Reddetmenin kısa tarihi

6 dakikada okunur

Edebiyatın tam olarak ne/yi yapmak için icat edildiğini varsayıyoruz? Aradığımız kavram doğrudan “ihtiyaç” değil. Kendinden yola çıkarak değişme/değiştirme arzusunu, ifade etme eyleminin derinliğiyle bir arada düşünebiliriz. Benliğin keşfine doğru kelimelerle yapılan yolculuklar, kurmaca metinlerin düşünsel açıdan büyük bir zenginlik barındıran iç/öz dünyalarına dâhil olan zihnimizi açık bir harp meydanına çevirir. Sözgelimi yarattığı o dehşetin içindeki Raskolnikov’u övgü ya da kızgınlık duyguları üzerinden değil, daha soğukkanlı bir mesafeden -hatta birlikte yürümeye cüret edip- tartıştığı kavramlara bakarak çıkardığımız tartıda değerlendirmeye tabi tutarız.

Etkilenme, özdeşlik kurma, karşı çıkma, olanı keşfetme-olmayanı arama gibi çatışmalarla derin bir kavganın ortasında kalan insan, kendini gerçekten tanımak istediği an’da, gösterdiği saf iradeyle buralara gelebiliyor. Kusursuz bir ayna, kusurlu bir cesaret; bu gerilim doğum sancısına benzeyen bir umudun tasviridir. İnsan tanımaya cesaret ederse eğer, tanımak yani aradaki mesafeyi kat etmek/anlamak mutlaka iyi gelecektir ruhuna. Nihayetinde iyileşmek, hasta olma ön şartı aramayan doğal bir istek, doğal ve meşru. İyileştirme iddiasının edebiyatın hâkim doğasıyla fazlasıyla eşdeğer bir hal/sav sayıldığı söylenemezse de, çizdiği estetik rotayla mesafeleri kısaltmaya yaradığı ve tanımanın yollarına döşediği bilinci açık taşların çoğu zaman hayatiyet taşıdığı aşikâr. Evet, edebiyat burada bize yardım edebilir.

“Senin klasiğin” diyor Calvino, kayıtsız kalamayacağın ve onunla bağlantılı olarak, hatta onunla karşıtlık içinde kendini tanımlamanı sağlayan yapıttır. Edebiyatın hayatın tam ortasında duran öğretici bir “ferahlık mektebi” olma ihtimalini es geçmeden ilerlemeliyiz o halde. “Edebiyat ne işe yarar?”, sorusu ciddiye alınmayı hak ediyor. Edebiyat bir varlık gerekçesi sunmadan hayatta kalabilir elbette. Tanımlamak ve anlatmak bizimle ilgili bir uzak mesafe kapatma çabası. Neler yapar, ne işe yarar peki? Bizi elimizden tutarak karşıya geçirir edebiyat, ruhları ölüme ve yenilgiye hazırlar. Ötekine bakışımızı derinleştirir. Başkayı anlatır, Diğerini içselleştirmemizin önündeki engelleri kaldırır. Peki, bunları nasıl yapar? Öncelikle bilinci gündelik hayatın sıradanlığından ayrıştırıp yeni bir kata çıkararak başlar işine. Bu aynı zamanda büyük edebiyatçıların da tanımıdır. Klasik metinler bütün bir çağın anlamını peşinde/içinde sürükleyerek bugüne getirdikleri için, varoluşları ziyadesiyle şiddetlidir, onları öldürmeye kimsenin gücü yetmez bu yüzden. 

Kelimelerle örülmüş bir dünyanın mukimleri gayet iyi bilirler ki, arka sokaklarda dolaşmanın oldukça kendine özgü -fena halde dayanılmaz- bir güzelliği vardır. Bu sebeple okur olmaya talip olmanın bir anahtarı varsa, o da şu olabilir; klasiklerinden başlayarak, en az bilinen hazinelere ulaşıncaya kadar yürümek, bulduğunuz yeni hazineye asla ikna olmamak, daha iyisinin varlığına hemen inanmak, yani ana caddenin tadına vardıktan sonra, bütün tali yollara göz kırparak nihayet sonunda kaldırımlara çıkıp, yola revan olmak. Yazarlık da sonuçta “iyi bir okur” olmaktan öte bir şeyi/bir yeri tarif etmez. Aslolan ömrünü harcayarak kurduğun, yoluna yarenlik edecek o kütüphaneyi var eden gerekçelerdir, gözlerin acıya acıya sürdürdüğün bir yolculuğun sırrı yani. Reddetmenin kısa tarihi iyi bir okur olmakla başlar. Sevgili iyi okur, orda mısın?

Önceki Yazı

Borges, Lem ve Rheya

Sonraki Yazı

Vefasızlar

Son Yazılar