Mükemmel işleyen bir bütünün içerisinde önemli görevleri yerine getirmek üzere yaratıldı insan. Ne hedefsizdi ne de çaresiz. Biliyordu, belirli bir vakte kadar burada kalacağını, sonra vazifesini tamamlayıp zaman ve mekândan arındırılmış nihai âleme geçiş yapacağını. Plan son derece basitti: İyilikten şaşmayacaktı. Hayatındaki her şey tepetaklak olsa da çevresindeki insanlar onu aksini yapmaya zorlasa da iyilikten şaşmayacaktı. Yanlış yaptığı işler ya da durumlar olur ve insan fark etmez diye “vicdan” isimli bir pusula yerleştirilmişti ruhuna. Ve o her durumda iyiliğin yönünü gösterecekti. Dağılmayacak, hedefine hasar almadan ulaşabilmek için beden ve ruh bütünlüğünü koruyacaktı. Ama insan parçalanıyordu…
Yeryüzü durmaksızın yeni bir günü karşılıyordu yaratıldığı andan beri. Huzur bir süre hâkim oluyorduysa insanlar arasında, kötülük işini yapıyor ve kımıl kımıl kaynıyordu toprak. Beğenmez oluyordu insan, haksızlık diyordu, adaletsizlik. Ve o öfkeyle kendi yoluna çekeceği yol arkadaşları inşa ediyordu. Savaş geliyordu kısa süre sonra, yıkım geliyordu. İyilik, afiyet ve mutluluktan oluşan bütünü korumaya çalışıyordu insan ama parçalanıyordu…
Eski huzurun bir daha yakalanmayacağının habercisi gecikmeden ortaya çıktı: Fransız İhtilali. Ezilen ve sömürülen halk, aristokrasinin onlar adına karar vermesini hatta onları görmezden gelmesini reddedince sokakları öfkeli bir kalabalık doldurdu bir anda. Krallar, prensler; zevk ve sefa sarayları giyotin denen gazapla tanıştı. Kördü giyotinin gözü; keskin kenarlarının altına sürülen başların kime ait olduğuna bakmaksızın indiriyordu darbesini. Bütün bir bedene sahipti insan onun karşısına geçmeden fakat yanına gelince parçalanıyordu.
Çözüm sanılan şeyin daha büyük sorunların habercisi olduğunu anlasa da yeryüzü, kötülüğün ve yıkımın çarkı dönmeye başlamıştı bir kez. Madem halk tabakası görülmek ve ciddiye alınmak istiyordu, o zaman çalışsındı. Çalışsın ve yeni bir canavara dönüşen sanayileşmenin piramidine taş taşısındı. Makine ve çelik yükselirken insan, ruhu ve bedeniyle çöküşe geçiyordu çünkü parçalanıyordu.
Eski güzel günler ne kadar uzaktı artık. Geriye dönmek mümkün değildi. Düzeltmek belki mümkün olurdu, insanlar hatta ülkeler birbirlerinden ölesiye nefret etmeselerdi. Olduğu yerde ve basınçta kalmadı nefret. Büyüdü ve bütün dünyayı bir savaşa sürükledi. Dört yılın sonunda tek bir şey olmuştu: İnsan daha çok parçalanmıştı.
İlkinde bir şeyler yanlış gitmişti, topraklar el değiştirmiş, sınırlar yeniden çizilmişti. Bir kez daha savaşılırsa düzelirdi muhakkak bütün yanlışlar. Dünya henüz yaralarını saramamışken yeryüzünü ikinci bir savaş kuşattı ancak altı yılın sonunda tek bir şey olmuştu: İnsan parçalanmadığı kadar parçalanmıştı.
Sıfır noktasına ulaşıldı dendi. Artık ne şiir yazılır ne de şaheser üretilir çünkü insan bütünlüğünü yitirmişti sonsuza kadar. O saatten sonra ilişkileri yarım olacaktı; düşünceleri yarım, kelimeleri yarım, sevdaları, arzuları. Çünkü insan paramparçaydı artık.