Ramazan’a özel mahyalar, yeme içme kültüründe titiz hazırlık, eğlenceler, itinayla hazırlanan sofralar. Ramazan deyince aklımıza gelenler bunlar. Peki İstanbul, Osmanlı döneminde bu mübarek aya nasıl hazırlanıyordu?
11 ayın sultanı Ramazan’ı ihya ediyoruz. Manevi iklimimizi de hazırlamaya çalıştığımız bu ayda; daha fazla nasıl kendimizi maneviyata veririz diye düşünüyoruz. Etrafımızdaki yaşlılardan sıklıkla duyduğumuz bir nida var. Nerede o eski Ramazanlar. Peki gerçekten eski Ramazanlar nasıldı? Yakınılan o eski Ramazanlar çok mu özeldi. Bunları ve daha fazlasını düşünmek için Ali Şükrü Çoruk Hoca’ya Osmanlı döneminde Ramazanları sorduk.
Ramazan her geldiğinde etrafımızda sürekli duyduğumuz bir şey var. “Nerede o eski Ramazanlar?”. Sahi İstanbul eskiden Ramazan’a nasıl hazırlanırdı?
Eski İstanbul’da gündelik hayatı bütünüyle etkileyen bir ibadet ayı olması dolayısıyla Ramazan öncesinde özellikle yeme içme konusunda yoğunlaşan bir hazırlık dönemi yaşanırdı. Öncelikle devlet bu ayın İstanbul’da en iyi şekilde yaşanması için gerekli tedbirleri alır, halkın ve esnafın nelere dikkat etmesi gerektiği konusunda tenbihnâmeler neşrederdi. Padişahın cami gezmelerinde halkın nasıl davranacağı, evlerin ve sokakların temizliği, teravih namazından sonra gerçekleştirilen gezme ve eğlenme aktivitelerinde uyulması gereken kurallar ile bu kurallara uymayanlara verilecek cezalar tenbihnâmelerde açıkça belirtilirdi. Selâtin camilerinde yapılan hazırlıklar çoğunlukla mahyaların tertibiyle ilgilidir. Evkaf Nezareti tarafından camilere kandil yağları dağıtılır, Ramazan’a on beş gün kala mahya ipleri çekilmeye, kandiller temizlenmeye ve mahyalar kurulmaya başlanırdı. Bu mahyalar Ramazan boyunca diğer İslâm şehirlerinden farklı olarak İstanbul’a ayrı bir görüntü verecektir. Sadece geçmişte değil bugün de geçerli olduğu üzere konaklarda ve evlerde yapılan hazırlıklar ise daha çok Ramazan’da tüketilecek gıdanın ve yiyecek maddelerinin tedarikiyle ilgilidir. İnce bir damak zevkine sahip olan İstanbul halkı gücüne ve kudretine göre Unkapanı, Yağkapanı ve Asmaaltı mağazalarından alışverişini yapardı. Başkent olması dolayısıyla yeme-içme konusunda titiz olan İstanbul’un iaşesi imparatorluğun değişik coğrafyalarından sağlanırdı. Tereyağı, zeytinyağı, peynir, zeytin, pirinç, şeker, patates, reçel, hurma, pastırma sucuk, et, hoşaflık malzeme vs. imparatorluğun dört bir yanından en kaliteli çeşitleriyle İstanbul’a gelir, halk gücüne göre Ramazan’dan önce iftarlık ve sahurluk olmak üzere bu gıda maddelerini tedarik etmeye çalışırdı.
Bu Ramazan faaliyetlerinden günümüze uzanan neler var?
Zenginler ve üst rütbeli devlet memurları çalıştırdıkları kişilere ve amiri oldukları memurlarına Ramazan hediyeleri, kumanyalar gönderirdi. Günümüzde de aynı uygulamanın gerek belediyeler, gerekse varlıklı kişiler tarafından marketlerde hazırlatılan yiyecek paketleriyle, Ramazan kumanyalarıyla sürdürüldüğünü görüyoruz. Bu kumanyaların özellikle fakir ve kimsesiz vatandaşlara dağıtılması toplumsal dayanışmayı göstermesi açısından ayrıca olumludur. Konaklarda Ramazan ayında özellikle iftar vakitlerinde gelen misafirlerin sayısına bağlı olarak faaliyet bir kat daha artacağından mutfak kısmında çalışanların sayısı çoğaltılır, hatimle kılınacak teravih namazları için güzel sesli imam ve müezzinler temin edilirdi. Teravih sonrasında faaliyete geçecek olan çaycı dükkânları elden geçirilir, müşteri çekmek için Ramazan boyunca gösteri yapması için usta Karagözcülerle anlaşma yapılırdı.
İstanbul Ramazanlarının farkı mahyalardır
En çok konuşulan günümüzde de devam eden gelenek Mahyalar. Osmanlı döneminde Mahyalar nasıldı peki?
Kültürel açıdan İstanbul Ramazanlarını diğer yerlerden ayıran en önemli unsur şüphesiz mahyalardır. 17. asrın başlarından beri büyük camilerde kurulan ve şehrin her tarafından görülen mahyalar Ramazan gecelerini âdeta bir şehrâyine çevirirdi. Bazen yazıyla bazen de resimle kurulan mahyalarda ilk günlerde “Hoş Geldin” ve “Merhaba” yazıları yer alırdı. Kuş, çiçek, uçak ve gemi resimleri, “Ya Gani”, “Ya Kerim”, “Bismillah” ve son haftada “Elveda” yazıları mahyalarda yer alan başlıca resimler ve yazılardır. Mahyaların bir diğer özelliği de sadece görsel amaçla kurulmamasıdır. Osmanlı zamanında kandille, Cumhuriyet döneminde elektrikle kurulan mahyalarda dönemle ilgili bazı sosyal ve siyasî mesajları da görmek mümkündür. Millî Mücadele zamanlarında “Hilâl-i Ahmeri Unutma”, “Yaşasın İstiklâliyet”, 1925 sonrasında “Tayyareye Yardım” mahyaları bu çerçevede akla ilk gelenlerdir. Cumhuriyet döneminde mahyaların Ramazan ayı dışında da kurulduğunu görüyoruz. Atatürk 1927 yılında İstanbul’a geldiğinde “Safa Geldin”, tek parti döneminde “Atatürk”, “Var Ol İnönü” mahyaları, camilerde Ramazan ayı dışında kurulan mahyalardan bazılarıdır. Bu noktada dikkat çeken iki mahya ise oldukça ilginçtir. İkinci Dünya Savaşı sonrası yakınlaşan Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde 5 Nisan 1946’da İstanbul’a gelen meşhur Missouri zırhlısı Dolmabahçe Camii’nde kurulan “Welcome” mahyasıyla karşılanmıştır. Diğer örnek ise İngiltere’nin kontrolünde olduğu bir zamanda, 1953 Ramazan’ında Kıbrıs’ta yaşanmıştır. 1953 Haziran’ında tahta çıkan bugünkü kraliçe Elizabeth, Lefkoşa Selimiye Camii’nde kurulan “God Save The Queen (Tanrı Kraliçeyi Korusun)” yani İngiliz millî marşının ilk mısraından hareketle yapılan mahya ile selâmlanmıştır. Edirne, Bursa ve Konya ise İstanbul dışında camilere mahya kurulan başlıca şehirlerdir.
Hep eskiyi özleyeceğiz
Osmanlı döneminde Ramazan ayına özel hazırlanıldığını biliyoruz, peki belli başlı Ramazan eğlenceleri nelerdi?
Teravihten sonra gezme ve eğlenme faslına geçilir. Büyük küçük herkesin vazgeçemediği başlıca Ramazan eğlencesi Karagöz’dür. Herkes mahalle kahvesinde kurulan Karagöz perdesinin karşısında aynı zamanda yaygın bir eğitim aracı olan oyunu neşeyle seyrederlerdi. Karagöz, Saray’ın da vazgeçilmez eğlenceleri arasındadır. Özellikle III. Selim’in Karagöz oyununu sevdiği bilinmektedir. Aynı sevgi bazı mahalle imamları için de geçerlidir. Kendisini ve cemaati Karagöz’e yetiştirmek için teravihi hızlı hızlı kıldıran “jet” imamlar sadece günümüzde değil geçmiş için de söz konusudur.
Direklerarası’nda faaliyet gösteren tiyatrolar, tuluat kumpanyaları ilgi çeken mekânların başında gelirdi. Ayrıca Şehzadebaşı’nda, Tophane’de bulunan çaycı dükkânları özellikle ediplerin ve şairlerin uğrak yeriydi. Kadın erkek herkesin katıldığı Direklerarası piyasası ise çoğu zaman kavgayla ve zabıta takibiyle sonuçlanacak olaylara gebedir. Bu ise Ramazan ayını gölgeleyen ancak olması engellenemeyen durumlardandır. Özellikle aydınlar, münevverler ve asrın “sivilize” kesimleri Şehzadebaşı eğlencelerini ve piyasalarını “banal” bulurlar. Ramazan gezmelerinin gündüz vaktinin büyük kısmını cami ve cami avlularında kurulan sergi ziyaretleri teşkil ederdi. İnce iş ve nadide eşya meraklılarının ilgisini çeken her türlü eşyayı bu sergilerde bulmak mümkündü. Uzak diyarlardan getirilmiş ipek seccadeler, tespihler, mercan, gümüş işlenmiş kaşıklar, enfiye kutuları, ağızlıklar, el yazması Mushaflar özellikle varlıklı alıcılarını beklerdi. Günümüzde cami avlularında ve meydanlarında düzenlenen kitap fuarlarını eskinin cami sergilerinin bir devamı olarak düşünebiliriz.
Bütün bunlara davulcuların mahalle sakinlerini sahura kaldırmak için söyledikleri manileri, Saray’da padişah huzurunda verilen huzur derslerini, devlet büyüklerinin günümüzde de yaptıkları Hırka-i Şerif ziyaretlerini, Kadir gecesi alaylarını ilâve edebiliriz. Eskiyi yaşamak mümkün olmadığı gibi, eski Ramazanları da geri getirmek mümkün değildir. Hangi durumda yaşarsak yaşayalım nasıl olsa insanî bir tavır olarak hep eskiyi özleyeceğiz. Bize düşen eskiyi ihmâl etmeden, yeniyi de ıskalamadan ruhuna uygun olarak Ramazan’ı toplumsal açıdan daha fonksiyonel hâle getirmektir. Toplumsal barış ve huzur öncelikle insanların birbirini anlamasıyla alâkalıdır. Hayata yeniden başlamak için sunulmuş ilahi bir fırsat olan bu ayı dolu dolu geçirmek dileğiyle herkese hayırlı Ramazanlar.
Geçmişle bu günü kıyasladığımızda, günümüzde Ramazan hakkında neler söylemek istersiniz?
Bugün pek çok Ramazan ayına şahitlik etmiş olan Direklerarası’nın yerinde yeller esmektedir. Ancak günümüzde şahit olduğumuz bazı faaliyetler bu konuda fazla üzülmeyi gereksiz kılmaktadır. İstanbul’da eski Ramazanların eğlence kültürünü hatırlatmak ve yaşatmak adına son yıllarda Feshane başta olmak üzere çeşitli mekânlarda bu manada çeşitli faaliyetler icra edilmektedir. Eski İstanbul’u anlatan hatıratlardan öğrendiğimiz kadarıyla özellikle Feshane’de yapılan gösterilen eski Direklerarası eğlencelerini aratmayacak nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Oruç tutmanın yanında bu ay içinde hoşça vakit geçirmek isteyen halkımızın bu tür mekânlara rağbet etmesi, çoluk çocuk hep birlikte eğlenmesi bu ayın güzellikleri arasındadır.
Ramazan ayının en önemli hususiyetlerinden biri de şüphesiz Ramazan davulcularıdır. Eskiden mahalle bekçilerinin mahalle sakinlerini sahura kaldırmak için; maniler eşliğinde belli bir düzende ve makamda çaldıkları, daha doğrusu üzerinde sanat icra ettikleri davulların sesleri bugün maalesef hatıralarda kalmıştır. Ancak ne olursa olsun bu geleneğin günümüzde de devam etmiş olması, bugünkü İstanbul ile eski İstanbul arasındaki bağın kopmadığını, şarkının devam ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Zamanın değişmesiyle birlikte eski alışkanlıkların sekteye uğrayacağı, yeni alışkanlıkların ortaya çıkacağı, üstüne üstlük pek çok meseleyle karşılaşılacağı tabiîdir. Bu meselelerin çözümünde öncelikle geçmişimize, kültürel mirasımıza müracaat etmemiz gerekiyor. Bugün pek çok uygulamasını değişik şekillerde devam ettirdiğimiz Eski Ramazanları da bu çerçevede düşünerek hareket etmeli, yaşantımıza ne gibi katkıları olacağı üzerinde fikir yürütmeliyiz.