“Bizi Allah yarattı” dediği için hapse giren, “Sanat aslında Allah’ı aramakmış” diyerek sanatını fikrine istihdam eden üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ölümü üzerinden 40 yıl geçti. Ama bugün onun söyledikleri hala kulaklarda. “Kısakürek; İslam’ın, tefekkürün, ruhun, cemiyet olabilmenin bir simgesi oldu.” diyen torunu Şeyma Kısakürek Sönmezocak, Necip Fazıl’ın bir şair değil mütefekkir olduğunu dile getirdi.
Unutulmaz eserleri ile Türk kültür ve edebiyat hayatında önemli bir yere sahip olan Necip Fazıl Kısakürek, vefatının 40. yılında AKM’de hayata geçen “Bir Şiir Bir Hayat, Sakarya Türküsü” dijital enstalasyon ve kişisel eşya sergisi ile anıldı. Şairliğin çok ötesinde Müslüman bir mütefekkir olarak İslam’ın mücadelesini veren ve bunun yolunu da gösteren üstad, yaşadığı zamanın karanlıklarını aydınlatan önemli bir isimdi. Ardından 40 yıl geçmesine rağmen bugün de hem eserleri hem verdiği konferansları hem de Büyük Doğu dergisindeki yayınlarıyla konuşulan Kısakürek, bundan sonra da söylemleriyle örnek olmaya devam edecek. Türk siyasi tarihi için de önemli bir yerde duran Kısakürek’in mücadelesini aynı zamanda serginin küratörlüğünü de yapan torunu Şeyma Kısakürek Sönmezocak ile konuştuk.
Siz dedenizini hatırlıyor musunuz? Size nasıl anlattılar?
Dedem öldüğünde 2 yaşındaydım ben. Çok hatırlamıyorum dolayısıyla. Onunla çekilmiş fotoğraflarımız varmış aslında ama ulaşamadık. Ailemden dinledim; dedem Necip Fazıl Kısakürek’i… Dedemin eşyalarını alıp saklarmışım hep. Dikkat çekmeye çalışıyordum sanırım. Çok zeki bir insanmış. Az uyurmuş. Babam, “Onu uyurken görmezdik hiç, hep çalışma odasında olurdu.” derdi. Her bulduğu yere bir şeyler yazarmış. Birkaç işi de birlikte yürütürmüş. Klasik Batı Müziği’ni özellikle opera dinlemeyi çok severmiş. Amcam anlatırdı hep, “Biz bahçede oyun oynardık. Evden opera sesi geliyorsa bilirdik ki babam evdeydi. Eğer müzik sesi yoksa babam hapishanede olurdu.” Ailesiyle, çocuklarıyla da çok ilgilenirmiş. O hapse girdiğinde ailesinin de zorlu günleri başlarmış. İnsanlar nefretlerini onlara kusarmış. Babaannemin seccadesine kadar haciz göndermişler hatta. Çok merhametliymiş aynı zamanda. Babam anlatır: “Babam eve geldiğinde kapı açılana kadar zile basardı. Biz de onun geldiğini anlardık. Bir gün inanılmaz bir yağmur var. Zil çaldı. Gelen babamdı. Baktık sırılsıklam olmuş, ayağında ayakkabısı ve çorabı yok. Annem ne olduğunu sordu. Sokakta bir adam görmüş, ayakkabısı yokmuş. Çıkarmış ona vermiş. Eve de öylece ayakları çıplak gelmişti.”
Çile’nin şairi diyorlar, Necip Fazıl’a… Siz buna katılıyor musunuz?
Ben diyorum ki Necip Fazıl şair değil, mütefekkirdir… Her mütefekkirde olduğu gibi dünya kültür hayatında görürüz, bu isimlerin buhran zamanları olur. Dehaların buhranları diye bir şey var. Dolayısıyla çilenin şairi değil bir mütefekkirin çilesidir, o…
(Merve Yılmaz Oruç ve Şeyma Kısakürek Sönmezocak)
İslamcı düşünür olarak lanse edilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
İslamcı yanlış bir kelime bence. Simitçi gibi. Simitçi simit satıyor ya İslamcı? Necip Fazıl İslamı satmıyor, zaten Müslüman… Muhafazakâr da deniliyor. Muhafaza kelimesi de bunu karşılamıyor bence. Muhafaza ettiğiniz kaybetmeye korktuğunuz şeydir. İmanımızı mı muhafaza ediyoruz, biz onun gideceğinden mi korkuyoruz? Dolayısıyla Necip Fazıl, İslamcı ya da muhafazakâr değil, Müslüman ve onun mücadelesini veriyor.
Kendi döneminde tam anlaşılmadı
Peki Necip Fazıl Kısakürek bu mücadeleyi ne uğruna veriyor?
Siyasi tarihe baktığımızda bir dönem dini yayın yapmak, İslam’dan bahsetmek hatta Allah demek bile yasaktı. Aslında onun mücadelesi de tam burada başlıyor. “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez.” diyor. Ve bu çerçevede çıkardığı birçok Büyük Doğu sayıları var. Bu görüşlerini eserlerinde de temellendiriyor. Modernizmi eleştiriyor. Feyerabend “Akla Veda” kitabında modernizmin karşısına çok kültürlülüğü koyuyor, Necip Fazıl Kısakürek’te İslam diyor. “Akıl akıl olsaydı adı gönül olurdu gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu” yazmış şiirinde. Bütün filozofların dediği gibi aklın gelebileceği en son mertebe teslim olmaktır. Akıl teslim olması gerektiğini akletmeli. Bugün Batı dünyası modernizmin ne olduğunu anladı ama 1940’lı yıllarda Necip Fazıl, “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak.” diyerek feryat ediyordu ve aklın yerine İslam’ı koyalım ancak böyle cemiyet olabiliriz demişti. Anlaşılmadı o zamanlarda. Yine Sakarya Türküsü’nde de söylemek istediği gibi aslında bizim ruhlarımızı kurtarmamız gerek. Bunun mücadelesini veriyor.
Büyük Doğu hareketinin de öncüsü. Ve burada da aynı mücadeleyi veriyor. Cemiyet olmalıyız diyor. Ve bunun ne kadar meşakkatli olduğunu biliyor. “Bizi Allah yarattı” dediği için hapse atılıyor. Ama 1943’ten 1978 yılına kadar çıkarıyor bu yayını. Ve çok önemli kalemler burada yazıyor. Daha sonra 1978 yılında Büyük Doğu Yayınlarının kurulmasını istiyor ve Mehmet Kısakürek kuruyor. Bütün eserlerini toplatıp, buradan çıkmasını istiyor. Bugün de yayınevi aynı çizgide devam ediyor.
Çok güzel bir söz var, anlaşılmadan benimsemekle tanımadan dışlamak noktasında kalıyor, Necip Fazıl… Dedem bütün mücadelesini yobazlara, bağnazlara karşı da vermiş. “İslam şekilden ibaret değildir, İslam ruhtur. İslam tebliğ değil telkindir. Ki ilim yolu da tebliğdir, şiirin yolu telkindir.” Şu an günümüzde Necip Fazıl’ın daha iyi anlaşıldığını düşünüyorum.
Kendi döneminde tam olarak anlaşılmadığını mı söylüyorsunuz?
Kendi döneminde bir simge oldu. Solcu tarafa Nazım Hikmet, sağcı tarafa Necip Fazıl Kısakürek’i koydular. Ama Necip Fazıl böyle bir simge değildi. Can Yücel’in bu konuda çok güzel bir sözü var, “Solda adam mı var ki Necip Fazıl’ı anlasın.” Necip Fazıl, İslam’ın, tefekkürün, ruhun, cemiyet olabilmenin bir simgesi olmalıydı. Bu noktada da bugün daha iyi anlaşılıyor, söyledikleri ve savundukları. Neci Fazıl’ı Nazım Hikmet’in karşısına koyarsanız onu sığlaştırırsınız, sadece bir şair kalıbına sokmuş olursunuz. Necip Fazıl kendisi de diyor ya, “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış / Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.” Bütün sıfatlar sizin olsun diyor. Necip Fazıl bu anlamda da sanatını fikrine istihdam etmiştir.
Bugün onu doğru anlıyor mu insanlar?
Bence Necip Fazıl’ın bir fikri, felsefesi olduğu bugün daha iyi anlaşılmaya başladı. Ama düşman bakışla devam eden kesim her dönem onu İslam’a olan düşmanlıklarının kalesi olarak gördü. İslam’a olan bütün nefretlerini Necip Fazıl’a kustular. Gerçekten onu anlamıyorlar. O kadar sığlar… Ben onu Türk edebiyatının ilk postmoderni olarak değerlendiriyorum. Biz Avrupa gibi değiliz diyorlar ya orada fikir, felsefe tartışılıyor. Siz burada fikrini söyleyen bir mütefekkiri basit öfkelerinize malzeme ederseniz Avrupa gibi olamazsınız zaten. Necip Fazıl’ın mütefekkir olduğu, felsefe temelli olduğu anlaşılmalı. Necip Fazıl bir şair değil, mütefekkir. Çok yönlü biri.
Kaleme aldığı her eserde mücadelesinin izleri var aslında…
Evet, kesinlikle öyle. Necip Fazıl’ın babaannesi Zafer Hanım daha 5 yaşındayken ona okumayı öğretiyor. Ve birçok klasiği küçük yaşlarda bitirmiş oluyor. Bu eserler onun hayal gücünü körüklüyor ve inanılmaz bir perspektif katıyor ona. Şimdi bakıyorsunuz 19. yüzyılda yaşamış Dostoyevski, Tolstoy bugüne kadar gelmiş. Ya da daha eski Shakespeare… Ama onlar gibi kendi zamanlarında var olan birçok kişi bugüne ulaşmamış. Neden? Çünkü insan meselesindeler. Hepsinin bir felsefesi, fikri var. Necip Fazıl da öyle… Bunlar sadece yazar, şair, o güne ait konjonktürel edebiyatçılar değil. Onların sordukları soruların dönemi yok. Onun eserleri düne, bugüne ve bundan sonraki yıllara da hep ışık tutacak.
Ayasofya, mânâ ve ruh savaşlarımızdan biriydi
Cemiyet olmaktan bahsediyor Necip Fazıl… Nedir bu cemiyet olma durumu?
Dil meselesi de çok önemliydi, dedem için. Toplum ile cemiyet arasındaki kelime farkını idrak edemedikçe ve toplum değil de cemiyet olmayı seçene kadar onun soruları hep sorulacak. Toplumda siz toplanılmışsınızdır. Ve bir katkınız yoktur. Ama cemiyet cem etmekten geliyor, siz isteyerek talep ederek bir oluşumu vücuda getirirsiniz. Dolayısıyla bunlar sosyolojik bağlamda da bizim karakterlerimizi etkiliyor. Toplum olarak içimizden bir şey gelmiyor, gaye yok. Ne zaman cemiyet olmaya karar vereceğiz ve bu uğurda mücadele edeceğiz, belli soruları sormayıp cevapları bulmuş olacağız, o zaman Necip Fazıl’a bir adım daha yaklaşacağız.
Yıllar önce söylediklerinden bazıları bugün gerçekleşiyor aslında. Mesela Ayasofya’yı birçok kez Büyük Doğu’da işliyor. Ve artık Ayasofya Camii… Bunun anlamı nedir?
Ayasofya gibi aslında söylediği ve bugün gerçekleşen birçok şey var. 2. Dünya Savaşı’ndan önce dünya siyasetiyle ilgili söylediği hep çıktı. Hatta özellikle yazılan yazılar var, Necip Fazıl ne dese çıktı minvalinde… Ama o gün ama bugün ama ilerde illa çıkıyor. Ayasofya konusuna gelince dedem şu sözleri sarfetmiş: “Ayasofya açılacak… Hem de öylesine açılacak ki kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek…” Ayasofya ile ilgili özel sayılar çıkarmış. “Ayasofya, bir taş ya da beton yığını değil bir mana, simge… Kurtuluş onda…” Hep bunu söylüyor Necip Fazıl… Ayasofya, mana, ruh savaşlarımızdan biriydi. Ve Cumhurbaşkanımızın Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde 2020 yılında Ayasofya, cami oldu. Bakın Batı’ya… Fiziki bir savaş olmadı ama mânâ olarak çok şey kazandık. Turkey, Türkiye oldu.
Üstadı anlamak; emek ve sabır gerektiriyor
Bugünün gençleri Necip Fazıl’ı nasıl anlayacak?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki Necip Fazıl bir, iki kitapla anlaşılmaz. Bazen okuma gruplarında görüyorum “İdeolocya Örgüsü” kitabı tercih ediliyor. Onu okuyunca Kısakürek’in anlaşılacağı düşünülüyor. Ama öyle değil. Bir örümcek ağı düşünün ortasında bu eser var. Ama oraya gelen birçok yapıtı var. Sanat nasıl olmalıyı edebiyat eserlerinden, tarihi anlamak için de tarih eserlerini okuyacaksın. Necip Fazıl’ı anlamak istiyorsanız bir kere sabırlı olacaksınız. Necip Fazıl bir okuldur. Bizim tavsiyemiz Necip Fazıl okumaları 4 seneye bölünmeli. İlk sene otobiyografik eserlerini okumalısınız. Ki parantez içinde şunu söylemek isterim: Bir kere okuyup bir kenara bıraktığınız eseri bundan on yıl sonra okuduğunuzda daha önce dikkatinizi çekmeyen farklı bir tarafı göreceksiniz. Ve bunu nasıl fark etmedik, diyeceksiniz. Üstad bir kapı açar, o kapıdan girip girmemek ya da o kapıyı fark etmek size kalmış. Bazen bir satır bir şey yazar, onu anlamak için ansiklopediler dökmek lazım. Mesela “Kafa Kağıdı” eserinde çocukluğunu anlatır. Orada çocukluğunda iz bırakmış tulumbacı ve yangınları yazıyor. Şöyle bir cümle var: “Asıl yangın deri değiştiren Türk Cemiyetlerinde…” Siz o an da bu cümleyi sadece okuyup geçersiniz. Ama aklınızda 1945’ler, Almanya, yanan kitaplar geldiğinde bir durup düşünürsünüz ve orada ne yazdığını idrak edersiniz. Onun yazdıklarını idrak etmek için çaba ve emek lazım. İkinci yıl edebi eserlerini, üçüncü yıl fikir eserlerini ve en son tasavvuf eserlerini okulamalısınız.
“Sakarya Türküsü” onu anlatan en güzel eserlerden
Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfı ne zaman, hangi amaçla kuruldu?
İnsanların Necip Fazıl ile ilgili soruları vardı. Onu anlamaya çalışıyorlardı. Ve bu kişilerin yanlış kaynaklara gittiğini gördük. Biz de doğru kaynaklar sunmak amacıyla yola çıktık. 2015 yılında hem müze hem de araştırma merkezi kurma gayesiyle vakfı kurduk. Necip Fazıl’ı anlamak isteyen yine ona gelsin istedik. Bütün el yazılarını taradık ve 22 ciltlik bir katalog çıkardık. Dijitalde de mevcut. 2015’ten bu yana birçok öğrenci, akademisyen ağırladık. Uluslararası da çalışıyoruz. İnanılmaz bir envanter var elimizde. Onunla ilgili yazılan kitapları, gazete haberlerini, makaleleri, tezleri, yabancı yayınları hepsini topladık.
Vakıf olarak 2018 yılında “Bir Şair Bir Şiir” konseptinde sergi serisine başladık. Çünkü o kadar hızlı bir çağdayız ki konsantrasyon süremiz Instagram sayfalarında parmağımızı aşağıdan yukarı götürene kadar. Bu yüzden sergilerle de onu anlatmak istedik. 2018 yılında ilk olarak “Çile” şiirini seçtik. 2022 yılında “Zindandan Mehmed’e Mektup”u yaptık. Bu sene de “Sakarya Türküsü” konsepti ile bir sergi açtık. Hepsinin bir amacı vardı. Bu dizeler arasından Necip Fazıl ne anlatmak istiyordu, kendi ne yaşamıştı bu sergilerde ziyaretçilere bunu vermek istedik. Çok yönlü bir mütefekkir, Necip Fazıl… Bir şiir bir hayat dedimizde şiilerin akışı içinde onun hayatını veriyoruz. Bunun için 3 boyutlu platolar inşa ediyoruz. Ziyaretçilerin beş duyusuna hitap edecek şekilde dijital, matbu, görsel, ses alanında çalışmalar var.
Bu sene Sakarya Türküsü konseptini seçtiniz. Neden?
Bu yıl Necip Fazıl’ın vefatının 40. Yılı, Büyük Doğu’nun da 80. Yılı… İkisinin kesiştiği bir kavşak. Bunu en güzel anlatan da Sakarya Türküsü idi. Bu şiiri 1949 yılında İstanbul-Ankara treninde yazıyor. Burada Büyük Doğu mücadelesi, cemiyet nasıl olmalı kısmını anlatıyor. Hem de aslında kendini anlatıyor. Biz de sergiye bir tren yolculuğu ile başlıyoruz. 3 dakikalık bir tren camından izlediğimiz bir akış var. Sonra Sakarya nehrinden geçiyoruz. Daha sonra ziyaretçi aynada kendi ile yüzleşiyor. Ve ölüm kısmı var. Burada “Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!” satırlarına yer verdik. Ve daha sonra ölümden geri kalanlar. Onun ve babaannemin özel eşyaları sergileniyor. 3 tane de bölüm var. Necip Fazıl’ın gözünden, gönlünden ve elinden. Burada Büyük Doğu dergisinden sayfalar var. Verdiği konferanslardan kısımlar var. Ayrıca onun sesinden şiirler de dinlendi.
“Bir Adam Yaratmak” film oluyor
Bu sergide teknolojiyi sanata istihdam ettik. Bu şekilde bir sergi gençlerin de oldukça ilgisini çekiyor. Sergide interaktif bir kitap var. Bu Türkiye’de bir ilk. Amaç Necip Fazıl ile olan bağı daha samimi hale getirmek, hissettirmek ve çok yönlülüğünü göstermek. Aslında Necip Fazıl’ı koklatıyoruz. Onun eserlerinde yaptığı gibi. Tabii bizim açtığımız bu kapıdan girmek ya da girmemek insanların tasarrufunda… Bu üçüncü sergimizdi ve gördüm ki insanlar bu kapıdan giriyor. Çile’den beri takip eden bir kitle var. Ama ilk defa gelen de var. Herkesin kendine göre burada alacağı bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Sergi ile ilgili başka bir yerden teklif gelirse oraya da taşırız elbette. Ama şu an için böyle bir şey yok. Önümüzdeki yılın teması, şiiri hazır ama şimdilik sürpriz olsun. Bu sergide Necip Fazıl’ın kitaplarını hediye ettik.
Ayrıca bu sergide Büyük Doğu Yayınları ile vakfın birlikte çıkardığı 1945-1978 arasında yayınlanan Büyük Doğu dergilerinin tıpkı basımlarının yer aldığı bir dergi külliyatını da sergiledik. Bin tane yapıldı, sertifikaları var. Ayrıca Mehmet Kısakürek onun hatıralarını yazdığı “Rüya Gibi” adlı kitapta okuyucularla buluştu. Şimdi “Bir Adam Yaratmak” eseri sinema filmi olacak. Çalışmalar sürüyor. Farklı sinema filmleri de olsun istiyoruz. Ama meşakkatli bir iş. Tabii yapmak isteyenlere kapımız açık.