Rabia BULUT
Aday adayı filmlerin belirlenmesinden itibaren başlayan Oscar tartışmaları, ödüllerin dağıtılması sürecine dek devam ediyor. Her yıl farklı tartışmalara konu olan Oscar’a bu yıl 7. Koğuştaki Mucize filmi aday adayı olarak gösterildi. Sinema yazarları ve akademisyenler, filmin yanlış bir tercih olduğunu söyleyerek ülkemizi temsil edecek bir yapımın başka bir ülkenin sinemasından uyarlama olmaması ve kendi kodlarımızı taşıması gerektiğini belirtiyorlar.
Ülke sinemalarının yarıştığı ‘En İyi Uluslararası Film’ kategorisinde bu seneki aday adayımız 7. Koğuştaki Mucize oldu. Filmin aday adaylığının açıklanmasıyla birlikte farklı bir tartışmanın da fitili ateşlendi. Tartışmanın sorusunu “Uyarlama bir film ile aday olmak mı?” oluşturdu. Kısa aday listeleri açıklandığında 7. Koğuştaki Mucize’nin orada olmaması şaşırtmadı hatta çok normal olarak karşılandı denilebilir. Tekrardan: “Adaylık noktasında nelere dikkat etmek gerekiyor?”, “Dikkat edilen noktalar ülke sineması açısından ne söylüyor ya da söylemiyor?” soruları ortaya çıktı. Dosya haberimizde bizde bu soruları Sinema yazarları Rıza Oylum ve Mehmet Açar ile akademisyen Doç. Dr. Aydın Çam’a yönelttik.
Yönelttiğimiz sorulardan farklı cevaplar alsak da ortak bir sonuca ulaştık. Görüşüne başvurduğumuz sinema yazarları ve akademisyenlere göre film seçiminde muhattap olunan çevrenin bakış açısı ve filmde dikkat edilen unsurların göz ardı edilmemesi gerekiyor. Aynı zamanda farklılık ve özgünlük bağlamında bize ait bir hikâye anlatımının öne çıkarılmasıyla da başarı sağlamak mümkün. Sinemamızın önemli yönetmenlerine ait Bal ve Kış Uykusu filmlerinin de aday adaylık noktasında öne çıkmadığı ve Oscar için sadece iyi bir bakış açısının belirleyici olmadığı görüşüne sahip olan akademisyen ve sinema yazarları, 7. Koğuştaki Mucize filminin gişe başarısı ve halk nezdindeki karşılığının da göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtiyorlar.
Rıza OYLUM
OSCAR POLİTİK BİR ÖDÜL
Oscar, kuşku yok ki politik bir ödül ve sinemanın dışındaki nedenlerle de ödül verilebiliyor. Ancak yine de en prestijli ödüllerden biri olma gerçekliğini de koruyor. Bu açıdan Oscar’ın reddedilemeyen bir cazibesi var. ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisi de Oscar ödülünün dünya sinemasına bıraktığı küçük bir pencere ve bu pencereden son yıllarda olanca yakıcılığıyla ülke sineması örnekleri Hollywood’un üstüne doğru göl
ge etmeye başladı. Öyle ki artık bu kategoride olanlar öteki kategorilere de uzanmaya başladılar. Amour ve Roma filmlerini istisna görürken Güney Kore yapımı Parazit, Oscar’a 6 dalda aday olup 4 dalda ödül kazandı. Ülke sinemalarının gözle görünür hale gelen yükselişi sinemanın hâkim yapılarının da artık daha fazla farklı dillerde çekilen filmlere alan açmaya mecbur kaldıklarını gösteriyor.
İSTEDİĞİMİZ BAŞARIYI YAKALAYAMADIK
Çerçeve bu şekildeyken biz ne yapıyoruz? Oscar yarışında Türk sineması bir türlü istediği başarıyı yakalayamadı. Çok yaklaştığı yıllar oldu. Özellikle Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu’da filmleri Oscar alacak potansiyeli olan filmlerdi. Politik sebeplerle Türkiye’nin Oscar yarışına yollamadığı filmler de oldu. 1982’de Cannes film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü kazanan Yol filmi Oscar yarışına yollanamamıştı. Bazen ödüle yaklaşıyoruz ama çoğunlukla yanlış ata oynuyoruz. Yedinci Koğuştaki Mucize de bariz yanlış tercihlerden biriydi. Ülkenin temsilini yapacak bir filmin başka ülkenin sinemasından uyarlama olması olacak iş değil. Türkiye kökenli yönetmelerin çektiği ya da Türkçe çekilen ve farklı ülkelerin aday gösterdikleri filmlerin gösterdikleri başarı, Oscar adayı tercihlerimizin yanlış olduğunun göstergelerinden biri. Sözgelimi İsveç adına yarışan 1990’da Anadolu’dan bir ailenin İsveç’e göç etmesini anlatan Umuda Yolculuk, Oscar yarışında birinci olmuştu. Deniz Gamze Ergüven’in 2015 yapımı filmi Mustang da Fransa’nın Oscar adayı olmuştu. Mustang bize göre fazlaca oryantalizm unsuru taşısa da Oscar yarışında son beş filme kalmıştı. Oscar’a göre film seçmek gerekiyor ama ne olursa olsun bir başka ülkeden uyarlanan bir yapımla başvurmak yapılması gereken son şey.
Doç. Dr. Aydın ÇAM
YÖNETMENLERİMİZ ORYANTALİST BAKIŞA SAHİP
Uluslararası film festivalleri ya da yarışmalar hâkim, baskın bir sinema alanına –başka bir deyişle, belli bir sinema biçiminin hâkim olduğu coğrafyaya– diğer alanlardan, coğrafyalardan film akışını sağlayacak bir yol açar, ağ kurar. Pek çok açıdan sömürgecilik pratiklerine benzer bu; her ne kadar bunun tümüyle sömürgeci bir ilişki olduğunu söylemesem de, aklımızın bir köşesinde bunu tutmakta fayda var. Hâkim alana dâhil olmaya çalışan bu filmler, diğer pek çok kültür ürününde örneğini gördüğümüz gibi, bu alanın kodlarıyla hareket etme, kabul görmek için alanın istediği gibi görünme eğilimindedir. Bizim coğrafyamız için bunun en çok görülen örneği, Batı’daki film festivallerinde ve yarışmalarda boy göstermeye çalışan yönetmenlerimizin Batı’nın coğrafyamıza bakma biçimiyle, yani oryantalist bir perspektifle hareket etmeleridir. Hâlihazırda, bu biçimde hareket etmeyen bir yönetmenin ve filmlerinin uluslararası alanda “görünür olamadığını” bile söyleyebiliriz. Bu eğilimi ancak kendine özgün bir biçimde bakabilen yönetmenlerimiz kırmıştır ki onların bazı filmlerinin başarıları ancak yakın zamanda aşılabildi.
KENDİ GÖMLEĞİMİZLE FARK YARATALIM
Uluslararası film festivallerini ve yarışmaları reddetmek mümkün değil, üstelik bunu yapmak sinemamız için hiç hayırlı olmaz. Ancak, hele de Akademi Ödülleri’nin “En İyi Uluslararası Film” kategorisi gibi, adaylık ve yarışma süreci kamu kaynaklarıyla desteklenen festivaller ve yarışmalar için aday film seçilirken bu durumun gözetilmesi gerektiğini düşünüyorum. Nihayetinde bu alana, hâkim bakışı kırarak girdiğinizde etki yaratırsınız. Demek istediğim şu ki, bu yarışmaların size biçtiği gömleği giydiğinizde belki kabul görür ve organizasyonu “zenginleştirirsiniz” ama farkı ancak kendi gömleğinizle yaratırsınız. Meselenin, bu konuyla ilgili gündemin epey ötesinde olduğunu düşünerek bu yılki yarışma için, ülkemizi temsil etmek üzere seçilen ve desteklenen filmle ilgili yorum yapmak istemiyorum. Sadece bir başka coğrafya için biçilen ve sonra kendimize uydurduğumuz bu gömleğin, yarışma için de uygun olduğunu çoğumuza düşündürenin ne olduğunu ben de merak ediyorum.
Mehmet AÇAR
YENİ BİR HİKÂYE GÖRMEK İSTİYORLAR
Bu yıl Oscar için 90’ın üzerinde ülke başvurdu. Her yıl da bu sayı artıyor. Her ülke Oscar’a film göndermek istiyor. İlk 5’e ilk 10’a girmek her yıl biraz daha zorlaşıyor. Orada bir seçim komitesi var. Filmleri beşe ya da ona indirmekle onlar ilgileniyor. Ve onların da göz önüne aldığı bazı kriterler var. O ülkenin sinemasını tanımak istiyorlar. Yeni bir hikâye görmek istiyorlar. Siz onların karşısına Güney Kore uyarlaması bir filmle çıktığınızda, en baştan bir eksi oluşuyor kafalarında. Bu uyarlamayı nasıl yaptığınızı düşünmüyorlar. Temelde daha başka şeylere bakıyorlar. Oscar’da ilk beşe ilk ona giren filmlere baktığımızda sanat filmlerine ve bağımsız filmlere ağırlık verdiğini kesinlikle görüyoruz. En İyi Uluslararası Film kategorisinde festival mantığı var. Bunu iyi çözmemiz gerekiyor. Şimdi seçici kurul 13 ya da 15 kişiden oluşuyor. Orada herkes kendi en beğendiği filmi göndermek istiyor. Oylama yapılıyor, kim kazanırsa o gidiyor. Orada oturup kriterler konuşulmuyor. Yıllar önce bende Türkiye’nin Oscar adayını belirleme komitesinde bir kez yer almıştım. İnsanlar fikirlerini söylüyorlar ama son tahlilde oyunu kullanıyor ve o seçiliyor. Bu belirli bir kriterler üzerine kimse konuşmak istemiyor.
BİRTAKIM GEDİKLERDEN SIZAMIYORUZ
Herkes kendi kafasındaki en iyi filmi belirlemek istiyor. Hatta bu konuda siz şöyle olur falan derseniz daha da ters tepiyor olabilir. Çünkü insanların tek bir şeyi var. O da kafalarındaki en iyi filmi göndermek istiyorlar. O yüzden bu yıl da o komitede yer alanlarının çoğunluğunun kafasındaki en iyi film 7. Koğuştaki Mucize’ymiş. Ama bu da ilk baştan itibaren çok eleştirildi. Bende eleştirdim ve yanlış bulduğumu da söyledim. 7. Koğuştaki Mucize çok popüler ve seyirciye dokunmuş bir film olabilir. Ama Oscar için doğru bir tercih olmadığını ben de söyledim. Oralarda daha çok festivallerde ortaya çıkmış, adını duyurmuş, tanınan filmler bizim için çok daha avantajlı olur. O yüzden 7. Koğuştaki Mucize bu yıllık bir eksiydi. Ama şu kadarını söyleyeyim; Semih Kaplanoğlu’nun Bal’ı, Cannes’ı kazanmış Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu gibi en iyi filmleri gönderdiğimizde Amerika’daki seçim komitesinde ilk 10’a girmekte zorlanıyoruz. Orası çok zor. O yüzden biz ülke olarak Oscar’ı kendimize bir hedef olarak koymamız gerekiyor. Biz zaten Cannes, Berlin, Venedik gibi çok önemli festivallerde önemli başarılar kazanıyoruz. Oscar’ı romantik bir hedef haline getirmemek gerekiyor. Biz en iyi filmlerimizle de ilk beşe giremedik. Demek ki orada başka bir şey var. Bir takım gediklerden sızamıyorsunuz demektir ve Türk Sinemasıyla daha henüz ilgilenmediklerinin kanıtıdır. Bu söylediğim Amerika’daki komitedekiler için geçerlidir. O yüzden 7. Koğuştaki Mucize olmasa da yine aynı duvarla karşılaşabilirdik.