Sanat ‘iyi insan’ için

28 dakikada okunur

İnsan yetiştirmeyi sadece ‘eğitim-öğretim’ hayatıyla sınırlı görmek ne kadar doğru? ‘İyi’ ve ‘ahlaklı’ insan inşa ederken eğitim sistemi kadar sanat ve edebiyatın da sorumluluk üstlenmesi gerekmez mi?  Edebiyat, sinema, tiyatro ve güzel sanatlar alanında eser verenler ‘Sanat, sanat içindir’ iddiasının konforlu alanından çıkıp insan ve karakter inşasında nasıl bir misyona sahip olmalı? 

Yeni eğitim-öğretim yılının başlamasına az bir zaman kaldı. Çocuklar ve gençlerimize ‘iyi’ bir gelecek sağlamak için neredeyse ana karnından itibaren hangi okullara gidecekleri, hangi sınavlara nasıl hazırlanıp kaç ortalama ile nerelere girecekleri konusunda maddi, manevi büyük bedeller ödüyoruz. Ancak ‘iyi’ ve ‘ahlaklı’ birer insan olmalarına dair aynı ölçüde kaygılanmıyoruz. Kariyer ve başarı planlarımız neredeyse tamamen ‘maddi’ ölçekli. Oysa çok yakın bir zamanda yaşadığımız büyük depremdeki ağır kayıplar depremin şiddeti kadar şehir inşa ederken yaptığımız hataların da sonucuydu. İnsan ve karakter inşasını öncelemediğimiz için sağlamlık değil daha çok kâr getirsin hesabıyla yapılan, ruhsat verilen, malzemeden çalınan, yanlış zemine yapılan binalar mezar oldu onbinlerce kişiye. 

Soru şu; insan yetiştirmeyi sadece ‘eğitim-öğretim’ hayatıyla sınırlı görmek ne kadar doğru? ‘İyi’ ve ‘ahlaklı’ insan inşa ederken eğitim sistemi kadar sanat ve edebiyatın da sorumluluk üstlenmesi gerekmez mi?  

O, ‘iyi’ adamlar nerede şimdi? 

Yıllar yılı edebiyatımız, sinemamız, tiyatromuz ne olursa olsun kendini, menfaatini düşünen bireyleri kutsadı, filmlerimizde menfaatperest, haz peşinde koşan karakterlere güzellemeler yapıldı. Toplumsal ve ahlaki değerleri yok sayan, aşağılayan, inançlarıyla alay eden ‘iş’ler baş tacı edildi. Yeşilçam’ın vefa, ahlak, kardeşlik, fedakârlık, diğergamlık, dürüstlük tiradları ile dolu filmleri artık birer nostalji unsuru. Necip Fazıl’ın ‘Reis Bey’indeki ‘merhamet’ çağrısı bugün bile her izleyeni sarsıyor. Münir Özkul’un, Sadri Alışık’ın, Kemal Sunal’ın perdeye taşıdığı karakterlerin bu kadar sevilmesinin nedeni ‘iyi’ insanlar olması, ‘doğruluk’tan, ‘ahlak’tan, ‘dürüstlük’ten bahsetmeleri değil mi? Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri tam da eksikliğini duyduğumuz ve örnek alınası halleri resmetmez mi? Ancak bu türden iyileştirici eserlere artık eskisinden daha çok ihtiyacımız var. Peki sanatçılar bu konuyu kendilerine dert ediniyor mu? 

Çocuk edebiyatı yazarı Figen Yaman Coşar, tiyatro sanatçısı ve oyuncu Nurdan Albamya İnce ve tezhip sanatçısı Kadriye Bayraktar’a edebiyat, sinema, tiyatro ve güzel sanatlar alanında eser verenler ‘Sanat, sanat içindir’ iddiasının konforlu alanından çıkıp insan ve karakter inşasında nasıl bir misyona sahip olmalı diye sorduk. 

FİGEN YAMAN COŞAR

(YAZAR)

Ahlaklı bir nesil için dürüst olalım

Sanat ve edebiyatın sorumluluk yüklenmesi, ancak sanatçının bu sorumluluğu dert edinmesiyle olur. Modern dünyada kitap ve sanat eseri, yazarı ve sanatçısından ayrı bir şeymiş gibi algılanıyor. Halbuki yazarından bağımsız hiçbir metin, çizerinden bağımsız hiçbir resim, bestecisinden bağımsız hiçbir müzik eseri yoktur. Hepsi onu ortaya çıkaranın manevi dünyasının aldığı ilhama göre şekillenmiştir. Ahlaklı bir nesil ve toplum oluşması için kâmil ahlaka sahip kimselerin rehberliğine ihtiyaç var. 

Alemdeki her şey aslında insanın iç alemindeki şeylerin bir yansıması. Kavramların ifade ettiği özleri adeta genetiği ile oynadığı tohumlar gibi değiştirerek, maddeyi kutsayan ve kutsala yabancılaşan insan, yakınlığını kaybettiği şeylere hürmet de göstermiyor. Kendisi dışındakilere istifade edebildiği ölçüde paha biçen bu maddesel bakış, ne yazık ki yalnızca seküler hayat tarzını benimseyenlerin zihin ve davranışlarını şekillendirmiyor. Kendini Müslüman olarak tanımlayan ve bu kimliğin izlerini üzerinde taşıyanlar da aynı virüse yakalanmış durumda. 

Hazreti Mevlana’nın deyimiyle “Bütünde hastalık ve dert varsa, onların parçası nasıl olur da sarı yüzlü ve hastalıklı olmaz?”   

Ahlaklı bir nesil ve toplum oluşması için kâmil ahlaka sahip kimselerin rehberliğine ihtiyaç var. Allah’ın insana kendi türünden peygamberler göndermesi üzerine tefekkür etmeliyiz. 

Hepimiz çocukların ve gençlerin durumu hakkında yorumlar yapıyoruz. Lakin kendimizdeki ahlaki sorunlara yaklaşımımız pek dürüstçe değil. Grip iken başkasının yüzüne karşı aksırıp “Kendine dikkat et hasta olma” der gibi bir halimiz var.

Sanatçı bu sorumluluğu dert edinmeli

Sanat ve edebiyatın sorumluluk yüklenmesi, ancak sanatçının bu sorumluluğu dert edinmesiyle olur. Günümüzde sanatçının sanatçılığını kabul eden sözde otoritelerin çizdiği bir çember var. Bu çembere dahil olabilmek için sanatçının kendini kandırabilmesine yönelik de pek çok ışıltılı slogan mevcut. Kişi bu kabul için derdini o kuralların çerçevesinde ifade etmeye çalışırken zatında değişime uğruyor. Domates, aynı görünümde bir domates ama tadı artık bambaşka. Ahlak kelimesi aynı harflerle yazılıyor ancak ifade ettiği şey ilmi ezelideki değişmez özünün çok uzağında… 

Hâlimiz cümlelerimizi tasdik etmeli

Modern dünyada kitap ve sanat eseri, yazarı ve sanatçısından ayrı bir şeymiş gibi algılanıyor. Halbuki yazarından bağımsız hiçbir metin, çizerinden bağımsız hiçbir resim, bestecisinden bağımsız hiçbir müzik eseri yoktur. Hepsi onu ortaya çıkaranın manevi dünyasının aldığı ilhama göre şekillenmiştir. Benim kabulüme göre ilham iki yoldan insana ulaşır. Biri melek, diğeri şeytan vasıtasıyla. 

Velhasıl, sanatçı ve yazarın elbette sorumluluğu var ama ilkin kendi nefsinde ahlaki sorunlarını halletmeli. Yoksa hakikati dosdoğru ifade eden milyonlarca kitap da yazsak, halimiz cümlelerimizi tasdik etmiyorsa, okuyucuya tesir edebilmemiz pek mümkün değil. Varlığa çıkan her harf, her çizgi, her ses bir ruh taşır ve hissettirdiği şeyle muhatabını kendi gerçekliğinden haberdar eder. Beni kemale ulaştırmayan ahlakın, bir başkasını sanatım yoluyla ahlaka ulaştırması düşünülemez. 

NURDAN ALBAMYA İNCE

(Oyuncu)

Yeni nesil izlediklerinin ortalaması…

Herkes evladının iyi bir insan olmasında hem fikir ama kimse evladının izleyeceği tiyatro oyunu, sinema filmi ve okuduğu kitapların ortalaması olacağının bilincinde değil.

Tiyatronun en temel ve en bilinen tanımı; insanı insana insanla insanca anlatmaktır. Bu cümledeki insanca kavramı insanı iyiye, doğruya, güzeli güzele ulaştırma, insana dönüştürme olarak açıklanabilir. Tiyatronun bu en temel görevi özellikle son yıllarda para kazanma gayesi ve yozlaşmanın etkisiyle unutulmuş durumda. Bir çok tiyatro bir konunun üzerine gitme ve halkı eğitme misyonunu unutmuş durumda. Tiyatro salt bilgilendirme mantığı üzerine kurulamayacağı gibi salt eğlendirme mantığı anlayışı üzerine de kurulamaz. İkisinin bir denge içinde bulunması gerekmektedir. Böylelikle bir şeyler aşılabilir. Ancak son yıllarda görüyoruz ki çok büyük prodüksiyonlar sadece seyirciden yüksek meblağ bilet ücretleri almak için sahneye konuluyor ve yapımcılar resmen sirk mantığında hareket etmeye başladılar. Tiyatronun tanımındaki insanca kavramının unutulduğu oyunlar yapmaya başladılar ve sahneliyorlar. Evet inanılmaz büyük prodüksiyonlar,  evet seyirci izlerken anlık da olsa heyecanlanıyor. Ama oyun bitip eve dönerken seyircinin üzerine düşünüp, dönüşeceği hiç bir ana fikir yok. İnsanı ancak bir konu üzerine düşünmeye iten, iyiliği, ahlakı, doğruyu anlatma yoluna giden, yozlaşmayı engelleyecek, izleyicinin kendini sorgulayacağı o kadar az yapım var ki. 

Herkes evladının iyi bir insan olmasında hem fikir ama kimse evladının izleyeceği tiyatro oyunu, sinema filmi ve okuduğu kitapların ortalaması olacağının bilincinde değil. Seyirci ile birebir temasta olunan tiyatro gibi sahne sanatlarının özellikle gençler üzerinde çok büyük etkisi mevcut. Genç dimağları iyiye yöneltmek onlara doğruyu aşılamak tiyatro ile daha kolay. Aileler, ebeveynler sanıyorum ki bunun cidden farkında değil. Çünkü ne kadar önemli olduğunun farkında olsalar da toplumsal bir infial oluştururlardı. Çok az tiyatro para kazanma gayesinden sıyrılıp tiyatroyu halkı eğitme bilinciyle hareket ediyor. Burada aslında tiyatronun eğitici kimliğinin ön plana çıkarılması için ilkokullardan itibaren okullara zorunlu tiyatro, drama dersleri konabilir. Tiyatronun pedagojik olarak öğretilmesi yoluna gidililebilinir. Çocuklara karakterleri yeni yeni inşa edilirken, iyi bir tiyatro nasıl olmalıdır, iyi bir seyirci nasıl olmalıdır, sanat neye hizmet etmelidir gibi temel eğitimler verilmelidir. Bu fikir hemen hayata geçirilse dahi istediğimiz ve olması gereken sanat ortamı 15-20 yıla ancak oluşacaktır.

Kadriye Bayraktar

(Tezhip sanatçısı)

Sanat iç dünyanızı güzelleştirir

Geleneksel sanatlar bu yolda ilerlemek isteyene disiplini, sabrı, çok çalışmayı ve bir işi aşkla sevmeniz gerektiğini öğretiyor. İç dünyanızı güzelleştiriyor. Bir sanatla uğraşan, emek veren bununla hemhal olan bir kişinin iç dünyasının, insani duygularının gelişmemesi mümkün değil.

İnsanın karakter inşasında ne yazık ki göz ardı edilen çok güçlü bir imkândır sanat. Herhangi bir sanat dalıyla ilgilenmek bence bireylerin sosyal ilişkilerini düzenlemelerini, başka insanlarla işbirliği yapabilmelerini ve ortak bir hedefe uyum içinde ilerlemelerini, yardımlaşma yeteneklerini güçlendirir. Özgür düşünebilmeyi, kişinin kendini özgürce ifade edebilmesini, başarı hissi, duyarlı ve üretken olabilmesini sağlamaktadır, sağlarken de güçlü bir başarı hissi yaşatır.

Her insanın kendini ifade etme ihtiyacı söz konusudur. Bu çocuk yaştan itibaren ortaya çıkan bir durumdur. Yaşantımızda, varoluşumuzda bu söz konusudur. Her insan kendini ifade edebilmeyi ister. Kişi, kendini ifade edebildiği müddetçe de daha doğru bir insan olma yolunda eğilim göstermektedir. Çünkü kendini ifade edemeyen, ifade ettiğini düşünmeyen insan daha asabi, ruhsal ve bedensel olarak da bitkin olur diye düşünüyorum. Sanat eğitimi gözlem yapabilme, özgün buluş ve kişisel yaklaşımlarla desteklenen pratik düşünceyi geliştirir. İnsanın düşüncesini geliştirir. Yaratılmış olan güzeli kavramayı sağlar. Bir sanat eserini üretirken ya da izlerken, estetik duygusunu deneyimler ve, fark ettirir eder ve geliştirirsiniz. Öte yandan sanat yaşadığınız toplumun değerlerini, kültürünü fark etme, araştırma, anlama yansıtma becerisi katıyor bence insana. Bu bağlamda sanatla uğraşan bir kişinin ahlaki, edebi boyutunun gelişmemesi mümkün değildir. Geleneksel sanatlar bu yolda ilerlemek isteyene bireyin sanatla uğraşması disiplini, sabrı, çok çalışmayı, ve bir işi aşkla işinizi sevmeniz gerektiğini size hissettiriyor ve öğretiyor. İç dünyanızı güzelleştiriyor. Bir sanatla uğraşan, emek veren bununla hemhal olan bir kişinin iç dünyasının, insani duygularının gelişmemesi mümkün değil. Zaten bir şeyi başardığınızda duygularınızı dışa vurduğunuzda onun size verdiği haz bambaşka bir şey oluyor. İnsan olduğunuzu anlıyorsunuz, yaratılışınızı fark ediyorsunuz. Toplumdaki yerinizi anlıyorsunuz. Geleneksel sanatımızı icra ederken Türk kimliğinin ne anlama geldiğini öğreniyorsunuz, İslâmiyetten sonra sanattaki soyutlaşmanın insan düşüncesindeki yansımalarını görüyorsunuz, kendinizi, özünüzü daha iyi tanıyorsunuz.

Sergiler toplumsal etkileşime imkân veriyor

Aslında sanatla ilgileneni içsel ve dışsal olarak iki faktör etkiler. İçsel olarak birey kişisel deneyimlerini duygusal durumlarını ifade etmesi ve keşfetmesine yardımcı olur. Dışsal olarak da toplum üzerindeki etkisi toplumsal değişimi desteklemektedir. Sanat eğitimi bir toplum için çok önemlidir bence. Bizim toplumumuzda ağaç yaşken eğilir diye bir söz vardır ama bence 29 yaşında başladım sanata. Neyi değiştirdi derseniz kesinlikle ahlaki boyutta etkilerini görüyorsunuz. Zaten geleneksel sanatlarımızdan ruhi hendese olarak bahsedilir. Ruhun mimarı demektir ruhi hendese. İmar ediyorsunuz aslında. Kendinizi keşfedip toplumsal olarak bakıyorsunuz kişisel olarak bakıyorsunuz araştırma yönünüzü geliştiriyor. Sevgiyi daha iyi anlıyorsunuz. İlahi aşka gitme yoludur bence sanat. Yaşadığınız toplumun değerlerini, kültürünü fark etme, araştırma, anlama yansıtma becerisi katıyor bence insana. Bu bağlamda sanatla uğraşan bir kişinin ahlaki, edebi boyutunun gelişmemesi mümkün değildir. Bir bireyin sanatla uğraşması disiplini, sabrı çok çalışmayı, işinizi sevmeniz gerektiğini size hissettiriyor. Zaten bir şeyi başardığınızda duygularınızı dışa vurduğunuzda onun size verdiği haz bambaşka bir şey oluyor. İnsan olduğunuzu anlıyorsunuz, yaratılışınızı fark ediyorsunuz. Toplumdaki yerinizi anlıyorsunuz. Sanatın katkısı saymakla bitmez. İç dünyanızı güzelleştiriyor. Sanat bir bireyin iç dünyasını güzelleştirir. Bir sanatla uğraşan, emek veren bununla hemhal olan bir kişinin iç dünyasının insani duygularının gelişmemesi mümkün değil. 

Türkiye’de sanatçı olmak, sanatla uğraşmak zor. Çünkü maddi, manevi sizi zorlayan bir nokta oluyor. Çünkü toplumumuzda her zaman çok gerilerdedir sanat. Sanat eseri mi cep telefonu mu alacaksın diye sorduğunuzda bir bireye cep telefonunu tercih edecek noktada algılarımız düşüncelerimiz. Sanatın katkılarını toplumun aynası oluşu yönünde kültürümüzü daha iyi kavrama yönünde hele geleneksel sanatımızı icra ederken Türk kimliğinin ne anlama geldiğini öğreniyorsun, İslamiyetten sonra soyutlaşmanın insan düşüncesindeki yansımalarını görüyorsun kendini, özünü daha iyi tanıyorsun. Gelenekli sanatlarla uğraşan kişi bunları çözümlemeye doğru yol alıyor. Bunun yanına eserlerini ortaya koyduğu zaman tabi daha güzel şeyler ortaya çıkıyor. 

Sanat güzelliği öğretiyor

Bir sanatçı eğer kendi toplumundan uzak olursa kendi toplumundaki bozulmayı, ahlaki ve değerlerin nasıl bozulduğunu toplumsal değerlerin nasıl erozyona uğradığını görmeyebilir. Oysa bu konularda, birtakım kaygıların farkına varıp bu şekilde olan bir sanatçı, eserleri ile meseleyi gündemine alır, tartışmaya açar ve çözüme yönelik bakış açıları sunar. 

Sanatçı uğraştığı sanatı doğru yansıtabilmeli, bununla birlikte edebi ve ahlakî özellikleri kendi kişiliğinde toplayacak ki ulaştığı kişilerde de olumlu etki bırakabilsin. Sanatla ilgilenecekse hakikaten bu işin ulvi bir yönü olduğunu düşünmeli, Yaradan’a ulaşma yolundaki bir sebep olarak da görebilmeli sanatını. Bizim alanımız toplumsal etkileşime de fazlasıyla imkân sağlıyor. Sözgelimi sergimize gelen sanatseverlerin bizimle ve diğer konuklarımızla kurdukları iletişim, eserlerimiz hakkında paylaşımları çok farklı bir iklim oluşturuyor. Sergimizi ziyaret edip ‘Buraya çok kötü bir psikoloji ile geldik ama o kadar güzel hislerle buradan ayrılıyorum ki’ diyenlere çok şahit olmuşumdur. Sanat insana doğruluğu, iyiliği, güzelliği öğretiyor. Bu bakımdan ne kadar çok kişi sanata ulaşabilirse kendi kültürünü tanıma, kimliğiyle, sanatıyla barışma noktasında mesafe kaydeder. Ahlaki ve psikolojik çöküntülere karşı ruhuna şifa olacak bir iklimin parçası olur. Çünkü sanatçıya, sanata ulaşılmalı ki edep, ahlaki çöküntülerden, psikolojik çöküntülerden, kendi kültürünü tanıma noktasında insanlara ulaşabilelim. Ne kadar çok kişi sanata ulaşabilirse bu dediğimiz noktaları kişilik özelliği olarak alacaktır. Belediyelerimiz,  belli başlı kültür kurumlarımız bu konuda ücretsiz kurslar düzenliyor ama yeterli değil bence. Kimi sanatçıların daha çok kişiye ulaşma noktasında çaba göstermesi gerektiğini düşünüyorum, bireysel çabaları var. Belki kendi atölyesinde belki çalıştığı, işbirliği yaptığı kurumlarda daha çok insana ulaşabilme noktasında kendi çabası da olmalı. Ancak bu çabalar desteklenmeli ve sürdürülebilir hâl almalı. 

Genel olarak sanatçı uğraştığı sanatı doğru yansıtabilme, edebini, ahlakını bunları kendi kişiliğinde toplayacak ki ulaştığı kişiler de olumlu etki bırakmalı. Sanatla ilgileneceksem hakikaten bu işin ulvi bir yönü olduğunu düşünmeli, Yaradan’a ulaşma yolundaki bir sebep olarak da görebiliriz sanatı. Çünkü dünyayı kavrama ve bilme noktasında hissetme noktasında sanatın katkılarını kesinlikle göz ardı edemeyiz.

 

Önceki Yazı

Flanör’ün ölümü

Sonraki Yazı

Sahaflık uzatmaları mı oynuyor?

Son Yazılar