Yayınevleri krizinin orta yerinde şiir kitaplarının “pazar”ı öldürücü bir yük görüldüğü bir zaman diliminde dahi şiir kendi hızında gitmeye devam ediyor. Bu sebeple şiire arka çıkan yayıncılık anlayışı az da olsa devam ediyor diyebiliriz. Ergun Tavlan’ın ikinci şiir kitabı Everest yayınlarından okuyucuyu çağırıyor: Görme Huyu. İlk kitabı 2015 yılında Heterotopya yayınlarından çıkmıştı: Sesleri Alan. Kendine özgü bir dil inşa ederken, şiir adına özerkliğini sürdürmeyi devam diyor Ergun Tavlan şiiri.
“gençler ustaların ipine sarılarak/say say/kuyulara atlıyorlar/bir çentik çeker miyim/özkıyım cepte dursun” diyerek, kendi özerkliğinin bu mısralarda altını çizen şair: “karanlık mı o peki o kuyular/hayır değil/rengi açar mıyım/baştan başa/ışık karası” diye eklerken kendiliğine vurgu yapıyor aslında. Çünkü söz konusu tercih kendi şiiri için. “kuyuların dibinde harold bloom var” mısrasıyla kapanıyor bu şiir. Çok fazla isim ve imleme geçirmeyen şairin burada Bloom’u anması tesadüf değil. Etkilenme Endişe’sinde Bloom; şiir tarihinin şiirsel etkilenmeden ayrı tutulamayacağı ön kabulünü alıyor, zira Blomm’a göre; güçlü şairler bu tarihi kendilerine hayali bir uzam açmak için, başka bir şairi yanlış okuyarak yaratırlar.
Tavlan’ın müstakilliğini Eloğlu’nun tek başınalığına benzetiyorum. Şiirde öznel dil cesaret işidir. Her dönemde gelişerek “kendisi, kendi sesi” olmanın, ayrıksı kalabilmenin imkânlarını araştırır Eloğlu. Fakat Tavlan, başka bir isim anıyor: “maraşlardan rengârenk bir Zarifoğlu yaratırlar” mısrası kitap boyu geçen nadir şair isminden biri. Zarifoğlu ilk dönem şiirde özerk şiir dilini savunuyordu. 70 kuşağıyla anılan Zarifoğlu, İkinci yeninin Türk şiirine hâkim olduğu dönemde, ikinci yeninin yanı sıra kendine has bir şiir dili kuruyor.
Dilin kışkırtıcılığı
Şiirleri 98-2002 yılları arasında sanal olarak hazırladığı İmece dergisinden çıkan Tavlan; Heves, Ücra, Habis, Nepal dergilerinde şiir yayınlıyor. İzmir’de iyi okuyucuların bildiği “Yerdeniz” isimli sıra dışı bir kitapçısı var. Şairin Konya doğumlu olması ve çevirmenlikle uğraşması şiir diline dair bir fikir veriyor. Tavlan’ın şiir dili seslerin, kelimelerin ortak çağrışımlarını kullanarak onları bozan ve yerinden eden bir kullanım alanı açıyor. Şiirdeki dil geçmişin ve yörenin kurduğu sese dayanarak bugüne geliyor. Şairin kelimeleri bir çağrışım kurup ve katmanlaşarak çoğalan bir anlama dönüşüyor. Şiirde dilin kışkırtıcılığı, oynaklığı, düzyazının aksine, kendini gösterir. Düzyazıda dilin gizemi bozuluyor anlatılan mesele dili düzleştiriyor ve ritimsiz bırakıyor. Fakat şiirde ise dil kendi başına varlığıyla ahenk, coşkunluk, sonsuz imkânlar sunma sebebi.
Ergun Tavlan şiirinin kelimeleri şöyle:
“su sorumak”, boğazı düğ”, “diş takır”, “sak sırlarımı”, “hiyleli misket”, “tam darında”, “boşluğu uğsun”, “Allah’ından öleme bulsun”, “ordu dirimci”, “avanesiz erketesiz”,” börü bizi aparır”, ”övüntüden çıkışlı, “toplasan yığ nedir”, “üreneği bir çalı olan çiçekleri”,”ruhun zağlı”, “yırığından ıslık çıkarmak”, “pısan pısanaydı”.
“İnsan soyuna soyuna deriye varır” diyor Bilge Karasu. Aşındıra aşındıra, yonta yonta ana dile vardığı gibi. Tavlan bir çevirmen bunu tekrar hatırlatıyorum. Edebiyat metinleri, şiir; sınırlandırılıp, tanımlanamayan, öngörülemeyen varoluş alanlarıdır. Yazma itkisi benzersiz bir yeniden keşfe varlık kazandırır. Bu sonsuz ve çok kışkırtıcı döngü kelimelerin oynaklığına dönüşte bir işaret dili. Şairin kuşkusuz bir lisan bozukluğuna, bilinmez gürültülere, sıfatlardan çok anlam üreten imgeler içinde, somut hakikate, cesur bir dile ihtiyacı var. Tavlan şiirinin mısra ve kelimeleri bana bu gerçekliği hatırlatıyor.
“isyan tozu yutan hiç iflah olur mu/diş takır yumruk sıka/yüzünü kızartan neyse o neyseyle döndü/aa’ladık” şair kendi şiir dilini inşa etmiş tutarlı bir sadelikle sürüyor kitap. Dil yalınlaşıp basitleştiği, kendine dönüp ilkelleştiği, somutlaştığı ölçüde ustalaşır. Argo bu konuda iyi bir fikir veriyor. Çünkü argo net, eyleme dönük, tam isabet ve sadedir. İlkeldir, gerçektir, zeki ve kıvraktır.
Kendi sesiyle varoluş
Şiirindeki söz varlığı, kelime dizimi, biçimsel özellikler ilk kitaptan bu yana diriliğini koruyor:
“Sana bu yurtluğu kim verdi/Sana mutluluğu bile mülkünmeyene” (Güzel güzel tarih) “Sabahına ölüğü.. Yakınınsa dikil siğilsin/ fırla fırtına” (Palaskamı Takıyorum)
“Sen sanıcı değilsin ama,/mutluluğun konar göçer olduğuna,/ yerin sıfır olduğuna inanıyorsun,/ inanını yurt tutuyorsun.” (Sesleri Alan)
İmge ve anlam sorunu birçok şairi düşündürmüştür. Anlam, gündelik dilin içinde durmayı talep edip dayatırken, “imge” gündelik dilin dışında başka bir dil inşa etmeyi talep ediyor. Rus Biçimçileri’nin “alışkanlığı kırmak” (defamiliarization) olarak ifade ettiği bu dilsel kullanım; şiir kanıksamamızı kendine özgü yapısı ve diliyle kırar ve alıştıklarımızı farklı şekilde görmemizi sağlar. Görmenin, göstermenin dijital ortamda, dil oyunlarının ve sözün yaygın artisliği Twiter’da güçlenerek hâlihazırda edebiyatın sesini dağıtıyor mu bunu göreceğiz. Ama Tavlan: İmge Yerine İmgeyerine şiirinde Akif’i anarak “sözüm odun gibi olacak” (Akif’in: “Sözüm odun gibi olsun hakikat tek” sözüne karşılık) diye anlattıktan sonra ekler:
“Alıcılar başlarını çevirince fiskeliyorum imgeyi. İstiyorum ki gözü açayım….Somutluktan ölüyorsun dünya” İşte “imge”nin şiir için olağanlığını dile getirerek benzer bir taktiği devralması ve nihai noktada şiirin kendi dilinin peşine düşülmesine ön ayak olması. Hakikatin bin bir cephesi varken yalnızca somut gerçekliğe yaslanmak anlamın önünü daraltmak oluyor bana göre de.
“Ormana gideriz börü bizi aparır” (Mao’nun Yarpuzları), “Eşleş- Karıştırsın, histi, ustu…”(Yuvarlanıp). Öznel, gayet kişisel, bir mitik örüntüye dayalı, konuşma dili, aslında dilin kendisi Tavlan’ın malzemesi. Günlük konuşma dilini şiirde arayan Metin Eloğlu’nda da verili dili yıkıp, bozup yeniden kurmasıyla ve eleştirel dil dikkat çekiyordu. Ergun Tavlan şiiri şaşırmaya ve düşündürmeye devam edecek:
“ne tuhaf/ şairlerin sürekli içlerine sürtünmesi/m