlara karşı ilgim oldu. Riva yakınlarına çiftlik kurdum atlarla haşır neşir olmak için. Ve orada yüzlerce at deseni çizdim. At çoğu insana da sıcak gelen bir varlık. At çalışmalarını yaptığım en uzun seri. Hatta kitap bile hazırladım, Atnağme adında.
Peki eserlerinizde kullanmayı en çok sevdiğiniz renkler hangisi?
Turkuaz, Türk mavisi de denir. Bir de Türk kırmızısı. Bunlar öncelikli rengim ama bütün renkler benim için kıymetli.
Eserlerinizde geleneksel sanatların izlerini de görüyoruz.
Geleneksel sanatlara ilgim olmasında babamın hattat olmasının etkisi vardı elbette. Osmanlı hat sanatını soyut bir şahaser olarak görüyorum. Okumak çok önemli değil benim için estetiğini seviyorum. Birlikte çalıştığım çok önemli bir isim vardı, Emin Barın… Kendisi önemli bir hat sanatçısı. Bir gün beyaz bir kağıt üzerine benim tuğramı yapıp bana getirdi. “Bu nedir hocam?” diye sordum. Bana, “Bu senin tuğran. Trabzon’dan iki önemli isim çıktı. Biri Kanuni Sultan Süleyman diğeri de Süleyman Saim Tekcan…” O tuğradan yola çıkarak da at ile hatları birleştirdim. İsim olarak kafiyeli de olmuştu. Ve koca bir gravür serisi yaptım, yağlı boya yaptım. Ama ben hattı dini yazı olarak ele almadım. Okunmaz yazılar yaptım ve soyut bir şekilde atlarla buluşturdum. Bazı harfler elbette belli oluyor. Ama genelde okunmayan yazılar. Zaten yazı okunuyor olsa her şeyi anlatır. Önemli olan insanları düşündürmek. Sanat düşünceyi boyutlandıran bir kavram. Her eserin kolay anlaşılması gerekmiyor.
Rüyalarımda bi̇le resi̇m yapiyorum
Annenizi resmettiğiniz eserler de var…
Annem beni omuzlarında taşırmış. Bende bu şekilde birçok eser yaptım, anneler ve oğullar diye bir seri. Hala da yapmaya devam ediyorum.
Dijital sanatlar bu ara çok gündemde. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bunu bugün konuşmak doğru değil. Her yeni sanat cereyan ettiğinde bu eğer geleceğe kalırsa sanat olur. Kalmıyorsa sanat olmuyor. Şimdi bu yapılan dijital sanatlar geleceğe kalırsa sanat olarak algılanacak ve konuşulacak. Ama insanları düşündüren bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Bugünlerde neler yapıyorsunuz? Sanat üretiminiz devam ediyor…
Ben rüyalarımda bile resim yapıyorum. Benim hayatım sanatla uğraşmak. Arada yemek yiyorum. Sohbet ediyorum dostlarla, sanat konuşuyoruz. Yakın zamanda Ankara’da Milli Kütüphane’de bir sergimiz olacak. Onun çalışmalarına devam ediyorum. Heykel, resim, gravür eserlerinden oluşan dev bir sergi olacak. Yeni çalışmalarda olacak daha önceden yaptıklarımda.
Kimseyle paylaşmadığınız bir eseriniz var mı?
Sanatçının dünyası çok büyüktür. Kimsenin görmediği farklı çalışmalarıda vardır. Kendi portremi yapıyorum onu kimseyle paylaşmıyorum mesela.
Sanat i̇nsanlığa veri̇lebi̇lecek en büyük ödül
Bir dönem sinema serüveninizde olmuş… Neden sinema ile devam etmediniz?
Trabzon’da yedek subaylık yaparken orada bir tiyatro kurduk. Sonra belediyeden yer istedik. Tiyatro salonu yaptık orayı. Zafer Madalyası diye bir oyunda başrolde yer aldım. Altı ay kapalı gişe oynadık. O dönem benim fotoğrafları çekip Ses mecmuasına göndermişler. Finale kalmışım, İstanbul’a çağırdılar. İkinci oldum. 4 tane film yaptım peş peşe. “Sevmek Zamanı”da onlardan biriydi. Bugün hala konuşulan bir film. Sonra bir tercih yaptım. Ve Trabzon’a dönüp eğitimci kimliğime devam ettim.
Pişman oldunuz mu hiç?
Hiç pişman olmadım. İyi ki sanatın içindeyim diyorum. Sanat dünyada insanlığa verilebilecek en büyük ödül. Sanat bir devleti, milleti yücelten önemli bir kavram. Avrupa’da skolastik bir dönem yaşandı ve bu süreç Rönesans ile açıldı. Biz de Türk Cumhuriyeti’ni ayakta tutmak istiyorsak bunu sanatla yaparız.
Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülleri’nde Resim alanında ödüle layık görüldünüz. Neler söylemek istersiniz?
Bana sürpriz oldu aslında. Çok önemli bir kurumun ödülünü alacağım için mutluyum ve gururluyum.
Dünyanın en önemli̇ müzeleri̇den, IMOGA
IMOGA’dan bahsedelim. Çok önemli bir müze burası.
Bundan 50 yıl önce açtığım atölyelerde biriken eserler müzenin kurulmasına vesile oldu. Kendi atölyelerimi kurmuştum. Burada çalışmalar yapıyordum. Dışarıya yaptığım işlerden gelen para ile atölyemi zenginleştirdim. Hem akademiden hocalar hem de önemli sanatçılarda buraya gelip üretimler yaptı. Yaptıkları bazı eserleri de bize bıraktılar kendi imzalarıyla. Bunlar hep birikti. IMOGA da buradaki eserler ile kuruldu. Dünyanın en zengin müzelerinden. Envanterimizde 25 bin eser var. Bu müzeye senede yerli yabancı 80 bin kişi geliyor. 2004 yılında açıldı. Uluslararası bir müze. Dünyanın en önemli sanatçılarının imzalı eserleri var. Grafik sanatları müzesi diyoruz, baskıyla oluşturulmuş sanat eserleri var burada. Gravür, litografi, agaç baskı gibi tekniklerde eseler var, yağlı boya yok mesela. Müzenin bana ait bazı bölümlerinde benim yaptığım, yağlı boya, heykel ve bazı tekniklerle oluşturduğum eserlerim ve çalışma atölyelerim var.