Her yıl farklı bir tema seçen Esenler Öykü Günleri, bu yıl “İstanbul” dedi. Edebiyatımızın önemli konularından biri olan İstanbul, bu zamana kadar birçok yazar ve şâir tarafından ele alındı. Türk edebiyatına katkı sağlamış Selim İleri de İstanbul üzerine eserler kaleme aldı. Öykü Günleri’nde bu yıl İstanbul’a Selim İleri gözünden bakıldı. O İstanbul’u keşfetmeyi hedefledi. İstanbul’u çok sayıdaki eserinde kendine has bakış açısıyla yorumlayan Selim İleri İstanbul’un tarihi derinlikleriyle birlikte aşkı işler. Şehrin sokakları, tarihi yapıları ve yaşam tarzı, onun gözünde ve nostalji dolu bir atmosferdir. Eşsiz şehrin binlerce yıllık yaşamını, tarihî mirasını, mimarî dokusundan mutfağına kültürel birikimini, yazarlarını ve romanlarını kaleme alır. İstanbul’un coğrafi konumunu ve kültürel çeşitliliği de yazılarında yer tutar. Şehrin sokakları ve insanları ile farklı bir rengi de Selim İleri’nin eserlerinde yerini alır. Yazılarında kişisel anılarına da sıkça yer verir. Kendi yaşamından hikâyeleri, yaşanan olayları anlatarak hem şehri hem de kendisini okuyucuya anlatır. İstanbul’un her hâlini anlatır Selim İleri. Dilindeki estetiklik bir nevi İstanbul yansımasıdır. Yazdığı her romanına, denemesine İstanbul’un kokusu sinmiştir. Bu yüzden İstanbul denilince, ilk akla gelen isimdir. Öykü Günleri’nde de Selim İleri olmadan, konuşulan bir “İstanbul” düşünülemezdi.
Selim İleri’nin, İstanbul’un öyküdeki yansımalarının konuşulduğu 4. Esenler Öykü Günleri 25-27 Ocak tarihleri arasında Esenler’de Dr. Kadir Topbaş KSM’de gerçekleşti. Öykü Günleri, 20 konuşmacı, 6 farklı oturuma ev sahipliği yaparak dopdolu bir etkinlik programına imza attı. Öykü Günleri, “Selim İleri Öykücülüğü” oturumuyla başladı ve ilk günü “İstanbul Öykücüleri” başlıklı bir etkinlikle sonlandı. Programın devamında “Öykücülerin İstanbul’u” ve “Öykünün Cetveli Olur mu?” gibi başlıklar altında oturumlar düzenlendi. Son gün ise “Filistin Öyküsü” ve “Geleceğin Öyküsü” oturumlarıyla noktalandı. Aynı zamandada film gösterimi, tiyatro ve konserlede şenliklendi. Gelin 4. Esenler Öykü Günleri’nde neler olmuş, konuşulmuş yakından bakalım.
Selim İleri hikâyeleri yürekleri yufkalaştırır
Öykü Günleri “Selim İleri Öykücülüğü” oturumu ile başladı. Moderatör Funda Özsoy : “Herkesin bir yazarı vardır, her yazarın bir ana damarı vardır benim de ana damarım, yazılarımı besleyen Selim İleridir.” diyerek sözlerine başladı. Ardından sözü “Selim İleri Öykülerinde Yalnızlık ve Dostluk Teması” konuşmak için Hatice Bildiriciye bıraktı. Hatice Bildirici: “Yüksek lisans tezimin çalışmalarını yaparken onun hikâyeleriyle daha yakından ilgilenme fırsatım oldu. Ve şunu diyebilirim ki yoğun bir Selim İleri okuması yaparsanız yüreğiniz gittikçe yufkalaşır. Onun hassasiyeti size geçer, içinize siner onun gibi bakmaya başlarsınız. Selim İleri okumak benim için öyleydi. Kişinin iç dünyasına zenginlik veriyor.” diyerek Selim İleri’yi tanımladı. Ardından Selim İleri’nin aile yaşantısından bahsederek eserlerine nasıl etki ettiğinden bahsetti. Edebiyatın kendisi için kaçış haline geldiğini, hayattaki temel derdinin, hayata bağlanma nedeninin yazı olduğunu vurguladı. Selim İleri’nin geçim gayesini ciddiye almadan sadece kendini yazıya adadığını belirtti. Selim İleri’nin kitaplarındaki yalnızlık yabancılaşma duygusuna değinen Hatice Bildirici; “Yalnızlığın altı çizilmeyen öyküsünü hatırlamıyorum. Kahraman kimse o yalnız, genç ise genç yalnız, çocuksa çocuk yalnız. 60 öykü ve bunları hepsinde Selim İleri’nin kendisini görüyoruz. Öykülerinde kendini açık ediyor”. Ayrıca, Selim İleri’deki yalnızlığı vurgulayarak şu ifadeleri kullandı: “Kafka’nın hayat hikâyesi ile Selim İleri’nin hayat hikâyesi çok benzerdir. İkisi de yalnızdır ve bu yalnızlığı baba oğul ilişkisine bağlıyorum. Babası ile bağ kuramayan, bir türlü onay alamayışını öykülerinde dile getiriyor. Selim İleri Türk edebiyatının Kafka’sıdır. Gönül yufkalığı için Selim İleri bir armağandır.” Moderatör Funda Özsoy: “Dil ve işçilik kurguda ustalık ister. Selim İleri’de dilde ve kurguda usta biri.” diyerek “Selim İleri Öyküsünde Dil İşçiliğini” konuşmak üzere Fatih Baha Aydın’a bıraktı.
Selim İleri okuyucuya güveniyor
Selim İleri’nin dilini ele alan Fatih Baha, şu ifadelerle konuşmasına başladı: “Selim İleri kendi teması etrafında dönüp dolaştığını farkında. Selim beyin dilinde o ısrarı görüyoruz. Kullandığı kelimelerden Selim İleri’nin hikâyesi olduğunu anlıyorsunuz.” diyerek Selim İleri tarzını anlattı. Devamında, Selim İleri’nin kelimelerle olan ustalığını anlatmayan devam eden Fatih Baha: “Selim Bey kelimelerle bir kavgası olmadığını çok belli ediyor. Farklı ekollerle bağdaştırması da bundan kaynaklı. Sevdiği için kelimeleri çok güzel kullanıyor, güzel bağdaştırıyor. Çok okumasına rağmen kendi dilini çok samimi bir yerden vuruyor. Kendi hayatını yansıtabiliyor.” Selim İleri’nin okuyucuya güveninden bahseden Baha: “Okuyucuya pay bırakıyor. Okuyucuya güveniyor. Emek isteyen bir dili var. Doğru yerde feneri kapatmasını biliyor.” diyerek sözlerini noktaladı.
İstanbul yazarlarının öncüsü: Refik Halid
“İstanbul Öykücüleri”nin konuşulduğu ikinci oturum Dr. Öğrt. Üyesi Zeynep Zengin “Refik Halid Karay’ın Hikâyelerinde İstanbul” konuşmasıyla başladı. Sözlerine “İstanbul yazarlarının başlarında Refik Halid gelir diye başlayan Zeynep Zengin; anlatımlarının başında hep İstanbul vardır. İstanbul’u çok iyi bilir ve merak eder diye devam etti. Refik Halid’in hikâyelerinden bahseden Zeynep Zengin; “Memleketi tanımak amacıyla gezmeye başlayan Karay’da, Anadolu’ya bakışında İstanbul bakışı görürüz. hikâyeleri iki bağlamda ayrılır ve bir İstanbul’da geçen hikâyeler birde İstanbul özlemi olarak yazılan eserler olarak.”
Büyük insanın küçük İstanbul’u
“Burgazada’dan Görünen İstanbul” başlığıyla sunumunu yapan Mukadder Gemici sözlerine “Sait Faik’i bir İstanbul hikâyecisi olarak özetleyebiliriz. Onun İstanbul’u üslubunda çok gizli. Üslubunun içerisine İstanbul’u eritmiş bir yazardır.” diyerek başladı. Devamında Sait Faik’in hikâyeciliğini anlatan Gemici “Hiçbir yere bağlanmadan şehri gezerek hikâyesini yazan bir yazar. Döneminin İstanbul’unu anlatmış hikâye avcısıdır. Onun hikâyelerinin tamamı İstanbul küresinin içinde geçer. İstanbul’un sihirli köşelerini keşfeder.” Sait Faik’in betimlemelerinde mekânın tasvirinin de önemli olduğunu vurgulayan Gemici, “Büyük insanın küçük İstanbul’u vardır onun hikâyelerinde. Çirkin görünen resimde bile güzele odaklanır. Dönüp dolaşır kendisine evrilir üslubu.
Şehri duyan yazar
İkinci oturumun sonunda Prof. Dr. Mehmet Samsakçı “Tanpınar’ın İstanbul’unu” anlattı. “Tanpınar’ın şehre bakışı söz konusu olduğunda Yahya Kemal’den bahsetmemek olmaz. Hepsini Yahya Kemalden öğrenmiştir.” diyerek başladı sözlerine. Tanpınar tam İstanbul çocuğudur diye devam eden Samsakçı anlatımına: “Mahkum neslin çocuğudur Tanpınar. Acılı bir döneme denk gelmiştir. İstanbul mimarisiyle, ortaya konulan peyzajla musikisiyle, dini yaşama şekilleriyle İstanbul Türk kültürünün özüdür der.” Yahya Kemal’e de değinen Samsakçı: “Yahya Kemal İstanbul’u bir milletin kültür kenti olarak anlatır. İstanbul’u büyük ve yapıcı olarak görür. Tanpınar şehre bakmayı duymayı Yahya Kemal’den öğrendi.” Samsakçı Tanpınar’ın şehri anlamaya çalıştığını, sevdiği yeri unutmayan biri olduğunu belirterek sözlerine son verdi.
Anlattığımız Anadolu’da İstanbul’dur
Moderatör Şeyda Başer Eroğlu, ilk sorusunu Gökhan Yılmaz’a yönelterek, “Eserlerde mekan önemli midir?” diye sordu. Gökhan Yılmaz, İstanbul’dan beklenenleri bulup bulamadığımızı ve İstanbul’un bizim dünyamızdaki yeri hakkında düşünmemiz gerektiğini belirterek, mekanın önemine dair kafaların net olmadığını özellikle İstanbul dışında yaşamanın etkisiyle açıkladı. İkinci soruyu Turhan Yılmaz’a yönelten Eroğlu ise, “hikâyelerinizde İstanbul ne kadar yer alıyor?” diye sordu. Turhan Yıldırım, hikâyelerinde İstanbul ve semtlerin adının geçmemesine rağmen, aslında tüm öykülerinde İstanbul’un kozmopolitik yerlerinden imgelerle anlattığını belirtti. İstanbul’da yaşayan ve burada tutunmaya çalışan kişilerin hikâyelerini aktarmaya çalıştığını, bununla birlikte İstanbul’un kaosunu daha çok işlediğini ifade etti.
Moderatör Şeyda Başer Eroğlu, bir diğer sorusunu Gökhan Yılmaz ve Turhan Yıldırım’a yönelterek, “Dışarıdan gözle İstanbul’dan Anadolu’ya baksak dezavantaj mıdır?” diye sordu. Gökhan Yılmaz, şu sözlerle cevap verdi: “Aslında anlattığımız Anadolu’da İstanbul. Köylerimizi İstanbul gibi anlatmaya başladık. İstanbul ve Anadolu iç içe geçti. Bozkır hikâyesi anlatıyor sanarken metropol insanını anlattığımızı görüyoruz. Bunun en büyük sebebi de insanı konuşuyor olmamız. Mekan ve zamanı arkada bırakarak insanı anlatıyoruz.” Turhan Yıldırım ise Gökhan Yılmaz’ın söylediklerinden pek farklı bir şey ifade etmedi. “Giderek çoğu yerin metropole dönüştüğü için bir kasabayı da anlattığımızda aynı yere çıkıyoruz. Bir de aslında orada yaşamadığımız için yazılanlar daha soyut bir düzlemde yazarın algısıyla yorumlanmış oluyor. Yazarın kurguladığı için biraz daha İstanbul içini görüyoruz.” diyerek cevapladı.
Hikâye bir ihtiyaçtır
Yazar Gülhan Tuba Çelik moderatörlüğünde gerçekleşen “Öykünün Cetveli Olur mu?” oturumunda Prof. Dr. Şaban Sağlık “Tartışılan Bir Tür: Uzun Hikâye” sunumunu yaparken İlay Bilgili “Üvey Evlat Novella” sunumunu gerçekleştirdi. Prof. Dr. Şaban Sağlık “Bizim medeniyetimizde menkıbeler, kısa anlatılardır. Medeniyetimiz hikâye kavramına alışıktır aslında. Türkün tarihine bakıldığında uzun hikâye denmesinin sebebini açıkça görüyoruz. Türkler göç halindedirler ve uzun bir macera yaşarlar. Bu yüzden uzun maceraların anlatılması uzun hikâyeleri oluşturur. Medeniyetimizde hikâye geniş anlamda kullanılıyor. İlmi hikâyelerde vardır. hikâye bir ihtiyaçtır. Hayata dair anlatılar hikâyede vardır.” diyerek sözü İlay Bilgili’ye bıraktı. Novellanın tanımı yaparak başlayan Bilgili: “Novellanın tarihi romana kadar gidiyor. Öyküden uzun romandan kısa derdi kahraman yaratmaktansa anlatıcının derde odaklanmasıdır.” devamında “Novella tam konumlanamadığı için vuruş kısıtlaması yapılıyor.” diyerek kendi yaşadığı bir anısını anlatarak novella türünde yaşanan sıkıntıları dile getirdi.
“Edebiyat” sesimizi duyurabilmenin bir aracıdır
Moderatör Kürşat Çelik, konuklarına söz vermeden önce Filistin soykırımına değindi. Filistin direnişinde edebiyatın ve sanatın rolü üzerine konuşulacağını belirterek, “70 yıllık bir serüveni duyurabilmenin de bir aracı edebiyattır.” diyerek sözü Peren Birsaygılı Mut’a bıraktı. Filistin direniş edebiyatının neden önemli olduğuna ilk olarak değinen Peren Birsaygılı, “Halkın mücadelesini, o halkın kültürünü, acısını, hüznünü, mutluluğunu anlamak için en önemli rehberimiz edebiyattır. Geçmiş halkların mücadelesini hep o zamanın öykücülerinden, romancılarından öğrenmişizdir. Edebiyat, halkın yaşadıklarını anlatmada bir aynadır. Edebiyat yoluyla hafızayı canlı tutmak, Filistin direnişinin en önemli mottolarından biridir.” diyerek edebiyatın direnişteki rolüne değindi. Sonrasında Gassan Kenefânî’den bahseden Birsaygılı, “Filistin direniş edebiyatında Gassan Kenefânî bir ilktir. 36 yaşında şehit edilen Gassan Kenefânî yaklaşık 30 kitap yazdı. Kaldırımdaki Kek ve Kaygan Zemin önemli iki öyküsüdür. İlk öyküleri mülteci kampında geçirdiği çocukluk zamanlarını anlatıyor. 22 yaşında Gazze’ye Mektup adlı öyküsü ile Arap dünyasında büyük yer edinen bir edebiyat ödülü kazanıyor.” şeklinde konuştu. Konuşmasına Gassan Kenefânî’nin şu sözleriyle son verdi: “Bu dünya üzerinde her şey çalınabilir ve yağmalanabilir, yalnızca zalimler tarafından çalınamayacak, yağmalanamayacak tek şey, haklı bir davaya doğan inançtır, aşktır.”
Filistin edebiyatı kadimdir
“Filistin Öykücülüğü” üzerine sunumunu gerçekleştiren Osman Karaca Filistin direnişinin tarihine değinerek konuşmasına başladı. “Filistin edebiyatı çok kadim medeniyetinin ürünü aynı zamanda belgesel kanıtlarına Tevrat’ta ve İncil’de karşılaşıyoruz.” diyerek Filistin edebiyatına giriş yaptı. Filistin edebiyatını anlama açısından önemli kavramlardan bahseden Karaca: “Filistin tarihini 4 ana başlık altında toplayabiliriz. İskan, nekbe, nekse ve ilhak. Modern Filistin edebiyatını Nekbe öncesi ve nekbe sonrasını” diyerek tanımladı. Son sözlerinde 17 Haziran 1930 tarihinden bahsederek Filistin direniş edebiyatının miladı olduğunu söyledi.
Çağ değişince dil değişir
Öykü Günleri’nin son oturumunda Cemal Şakar moderatörlüğünde “Geleceğin Öyküsü” başlıklı oturumu gerçekleştirildi. Kısa bir konuşma yapan Şakar: “Çağ değişti ve çağ değişince dilde değişir. Öyküde bu değişimden uzak değildir. Yazarlarda bu değişimi önceden sezebiliyor.” diyerek sözü “Öykümüzün Gelecek Tasavvurunu” konuşmak üzere Bülent Ayyıldız’a bıraktı. “Teknoloji gelişiyor geliştikçe sosyal kültürel algımızda değişiyor ve bizde yabancı kalıyoruz” diyen Ayyıldız geleceğin öykü tasavvuruna da değindi. “Geleceğin tasavvurunu bakmak için geçmişe dönmeyi ve öykünün nereden çıktığına dair sorular sorarım kendime. İnsan neden hikâye anlatmak zorunda kalıyor. Biz neden hikâye okuyoruz. Kurmaca olduğunu bile bile neden okumaya devam ediyoruz. Çünkü kurmaca insanın arınmasına yarar.” diyerek cevapladı. Cemal Şakar, temalar evrenseldir, formlar tarihseldir diyerek sözü “Yapay Zeka Öykümüzün Neyi Olur?” adlı sunumunu gerçekleştirmek için Ahmet Melih Karauğuz’a bıraktı. Sözüne yapay zeka hayatımıza ne zaman girdiğine dair bilgi vererek başlayan Karauğuz: “Yapay zeka ne yaptığını bilmiyor sadece nasıl yapacağını biliyor. Ama biz insan olarak yapmak istediğimizi bilirsek yaptığımız iş ile yargılanırız. Yani siz bugün hikâye yazarsanız öykücü olarak adledilirsiniz.” diyerek yapay zeka ve insan arasındaki en büyük farkı açıkladı.
Her manada İstanbul Öykü Günleri’nde yaşandı
Esenler Öykü Günleri, sadece edebiyatseverleri ağırlamadı. Sanatın her dalını içinde bulunduran Öykü Günleri sinemaya, tiyatroya ve konserede yer verdi. İlk gününde bir istanbul filmi olan Sevmek Zamanı filmini seyirciyle buluşturdu. İkinci gününde ise zengin kız-fakir oğlan aşkını mizahi bir dille anlatan Senin Annen Bir Melekti Yavrum adlı tiyatro gösterimi gerçekleştirildi. Öykü Günleri, İstanbul temasını etkinlik boyunca sürdürdü ve kapanışını Selin Yücesoy’un İstanbul Şarkıları’nı seslendirdiği konserler e gerçekleştirdi.