Mimar Abdulrahman El Zein: “Sanat, materyalist âlemin ötesinde olanı arama dürtümüzdür. Sonsuzluğu ve cenneti arama dürtümüzdür. Bu, insanların mağaralarda çizim yapmaya ve ritüeller yaratmaya başladığı tarih öncesi çağlardan beri böyle olmuştur. Daha sonra tarih boyunca bu dürtü mimariye açıkça yansımıştır. Sanatta ve mimaride manevi boyut, tasarımlara yön veren matematiksel kurallarla ortaya konulabilir”
Son zamanlarda çok fazla şehir eskizleri ile ilgilenen sanatçılara rastlıyoruz özellikle de İstanbul’un eskizlerini farklı sanatçıların kaleminden görmek bu şehre bir başka renk katıyor. Bu renklerden biride İstanbul başta olmak üzere gittiği yerleri çizen ve çizimleriyle adeta bir hatıra defteri tutan instagram’da paylaştığı çizimlerinden keşfettiğimiz Lübnanlı Mimar Abdulrahman El Zein ile çizimleri üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
Lübnanlı Mimar Abdulrahman El Elzein’i kısaca kendisinden dinleyelim. Abdulrahman El Zein: “1996 yılında Lübnan’ın Saida şehrinde doğdum. Çocukken, Saida’nın modern semtleri ile eski şehir arasındaki büyük farkı fark ederdim. Eski Saida kasabası benzersizdir çünkü geleneksel kentsel dokusunu hala korumaktadır. İlk çizmeye başladığım zamanı hatırlayamıyorum. Kendimin bilincine vardığımdan beri, kendimi çizerken gördüm. Benimle birlikte doğan bir şeydi ve ailem bunu en başından beri fark etti. Lisede rahmetli babamın İslam âlimi ve kadı olduğu için edebiyata özellikle de şiir ve felsefeye ilgi duymaya başladım. Daha sonra İslam mimarisini öğrenebilme umuduyla Amerikan Lübnan Üniversitesi’nde mimarlık okuluna gittim. Mimarlığın felsefeden büyük ölçüde etkilendiğinin farkına vardım ve benim için modernist mimarimizin insancıl geleneksel mimarimizle karşılaştırıldığında anlamsız olduğu çok açıktı. İşte o zaman mimarlık hakkında sadece tarihsel evrimsel bir perspektiften değil, İslami felsefi bir perspektiften okumaya başladım.” ifadeleriyle kendinden kısaca bahseden Abdulrahman El Zein mesleğinde ve çizimlerinde barındırdığı felsefik ve edebi derinliği yaşadığı, gördüğü şehirler ve mekânlarla kazandığını ifade etti. Abdulrahman El Zein’in çizimlerindeki fikirsel derinliğine ve mekân ile olan ilişkisini kendisi ile yaptığımız röportajda daha fazlasını bulabilirsiniz.
Çizimleriniz özellikle asırlık tarihi yapılar üzerine ve bu çalışmalarınızı detaylı ve ölçü kullanarak yapıyorsunuz. Bize sanat anlayışınızdan kısaca bahseder misiniz?
Sanat, materyalist âlemin ötesinde olanı arama dürtümüzdür. Sonsuzluğu ve cenneti arama dürtümüzdür. Bu, insanların mağaralarda çizim yapmaya ve ritüeller yaratmaya başladığı tarih öncesi çağlardan beri böyle olmuştur. Daha sonra tarih boyunca bu dürtü mimariye açıkça yansımıştır. Sanatta ve mimaride manevi boyut, tasarımlara yön veren matematiksel kurallarla ortaya konulabilir. Kaotik ve absürt olan modern sanat ve mimarinin aksine, geleneksel sanat ve mimaride matematik, düzeni kaybetmeden bize sonsuz sayıda olasılık sunar. Ayrıca, sanatın çoğunlukla bireysellik üzerine kurulu olduğu günümüzün aksine, geleneklerimizde sanat her zaman kolektif olmuştur. Bu nedenle kullanılan sanat ve mimari, medeniyetin gelişimine doğrudan katkı sağlar. Günümüze kadar Türkçedeki sanat sözcüğü Arapça zanaatkârlık anlamına gelen الصنعة kelimesinden türemiştir. Bu yüzden sanatı postmodern bir şekilde değil, daha geleneksel bir şekilde görüyorum.
Şehirler artık insanlar için değil, makineler için tasarlanıyor
Kendi sanat bakış açınız doğrultusunda oluşan perspektiften doğan eserleriniz üzerinden insanların görmesini istediğiniz bir mesajınız var mı?
İnsanların çalışmalarım aracılığıyla görmelerini istediğim birkaç mesaj var. İlk olarak, geleneksel mimarinin güzelliğini yaymaya yardım etmek istiyorum. Geleneksel mimari, ilkel teknolojilerle geri dönmemiz gerektiği anlamına gelmez. O, mimarlığın toplumun etik ve estetik değerlerini yansıtması gerektiği anlamına gelir. Ayrıca modernist mimarinin absürtlüğü konusunda farkındalık yaratmak istiyorum. Çoğu insan modernist mimarlığın, mimari üslupların doğal bir evrimi olduğunu düşünür, ancak gerçekte bu, insan ile metafizik yani manevi boyut arasındaki her bağlantıyı kesen modernizm ve postmodernizm felsefesinin bir sonucudur. Bu nedenle kentlerimizde özellikle kentsel ölçekte bir kaos ve çirkinliğe tanık oluyoruz. Şehirler artık insanlar için değil, makineler için tasarlandı.
Çizim yapmak mekânla ilişki kurmaktır
Çizimlerinizde İslami eserleri, gittiğiniz yerdeki tarihi yapıları ve Türkiye’de de özellikle İstanbul’a yer veriyorsunuz peki bu eseler de kendinizin fikirsel ve manevi anlamda bir yansımasını görüyor musunuz?
Çocukluğumda sırf zevk olsun diye resim yapardım. Mimarlık okuluna gitmeye karar verdiğimde pratik yapmak ve becerilerimi geliştirmek adına çizim yapmaya başladım. Ancak günümüzde çizim yapmak tüm bu yönlerin ötesine geçmiştir. Çizim, mekânla ilişki kurmanın bir yolu, bir anlama yolu, bir tefekkür yolu ve elbette etik, entelektüel ve felsefi fikirleri yansıtmanın bir yolu oldu. İstanbul mimari açıdan çok zengin, dolayısıyla fikir açısından da çok zengin. Bir mimarın İstanbul’u ziyaret etmesi onu sadece mimari olarak değil, entelektüel olarak da harekete geçirecektir.
Gittiğiniz birçok yerde çizimler yapıyorsunuz, Türkiye özelindeki çizimlerinizi düşünürsek İslami mimari eserler ve özellikle de İstanbul’da bulunan eserler üzerinde ki çalışmalarınızda mekân seçiminin özel bir nedeni var mı ve sizin için ne ifade ediyor?
Türkiye özel bir yer. Ortak tarihi, kültürü ve hatta kanı paylaşıyoruz. Türkiye’yi ziyaret ettiğimde kendi tarihimizi daha iyi anlıyorum. Yaklaşık 8 kez İstanbul’u ziyaret etme ve orada haftalarımı geçirme fırsatım oldu. Türkiye’nin güney ve güneydoğusunu ziyaret ettim. Bu bölgenin tüm coğrafyasına bakmadan kültürümüzü ve medeniyetimizi tam olarak anlamak mümkün değil. Türkçe öğrenmekteki asıl amacım buydu. Mimari açıdan bile, Selçuklu ve Memlük mimarisini anlamadan Osmanlı mimarisini anlamak mümkün değildir. Ancak Osmanlı medeniyeti en son medeniyet olduğu için önceki medeniyetlerden malzemeleri, değerleri ve kültürü çokça toplamış ve bunları kendine has yöntemlerle harmanlamıştır. Bu yüzden İstanbul’a bakan herkes ondan bir parça bulabilir.
İstanbul’u gezdikten sonra herkes şair olur
İstanbul’u ve İslami mimari eserleri çizmek sizin için ne ifade ediyor, bu konuda size ilham kaynağı olan nedir?
Özellikle İstanbul başlı başına bir dünya. İstanbul’u gezdikten sonra herkes şair olabilir. İçinde sonsuzluğun bir anını tadabilir. İstanbul’daki İslam Mimarisi bu şehrin ruhudur. Şehir manzarasındaki minareleri ve kubbeleri görmeden hiç kimse İstanbul’u hayal edemez. İstanbul’da Mimar Sinan’ın başyapıtlarından birini görmeden kimse başını çeviremez. İstanbul hakkında saatlerce durmadan konuşabilirim ama sadece İstanbul’un aynı anda hem gerçek hayatı hem de cenneti yaşamanıza izin verdiğini söyleyebilirim. İnanıyorum ki İstanbul’un tarihi mimari anıtları tüm şehrin sahip olduğu bu anlamları yansıtıyor ve hepsi birbirini tamamlıyor.
Çizimlerimin kalbimde özel bir yeri var
Çizimlerinizdeki mekânlarda kendinizi mi keşfediyorsunuz yoksa mekânlar, çizimlerinizde kendini mi keşfediyor?
İki durumu da söylerdim. Daha önce de söylediğim gibi, çizdiğim yerle aramda duygusal bir ilişki gelişiyor ve çizimi bitirdikten sonra da bu ilişki devam ediyor. Bir bina çizmek bir öğrenme süreci çünkü orantılarını, kompozisyonlarını, dokularını vs. analiz etmem gerekiyor. Böylece bu süreçte kendimi daha çok geliştiriyorum. Üstelik kişisel düzeyde, çizdiğim binaların çoğu farklı nedenlerle kalbimde özel bir yeri var. Bazı binalar sırf estetik olarak hoşuma gittiği için özeldir, bazıları ise benim için farklı anlamlar ifade ettiği için özeldir. Bazen kişisel deneyimim bir binayı benim için çok özel kılıyor, bu yüzden binayı izlenimimi yansıtacak şekilde göstermek için duygularımı detay ve gölgeleme seviyeleri aracılığıyla çizime yansıtmaya çalışıyorum. Öte yandan, Saida Ulu Ömeri Camii ve Süleymaniye Camii gibi kalbime en sevdiğim yerlerden bazılarını henüz çizemiyorum. Çünkü bu çizimlerin kalbimde duygusal olarak çok ağır olduğunu hissediyorum. Benim için ne anlama geldiğini ve benim için ne anlama geldiğini yansıtabilecek bir çizim üretebilmek için hala daha fazla zamana ihtiyacım olduğunu hissediyorum.
Her defasında farklı bir yere bağlanıyorum
İstanbul’da sizi etkileyip çizmeye teşvik eden bir mekân söylemenizi istesek nereyi söylersiniz?
Bu çok zor bir soru çünkü kolay cevabı İstanbul’un tamamı olurdu. İstanbul’u çok ziyaret ettiğim için her gittiğimde farklı bir yere bağlanıyordum. Mesela son zamanlarda Sultanahmet’e yakın olan Sokullu Mehmet Paşa Camii’ne bağlandım. Ancak İstanbul’da en sevdiğim yer Süleymaniye Camii diyebilirim. İstanbul’da başka hiçbir yerde olmayan özel bir heybet ve çekiciliğe sahiptir.
İstanbul tarihçisi değilim
İstanbul’un mimari tarihi ile çizimlerinize ne tür bir şekil vermiştir ve mimari tarihi açıdan İstanbul’u nasıl değerlendirirsiniz?
İstanbul, mimarlık tarihi açısından dünyanın en dikkat çekici şehirlerinden biridir. Dünyaya en güzel anıtlardan bazılarını verdi. Ben bir İstanbul tarihçisi değilim, bu yüzden cevabım çok doğru olmayacak, ancak İstanbul’da dikkat çeken birkaç mimari yön var. Kentsel ölçekte, geleneksel evlerin çoğu, taş kadar güçlü ve sağlam bir malzeme olmayan ahşaptan yapılmıştır. Dolayısıyla İstanbul, bu evlerin birçoğunu zamanla, ister doğal bozulmalar nedeniyle, isterse de bu değerli tarihi kent dokularının çoğunu kırbaçlayan kapitalist devralmalar nedeniyle kaybetmiştir. İstanbul’da can sıkıcı pek çok yön var ama ne yazık ki modernizmin dokunduğu dünyadaki her şehirde durum böyle.
Dijital cihazlar araçtır, amaç değil
Dijitalleşmenin çizimleriniz ve sanatsal anlayışınızı dönüştüreceğini düşünüyor musunuz?
Öyle düşünmüyorum. Dijital cihazlar, üretkenliği hızlandırmamıza yardımcı olabilecek harika araçlardır. Ancak dijitalleşmenin sanat anlayışımda köklü bir değişiklik yapacağını düşünmüyorum. Dijital cihazlar bir araçtır ve kendi içinde bir amaç değildir. Sanatın ilk kökenlerine kadar inecek olursak sanat, insanın ebediyete ve anlam arayışına olan tutkusunu ifade etmenin bir yoludur. Dolayısıyla, bir sanat akımı insanın bu varoluşsal özlemlerine ne kadar yakınsa, Sanatın özüne o kadar yakındır ve elbette sanat yapıtlarının güzellik düzeyi de o kadar yüksek olur. Geçtiğimiz yüzyılda soyut modern sanat denen şeyde tanık olduğumuz şey, batı kültürünün inançtan uzaklaşmasının sonucuydu. Batı, kendisini dini inançtan ve “mutlak”ın varoluşsal arayışından tamamen kopardığında ve hayatın topyekün materyalist bir yorumuna girdiğinde, inançlarından türeyen etik ve estetik değerleri kaybetti. Hayat anlamsızlaştığında, tüm güzellik ve iyilik değerleri düştü ve geleneksel sanatı modern sanatla karşılaştırırsanız bunu açıkça fark edebilirsiniz. Bugün, yapay zeka tarafından oluşturulan görsellerin bu eğilimi görsel olarak çekici olabilir, ancak asla gerçek bir sanat olamaz. Bu görsellerdeki tek değer, onlardan bir anlam üretmeye çalışan izleyicinin kendisidir, ancak onlarda gerçek bir değer yoktur. Sanat, bir bilgisayar koduyla değil, insan ruhuyla ilgiliydi ve her zaman öyle kalacaktır.
Güzelliğin öznel olmadığına inanıyorum
Yaptığınız çizimlerle bir coğrafyayı bir tarihi resmediyorsunuz. Bu çizimlerle geleceğe dair nasıl bir iz bırakmayı düşünüyorsunuz?
İster çizimlerimle, ister mimari ve restorasyon kariyerimle kültürel mirasımıza katkıda bulunmak isterim. Umarım çizimlerim daha çok insanı geleneksel mimariden öğrenmeye ve tüm şehirlerimize zarar veren modern mimariyi eleştirmenin sadece bir tarz ve zevk meselesi değil, aynı zamanda etik bir görev olduğunu fark etmeye ilham verir. Güzelliğin öznel olmadığına inanıyorum, bu nedenle güzel mimari anıtlar veya detaylar iyi çizildiğinde veya fotoğraflandığında kesinlikle galip gelecek ve modern mimarinin ne kadar çirkin ve ruhsuz olduğunu gösterecekler.