Ayşe ŞAHİNBOY DOĞAN
Sahip olduğumuz kültürel mirası koruma konusunda yeterince başarılı olduğumuz söylenemez. Bunun en acı örneklerinden biri Avrupa’daki emsalleri arasında başarılı bir yapı olarak görülen Dolmabahçe Saray Tiyatrosu. 1945 yılında İnönü Stadyumu yapılırken yıkılan tiyatronun geriye kalan müştemilatı ise uzun yıllar umumi tuvalet olarak kullanıldı.
Tarihler 11 Ocak 1859’u gösterdiğinde, tiyatro dünyasına dair ilk haberlerin ve yazıların çıktığı Ceride-i Havadis gazetesinde Sultan Abdülmecid’in yeni yaptırdığı tiyatro binası müjdeyle duyurulur: ‘’Padişahımızın emriyle kendilerine mahsus gayet süslü, eşsiz bir tiyatro yeri düzenlenmiştir. Lazım olan her şeyi de tamamlanmış olduğundan… Padişahımız orayı şereflendirmişlerdir. Bir lütuf olarak izin verdikleri için hükümet adamları da gelmişlerdir.’’ 6 Mart 1858 tarihli Journal de Constantinople’da yer alan haberde ise tiyatro binasının detayları şöyle anlatılır: “Dolmabahçe Sarayı Garabet Balyan ve oğulları tarafından tasarlanmıştır. Saray Tiyatrosu’nun mimarları olarak Schau, Diéterle ve Hammond’un adı geçmektedir. Üç yüz kişiyi alabilecek kapasitesiyle otuzdan fazla locaya sahiptir. Neo-klasik üsluptaki bina yapıldıktan sonra, Fransız dekoratör Séchan’ın ellerine teslim edilmiştir. Saray-devlet erkânının her birine ait ayrı kapılardan girişi vardır. Abdülmecid’e ait özel odalara bitişik, zemini kiraz rengi üzerine sırma işli, cumbalı Saltanat locası, sahnenin karşısında merkezi biçimde birinci katın tamamını kaplar. Duvarları altın ve ipekle donatılan, ‘Hanım Sultanlar’a hareket imkânı da veren geniş locası kafeslidir. Tavan, imparatorluğun rengi olan gelincik kırmızısı kumaşla kaplıdır. XV.Louis tarzı döşenmiştir. Tiyatro salonu Versay Sarayı Operası ile aynıdır. Locaları birbirinden ayıran korinth tarzı bir sıra sütun yer alır. Kolonların arasındaki parlak ışık saçan avizeler gaz yağıyla aydınlanan salonu gün ışığı gibi aydınlatmaktadır. Parterde koltuklar bulunmaktadır.”
İLK OYUN: ‘ŞAİR EVLENMESİ’
Bina, Mızıka-i Hümayun Okulu’nun öğrencileri tarafından da kullanılır. İlk Türkçe oyun ‘Şair Evlenmesi’ de bu tiyatroda oynanmak üzere ısmarlanır. Sultan Abdülmecid’in Saray Tiyatrosu’nu son ziyareti 16 Nisan 1861’de gerçekleşir. Vekiller, yüksek dereceli memurlar da davetlidir. 25 Haziran 1861’de Abdülmecid’in ölümü üzerine “Saray Tiyatrosu” etkinliklerinin sona erdiği belirtilse de, Abdülaziz devrinde de bir süre faal olmaya devam eder. 2020 yılının son aylarını geçirdiğimiz şu günlerde bu açılışıyla göz dolduran yapının hüzünlü hikâyesinden bahsetmek ve yeniden hatırlatmak isteriz. Kültürel mirasımızın önemli eserlerinden biri olarak muhafaza edilmesi gerektiği halde 1937’de yol yapımı dolayısıyla yıkılan binadan arta kalanlar ve Saray Tiyatrosu’nun acı akıbetinden yazar Haluk Y. Şehsuvaroğlu “İstanbul Sarayları” kitabında şöyle bahseder: “…Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı ve 1859’da Naum Tiyatrosu’nun sergilediği Scaramuccia operasıyla açılan tiyatro, 1863’te yanmış, uzun süre bakımsız kalan ve üzerinden yol geçen tiyatrodan geriye kalan oda, 1990’ların sonuna dek ‘tuvalet’ olarak kullanılmıştır” Avrupa’daki emsalleri arasında başarılı bir yapı olarak görülen Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nun şimdi yerinde eski adıyla İnönü Stadı yer alıyor. 1945 yılında stad yapılırken Saray Tiyatrosu’ndan kalan son kısımlar da tamamen yıkılır. Binanın üzerinden yol geçer. Şehsuvaroğlu’nun da belirttiği gibi geriye kalan küçük müştemilat Gümüşsuyu Parkı içinde uzun yıllar umumi tuvalet olarak kullanılır. O yıllarda Milli Saraylar yetkilileri tuvaletin kullanılmaması ve kaldırılması için mücadele ettiyse de başarılı olamaz.
YOL İNŞAATINA FEDA EDİLDİ
Böyle tarihi bir yapıyı koruma noktasında nasıl da umarsız bir tutum içine girildiğini ne yazık ki kayıtlardan üzülerek okuyoruz.
Mimar Sinan Genim, Saray Tiyatrosu’nun hangi akla hizmet bir zihniyetle yok edildiğini “Konstantiniyye’den İstanbul”a kitabında şöyle anlatır: ‘’Yazık olmuş işlerden bir tanesi. Lütfi Kırdar döneminde Taksim’i Dolmabahçe-Beşiktaş yoluna bağlamak için yıkılıyor. Çok hoş bir binaydı. Restore edilebilirdi ama Cumhuriyetin o sıradaki öncelikleri farklı. Reddettikleri bir kültürün yapılarını korumak öncelikli bir anlayış değildi. Yol yapmak o dönemin insanları için herhalde daha öncelikliydi.” Beşiktaş’tan Maçka’ya çıkarken, artık eski tozlu evrakların arasında kalmış bu şahane yapının hüzünlü çığlığını duyar gibi oluyoruz. Hâlbuki o yapı günümüze ulaştırılabilir, herhangi bir sebeple ayakta tutulamıyorsa bile hakkında malumat almak isteyenler için görsel olarak da zengin bir arşiv olarak tutulabilirdi. Toplum hafızasının en önemli uyarıcıları tarihi yapılar ve biz bunları koruma noktasında geçmişte çok hatalar işlemişiz maalesef. Zengin bir tarihin, medeniyetlerin geçiş yaptığı bir coğrafyanın tam kalbinde, İstanbul gibi bir şehrin ruhunu oluşturuyor böyle yapılar. Ve biz ancak araştırma yaptığımız zaman kaybettiğimiz bu eserlerin varlıklarından haberdar olabiliyoruz.