Sahnede olmak benim için bir tutku

/
18 dakikada okunur

Hem tiyatro hem de sinemada ödüllü bir sanatçı olan Tolga Tekin: “Tiyatro, sahnede olmak bir tutku benim için. Kamera önü için bilmiyorum aynı şeyleri söyleyebilir miyim. Ama tiyatro için söylerim. Tabi ki öğreneceğimiz çok şeyimiz var ve bu diyarlardan gidene kadar da aslında hiçbir şey bilmeden gideceğiz diye düşünüyorum. Çünkü bilmenin de öğrenmenin de yaşı yok.” diyor.

Günümüzde aynı anda hem sahnede hem de ekran önünde olan ve bu işin eğitimini almış sanatçıları ekranda görebilmek, her şeyin tek tipleşip basite indirgendiği bu dönemlerde iyi – kaliteli oyunculuklar izleyebilmek neredeyse lüks haline gelmiş durumda. Bu lüksü bizlere sunan, kendisini izlerken sanki tiyatro oyunundan bir sahne performansı izliyormuşuz izlenimi veren isimlerin sayısı oldukça az. Ve Tolga Tekin de, bu tanım içerisine giren sanatçılar arasında yer alıyor. Sayısız usta aktör ve aktrisi sıralarında öğrencisi yapmış olan Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olduğu ilk günden bu yana, önceliği sadece tiyatro sahnesi olan Tekin, tiyatroculuk mesleğine olan bağlılığını, “Bu meslek bence eğer bu kadar seviyorsanız ve bu kadar aşıksanız; son nefesimizi verinceye kadar yapılabilecek bir meslek. Özellikle tiyatrodan bahsediyorum. Ayaklarım yere basana kadar – ne kadar sürerse bu – ben bu mesleğime devam edeceğim. Tiyatro, sahnede olmak bir tutku benim için. Kamera önü için bilmiyorum aynı şeyleri söyleyebilir miyim. Ama tiyatro için söyleyebilirim. Tiyatro bambaşka benim için. Sinema ve dizi daha sonra gelir. Sahnede olmak benim için birinci sırada; o heyecan, o adrenalin, o alkış sesi birçok şeye değer. Belki dizi sektörüne geç girdim ama başarımın nedenlerinden biri de, sahnede geçirdiğim yıllardır.” sözleriyle tanımlıyor.

Hikâyeniz 4 yaşında başlıyor aslında. Aile eşrafı içerisinde ‘Elvis Presley’ taklitleri yaptırılan bir çocuk… Bir röportajınızda da, “Kendimi de en iyi taklitlerle, mahalle arkadaşlarımı toplayıp, onlara izlediğim filmleri oynayarak ifade ettim.” diyorsunuz. Oyunculuk yapmak ve sahneye çıkmak kavramlarıyla ilk tanışmanız, vakıf olmanız böyle başlıyor değil mi?

Beğenilme arzusu diyelim. Her insanın hoşuna gider yaptığı işin beğenilmesi ama konu sanat olunca daha farklı hislere sahip oluyorsunuz. Önce Elvis Presley taklitleri sonra sinemada izlediğim filmleri arkadaşlarıma oynamak, okulun tiyatro kulübüne girmek ve doğal olarak da liseden sonra konservatuvar sınavları… Ortaokuldaki arkadaşlarım ve hocalarım da, oyuncu olacağıma emindiler. Dedikleri çıktı.

(Tolga Tekin ve Hüsna Köşger)

Sahnede olmak benim için birinci sırada

Konservatuvarı bitirip önce Adana Devlet Tiyatrosu daha sonra Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladınız. İlk olarak dizi-film projelerinden değil de tiyatrodan ilerlemeyi tercih etme nedeniniz neydi?

Tiyatro bambaşka benim için. Sinema ve dizi daha sonra gelir. Sahnede olmak benim için birinci sırada; o heyecan, o adrenal, o alkış sesi birçok şeye değer. Bu yüzden mezun olur olmaz, Devlet Tiyatroları sınavına girdim ve mecburi hizmetimi Adana’da yaptım. Çok iyi oyuncularla sahneyi paylaştım. O sekiz sene muhteşem bir tecrübe oldu bana. Belki dizi sektörüne geç girdim ama başarımın nedenlerinden biri de, sahnede geçirdiğim yıllardır.

Aslında biraz yolda kendiliğinden ilerleyen bir kariyer olmuş sizinkisi. Adım adım ilerleyen bir başarı yolculuğu…

Evet adım adım, acele etmeden, öğrene öğrene, sindire sindire. Hayatın her alanında böyle olmalı bence, çok çabuk tüketiliyor her şey. Gereksiz bir hız var, ister istemez etkileniyoruz.

Tiyatro devam ederken bir de İstanbul dahil oluyor hayatınıza ve siz Ankara Devlet Tiyatrosu ile dizi çalışmalarınızı beraber yürütmeye başlıyorsunuz. Niçin o dönem İstanbul Devlet Tiyatrosu’na tayin olmayı istemediniz?

Sekiz yılı Adana, 19 yılı Ankara olmak üzere tam 27 yıldır Devlet Tiyatroları sanatçısıyım. On yıldır İstanbul’a tayinimi istiyorum ama yapılmıyor. Yoksa tabii ki İstanbul’da sahneye çıkmak isterim. Vardır bir bildikleri, ne diyeyim.

İlk projemde heyecandan günlerce uyuyamamıştım

Ankaralı oyuncuların şöyle bir şansı oluyor: Televizyon kariyerlerine ya Ferhunde Hanımlar ya da Bizim Evin Halleri ile başlamış oluyorlar. Siz de o şanslı kesimdensiniz ve Bizim Evin Halleri ile ekrana merhaba dediniz.

Bir de sizden dinlesek o dönemleri… Sahneden setlere geçiş süreciniz nasıl oldu?

Hayatımın ilk kamera deneyimi Çağan Irmak’ın yönettiği Mustafa Hakkında Her Şey adlı sinema filmiydi. Hastanede bir polis memurunu oynuyordum. İki sahnem vardı ama günlerce uyumamıştım heyecandan. İlk tecrübem… Daha sonra Ankara’ya tayin olduğum zaman 4 yıldır devam eden efsane dizi Bizim Evin Halleri’nden teklif geldi. Rol çok komik ve keyifliydi. Birçok usta isim, Devlet Tiyatrosu’nun duayen bazı oyuncuları oynuyordu dizide. Hemen kabul ettim. Benden sonra da dört sene daha devam etti.

Disiplinin ne demek olduğunu hocalarımdan öğrendim

Şans demişken tiyatro sanatında hocaların hocası tanımı içerisine giren ender isimlerden birisi Prof. Dr. Cüneyt Gökçer’e değinmeden de olmaz aslında. Çünkü Ankaralı sanatçıların, Prof. Dr. Cüneyt Gökçer’in talebesi olmak gibi büyük bir şansları da var. Ki siz de kendisinin öğrencisiydiniz. Sizlerdeki bu çalışma disiplini ve teatral yetinin bu kadar etkin ortaya çıkışında, aldığınız eğitimlerin ve Gökçer’in öğretilerinin çok büyük etkisi var öyle değil mi?

Mutlaka… Sadece Cüneyt Gökçer değil; rahmetli Asuman Korad, Çetin Tekindor, Lemi Bilgin, Neslihan Ekmekçioğlu, Said ve Ali Tayla… Muhteşem isimlerdi. Disiplinin ve çalışkanlığın ne kadar önemli olduğunu onlardan öğrendik. Hiç unutmam bir gün Cüneyt (Gökçer) Hoca derste, “Bilmediğim çok şey var, kendimi eksik hissettiğim şeyler var” demişti. Ağzımız açık kalakalmıştık.

Peki siz kendi adınıza bu cümleyi nasıl değerlendirirsiniz? Halen daha öğrenmeniz ve çok yol kat etmeniz gerektiğini düşünüyor musunuz kendinizde?

Kesinlikle. Bu meslek bence eğer bu kadar seviyorsanız ve bu kadar aşıksanız; son nefesimizi verinceye kadar yapılabilecek bir meslek. Özellikle tiyatrodan bahsediyorum gerçekten. Allah korusun bir gün hepimiz gideceğiz bu diyarlardan. Atıyorum; yatağa düşmeden önce, son nefesimi verene kadar değil de ayaklarım yere basana kadar – ne kadar sürerse bu – ben bu mesleğime devam edeceğim. Tiyatro, sahnede olmak bir tutku benim için. Kamera önü için bilmiyorum aynı şeyleri söyleyebilir miyim. Ama tiyatro için söylerim. Tabi ki öğreneceğimiz çok şeyimiz var ve bu diyarlardan gidene kadar da aslında hiçbir şey bilmeden gideceğiz diye düşünüyorum. Çünkü bilmenin de öğrenmenin de yaşı yok. Özellikle bizim meslek için. 80 yaşında, duayen, ustaların ustası rahmetli Cüneyt Gökçer bunu söylemişse, zaten kimseye söyleyecek bir laf düşmez.

Ki Cüneyt (Gökçer) Bey aynı zamanda konservatuvardaki hocalarınızın da hocasıydı

Tabii… Çok şanslıydım. Hocaların hocası.Cüneyt Gökçer, Asuman Korad, Çetin Tekindor, Lemi Bilgin, Olimpiyat – Dünya şampiyonu eskrim hocası Emir Tayla… İnanılmazdı. Bütün hocalarım çok iyiydi.

Role tarafsız yaklaşırım

Birçok karakter profilinde izledik sizi. Kendinizi tek tipleştirmeyi seçen oyunculardan değilsiniz. Öyle ki, “Bana göre iyi veya kötü karakter yok. O karakterin karanlık ve aydınlık, güçlü ve zayıf yanları vardır. Hiçbir insan salt iyi ya da kötü değildir.” diye de bir sözünüz mevcut. Peki bu başarması oldukça zor olan, üst üste benzer rolleri oynamadan kariyer yönetimini nasıl gerçekleştirdiniz?

Meslek hayatımda en çok dikkat ettiğim tek tip oyunculuklardır. Bir ana kanal dizisinde bunu çok iyi beceremeyebilirsiniz. 130 dakika dizi çekiyorsunuz, zamanla yarışıyorsunuz ama sinema ve tiyatroda zaman derdiniz yok. O yüzden o karakterin hakkını vermelisiniz. Daha önceki röportajlarda söylediğim gibi; oynadığım karakterin güçlü ve zayıf taraflarını çıkartır, role tarafsız yaklaşırım. Empati yaparım karakterle… Tolga olsa böyle bir durumda ne yapardı derim.

Ödül emeğinizin, başarınızın bir karşılığıdır

Aynı zamanda hem sinemada hem de tiyatroda ödüllü bir sanatçısınız. Ödüllerin sizdeki karşılığı nasıl oluyor? Aldığınız rol tekliflerini değerlendirirken, belirleyici bir etken olarak görüyor musunuz?

Ödül motivasyondur. Emeğinizin, başarınızın bir karşılığıdır. İlk ödülüm Nürnberg Film Festivali’nden kazandığım En İyi Erkek Oyuncu ödülüydü. Ödülümü sevgili Sibel Kekili’nin elinden almıştım. Sibel Kekilli ödülü verirken, ilk ödülünü Nürnberg’den aldığını sonra başka ödüllerin peşinden geldiğini söylemişti. Benimki de aynı onun gibi oldu. Başka ödüller geldi hemen sonra. Hak edilen ödül güzeldir. Bir sonraki projenize, bambaşka bir heyecan ve motivasyonla başlarsınız.

Mustafa’nın saflığı oynarken, bana güzel kapılar açıyor

Roller üzerinden gitmişken Mustafa’ya da değinelim isterim. TRT1’de yayınlanan Hayatımın Neşesi adlı dizide oynadığınız karakteriniz Mustafa; tam bir aile babası, her evde görebileceğimiz bir ağabey ve erkek evlat örneği. Peki sizin için Mustafa nasıl birisi? Karakteri çıkarırken kendinizden bir şeyler kattınız mı, yoksa sadece hikâyeye bağlı mı gitmeyi tercih ettiniz?

Hayatımın Neşesi’ni ilk okuduğumda naif ve sade bir aile komedisi demiştim. Belki de yıllardır özlediğimiz o sıcak, samimi aile dizisi. Mustafa gelenekçi bir ailenin en büyük çocuğu, hayatı boyunca çalışmış ama hayallerinin peşinden gidememiş. Ailesine çok düşkün. Karısını ve çocuklarını ölesiye seven bir adam. Çok iyi ticari bir zekası var ama maalesef hep babasının dükkanında çalışmış, kendi işini hiç kuramamış. En sevdiğim tarafı da azıcık saf olması, oynarken bana güzel kapılar açıyor bu saflığı.

Televizyonda salt komedi, aile işi, gündelik hayatta herkesin karşılaşabileceği insani sorunları yansıtan tek dizi Hayatımın Neşesi. Güzel de ilgi görüyor. Televizyonda böyle bir işin tek olması ve insanların bu ilgisi, sizin için ne anlama geliyor?

Senaryoyu ilk okuduğumda naif bir aile komedisi, sıcak, tatlı, belki de uzun zamandır izlemek istediğimiz ve seyircinin özlediği bir aile komedisi olarak görmüştüm. Halen daha da öyle görüyorum. Çünkü insanlar böyle hikâyeleri özledi. Yani artık günümüzde gerçekten çok fazla melankoli, dram, şiddet, entrika var. Maalesef bu diziler reyting alıyor. Halkımız birazcık seviyor böyle şeyleri. Ama biraz da böyle sıcak, naif, aile içi ufak-tefek atışmaları anlatan, hepimizin başından geçen, ailesinde var olan hikâyeleri, olayları görmeyi özlemişti seyirci.

Önceki Yazı

Kültür’de sezon açmak; Yeni başlangıç!

Sonraki Yazı

Şiir matbuata yakışıyor

Son Yazılar

YKY’de son çıkanlar

Yapı Kredi Yayınları eylül ayında birçok yeni kitap çıkardı. Yapı Kredi Yayınları’nın çıkardığı bu kitaplara gelin

Altın Portakal başlıyor

61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, başarılı oyuncu Sedef Avcı’nın sunumu ve oyuncu Serhat Kılıç’ın