Sanatçı Server Demirtaş: “Hayal etmekten başka yaptığım önemli bir şey yok. Kendimi düşünüyorum; başkalarında ne olduğumu, neden ben olduğumu, nasıl bir anlamımız olduğunu merak ediyorum… Öteki ile berikinin arasında bir yerdeyim ama neresi olduğunu bilemedim, arıyorum… Bulacağıma dair bir ipucu yok ama olsun, bu arada olmak yine de iyidir diye düşünüyorum…”
Litros Sanat’ın yeni sayısı için sorularımı bu kez kinetik heykellerin babası olarak bilinen, sanatçı Server Demirtaş’a yönelttim. Büyük bir incelikle sorularımı yanıtlayan usta sanatçı, yaptığı hareketli heykelleriyle hem ülkemizde hem de dünya çapında önemli bir üne kavuşmuş durumda. Öyleyse hareketli heykeller yapmaya başlama sürecini kendisinden dinleyelim: “Aslında ben heykel eğitimi almadım, resim bölümünden mezun olmama rağmen hiç resim yapmayı istemedim. Bu resme karşı olduğumdan değil, kendimi üç boyutlu objeler ile daha iyi anlatabileceğimi hissettiğim içindi. Aslında mesele tamamen aynı. Herkes kendi içsel meselesi için bir yol bulmaya çalışıyor, birisi resim yapar, diğeri dans eder kimisi sinema ile kimileri müzik ile bunu anlatmayı dener. Ben de malzemeyi erken yaşlarda babamın küçük atölyesinde onu izleyerek tanıdım. Nasıl kaynak yapılır, torna ile neleri yapabilirsiniz, farklı aletlerle nasıl çalışılır? Bütün bunlar benim şimdiki çalışmalarım için altyapı oluşturdu diyebiliriz. Babam (Cemil Demirtaş) bütün bunları bana öğretmek için yapmıyordu aslında, onu izlerken insanın aslında her şeyi yapabileceğinin mesajını vermişti. Ayrıca sevgili hocam Adnan Çoker’in üç boyutlu çalışmalar için beni yönlendirmesini, cesaret vermesini çok fazla önemsiyorum. Sanat tarihinde hareketli heykel yapan sanatçıların varlığını bir esin olarak kabullenmem gerekir.”
Deneyerek öğreniyorum
Heykellerinizin teknolojisi ve çalışma mekanizmasından bahseder misiniz?
Heykellerimde yeni bir teknoloji kullanmıyorum. Rönesans’tan daha eskilere dayanan otomat teknolojisini kendi çalışmalarıma uyarladım. Yani bir motorun enerjisi ile dönen disklerin üzerine çalıştığım şekilli kenarlar, ileri geri hareketler yaparak bir kuvveti tetikler, çelik teller vasıtası ile baş, kol, el gibi parçalara çok ayarlanabilir hareketleri ulaştırır. Bu hareketlerin bütünlüğü, olmasını istediğim hareketleri mümkün kılar. Açıkçası eski bir hareket ettirme yöntemini bugüne uyarladığımı söyleyebiliriz. Zamanla çalıştıkça bu yöntem daha olgunlaştı, mekanik düzenekler daha sağlam ve dayanıklı hale geldi, zaten çalışmalar sürdükçe yeni şeyler öğreniyorsunuz, ben de deneyerek öğreniyorum.
Zorlandığınız anlar oluyor mu?
Hareketli heykellerin zor aşaması, diskler vasıtasıyla verilen hareketlerin eşzamanlılığını yakalayabilmek. Mesela, bir baş çevirme hareketi dört adet diskin çalışmasıyla oluyor, hangisinin ne zaman diğerleriyle uyumlu olması gerektiği bir zorluk. Ayrıca her heykelin problemi bir öncekinden çok farklı, hepsi disklerle çalışmasına rağmen heykelin içinde yer alan hareketli mekanizmalar tamamen farklı, yani her heykelin kendi problemleri oluyor. Bir format tutturup bütün heykellerde aynı şeyleri kullanamıyorsunuz. Her bir heykel için ayrı disk sistemi ve ayrı bir hareket mekanizmaları tasarlamanız gerekiyor. Ama bu benim için çok zevkli bir şey, her yeni problemi çözmek daha sonrakiler için öğretici bir süreç oluyor. Belki mühendislik eğitimi almış olsaydım problemleri daha profesyonel olarak çözebilirdim. Ancak istediklerimi yapabilecek kadar teknik deneyime sahip olmam bana şimdilik yetiyor.
Bu zaman kadar hangi sergi ve gösterimlerin içinde bulundunuz?
Ayrı ayrı bunları anlatmak yerine belki bu serüvenin süreçlerinden bahsetmek daha iyi olabilir. Akademiden mezun olduktan sonraki çalışmalarım PVC plakalarından oluşuyordu. İlk iki sergi (Derimod Kültür Merkezi ve Devlet Güzel Sanatlar Galerisi) bu malzemelerle yaptığım üç boyutlu çalışmalardı. Bir yığın halinde onları üst üste yapıştırıp geometrik soyut formlar oluşturmuştum. Sonraki yıllarda oluklu mukavva ile çalışmaya başladım, yine üst üste veya kendi etrafına sararak heykeller ve düzenlemeler yaptım. Bu süreç beni malzemeler ile çalışmanın tadına varmama neden oldu. Bu dönem, bir yandan da para kazanmak için üretim yapabilecek bazı makina denemelerine giriştiğim bir süreçti. Bunlar sanat değildi ama makina yapmayı öğrenmeye başlamanın nedeni oldular. Bu çok keyifli zamanlar neleri becerebileceğimin farkına varmama neden oldu. Bu bir yoldu ve makinalar ile sanat yapmanın denemeleri başladı. Yirmi yıldan fazla olan hareketli heykel serüvenini böyle özetleyebilirim. Oluklu mukavva ile çalıştığım dönemde birkaç kere Makedonya’da sempozyum ve sergilere katıldım. Daha sonra Belgrat’ta sempozyum ve sergi (Balkan Trienali), Hollanda’da 2017 ROBOT LOVE sergisi, 2016 Cenevre kişisel sergi ve bu sene ARTECHOUSE sergisine katıldım. Yurt içi sergileri Derimod Kültür merkezi, İDGS Galerisi, AKM, Bozlu Art Project ve bazı grup sergilerinden de söz edebiliriz.
Leonardo’nun yaşadıkları ile özdeş hissettim
Biraz eski halinizden, çocukluğunuzdan ve eski zamanlarınızı nasıl geçirdiğinizden bahseder misiniz?
Çekingen çocukluğum öyle düşünüyorum ki, bugün yaptıklarımın nedeni gibi gözüküyor. O günlerdeki tüm sıkışıklığım, içe dönük bakışlarım beni insanları anlamaya, suskun bir tahlil sürecine götürdü sanıyorum. Huzurlu geçmeyen o sıkıntılı zamanlar hiç bitmeyecek gibiydi, yaşamadığım korku kalmamıştı sanki. Yaşadıklarımı çocukluk anıları olarak tarif etmek bile tuhaf geliyor şimdi. Böyle sıkıntılı dönemlerde insanda çok şeyler birikiyor, içiniz doluyor ve onları bir şekilde tanımlamanız gerekir. Rastlantı olarak o günlerde televizyonda Leonardo da Vinci’nin hayatını ve sanatını anlatan bir belgesel izledim. Bu birkaç haftalık dizi beni televizyona kilitlemeye yetti. Bu artık benim de kendimi ifade edebileceğim bir yol olarak karşımda duruyordu. Leonardo’nun yaşadıkları ile birdenbire özdeş hissettim kendimi, artık anlatabileceklerim için bir yol tam önümde duruyordu. Bu şahane örnek, bu tanrısal yaratık beni derinden sarstı. Hiç böyle bir şey görmemiştim.
Bu tanışma resim yapmaya başlamamın nedenidir. Evde bulduğum soğan, biber, domates ne olursa desenlerini yaptım. Ortaokulda resim hocamız bir gün desenlerimi öğrencilere göstererek ‘işte böyle çizmelisiniz’ dedi. Yaşadığım gururu anlatamam, demek ki iyi bir yola başlamışım ve bu hırs güzel bir şeydi. Yaşadığım sıkıntılar azalmasa da artık yolum belliydi, sanat benim kurtarıcımdı. Üstelik övgüler çok işe yaramıştı. Sonra okulun koridorlarında bana bir sergi yapıldı, orada yaptığım eskizler, sanat tarihindeki ustalardan kopyalar ve tabii ki Leonardo ustanın Mona Lisa’sı baş köşede asılı duruyordu. Daha sonra onu akademi bitirmede de gösterme fırsatım olmuştu. Merak, Leonardo da o muhteşem örneğini gördüğüm kuvvetli bir duygu olarak her yanımı sarmıştı. Babamın küçük atölyesinde onu kaynak yaparken, metal aksamlara şekil verirken, bazı makinaları söküp içini bana gösterdiğinde artık bütün bunların bazı ustalar tarafından yapılabileceğini ve benim de artık ileride onları deneyebileceğimin kuvvetle inancı oldu.
Annemi hiç okula göndermemiş dedem. Babamla Sinop’tan kaçarak İstanbul’a gelip evlendikten sonra ona okuma yazma öğretmiş. Kendisine askerdeyken mektuplar yazabilsin diye. Sonra ben Mona Lisa kopyasını küçük evimizin müstesna odasında yaparken annem bana ortalık kirlenir, boya olur endişesini hiç yaşatmadı. Hiç eğitim almamış bu öngörüsü değerli kadın, bana bu yolda önemli yol göstericidir demeliyim. Yani kısaca Cemil Demirtaş gibi bir usta babanız, Nazmiye Hanım gibi önünüzü kesmeden size fırsat veren anneniz, daha sonra size yol gösterici olacak olan sevgili hocam Adnan Çoker gibi bir hoca ile çalışma fırsatınız olması, Leonardo ustayı erken yaşlarda tanımış olmanız ve tabii ki çocukluk dönemi sıkıntıları bir araya geldiğinde, merak da varsa bu günkü heykelleri yapmak için başka şeylere ihtiyacınız yok demektir.