Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Muhammed Emre YAPRAKLI
Türkiye’nin seçkin santur virtüözlerinden Sedat Anar, salgın gibi zor bir dönemde yalnız sesiyle değil, fikir işçiliğiyle de ön plana çıkıyor. Öyle ki geçmişten günümüze santurun hikayesini anlattığı ‘Santurnâme’ kitabı literatürde yerini aldı. Şimdi de editörlüğünü üstendiği “Kainatın Ritmi: Ses, Nefes ve Müzik” eseriyle konuşuluyor.
Besteleri, şiire olan vukufiyeti, kaleme aldığı kitapları, editörlüğü ve sohbetleri ile ‘entelektüel’ birikimini de gözler önüne seren Sedat Anar’la keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Koronavirüs salgını sebebiyle kendisine ve eserlerine daha çok vakit ayırabildiğini söyleyen Anar’a sorduğumuz sorular ve aldığımız cevaplar şöyle...
Salgının sanatın hareket alanını daralttığı, üretimin değer görmediği bir dönemde kitap çalışması yapmak cesaret işi değil mi?
Bence cesaretle ilgisi yok. Ben zaten kitaplarla yaşayan birisiyim. Müziğe ayırdığım zaman kadar hatta çoğu zaman, daha fazla vakit ayırırım kitaplara. On yılı aşkın süredir yazıyorum ama paylaşmıyordum. Artık paylaşma vakti geldi dedim. Bu sene İletişim Yayınları’ndan iki kitabım çıkacak. Pandemi döneminde konser yapamadığım için oturup yazdıklarımı gözden geçirip onları düzenledim ve yeni şeyler yazdım. Yani şöyle diyeyim, pandemi döneminde yazarlık tarafım gün yüzüne çıktı. Müzik yapmak içimden gelmiyor bu zamanlarda. 30 ev kaydı yaptım. Bestelerimi kardeşim Selahattin ve eşim Damla ile kaydedip YouTube kanalıma yükledim. Bazen haftada bir, bazen de iki haftada bir paylaştık. Ev kayıtları dışında müzik yapmadım. Bir yıl içerisinde yalnızca bir konser yapabildik. Dediğim gibi içimden müzik yapmak gelmiyor çoğu zaman. Nasıl gelsin ki intihar eden müzisyen haberleri okuyorum. Elimden de bir şey gelmiyor. Üzüntümden kurtulmak ve biraz da rahatlamak için yazıya sığınıyorum. Hulki Aktunç bir şiirinde şöyle der:
“Tavan lafa az geliyor
Sözlere liman gerek işte”
Ben de pandemide tavanı çoktan geçtim. Okyanusa açıldım artık.
POPÜLER İŞLER YAPMIYORUM
Kitabı yazma hikâyeniz nasıl gelişti? Müziğin ritmini kâinatta arama tutkusu muydu?
Pruva Yayınları’nın sahibi Abdurrahim Karadeniz abi ile sohbet ederken kitabı yazma hikayem başladı. Benim yazımı kitapta yazı yazan diğer yazarlara gönderdim örnek olsun diye. Onlar da severek kabul ettiler. Zaten hepsiyle ayrı ayrı bir muhabbetimiz ve dostluğumuz vardı. Onlarla ortak bir çalışmada buluşmak, hele ki bu çalışma müzik olunca daha da anlamlı oldu benim için.
Müzik; dinlenen, keyif alınan ama çokça da tüketilen bir nesne haline gelebiliyor. Bir müzisyen olarak bunun aslında böyle olmadığına dair bir protesto şekliniz mi bu kitap?
Sorunuzda da değindiğiniz gibi müzik tüketim nesnesi. Artık üret, sun ve tüket mantığı ile işliyor müzik. İnternet çağındayız, müzikten anlayan ve anlamayan herkes bir şey yapıyor. Alıcısı da oluyor. Bu öznel bir durum. Mesela ben divan sahibi şairlerin şiirlerini besteliyorum tabii ki müziğimin alıcısı az oluyor. Çünkü popüler iş yapmıyorum. Kaldı ki birçok insanın varlığından haberdar bile olmadığı santur adlı bir enstrüman çalıyorum. Popüler olan müzik yanında benim yaptığım müzik bir azınlık olarak kalıyor. Ama şuna eminim, benim müziğimin dinleyicisi az da olsa her zaman dinlenecek o azınlık tarafından. Popüler kültürde öyle olmuyor. On yıl önce herkesin bildiği isimlerin büyük bir çoğunluğu unutuldu ama Metin ve Kemal Kahraman, Birol Topaloğlu, Yeni Türkü, Hüseyin ve Ali Rıza Albayrak, Muammer Ketencİoğlu ve Emin İgüs gibi isimler unutulmadı. Çünkü onlar ürettiklerini “alın tüketin” mantığında yapmadılar. Bütün özgünlükleriyle ve birlikte müzikleri yaşamaya devam ediyor. Hakikat budur.
SESLER HAYATIMIZIN PARÇASI
Kainat konusuna gelecek olursak?
Bu konuda şunu söylemek isterim. Abdülhak Şinasi Hisar, “Bizim için ölüm, yani kendi dünyamızın ölümü kâinatın en mühim hadisesidir” der. Zaman geçtikçe ölüme daha da çok yaklaşırız. Aslında zaman da geçmiyor, insan geçiyor bu dünyada. Ölümün olduğu bir dünyada divan şairi Baki, “Baki kalan bu kubbede hoş bir sâda imiş” demiş. Sesler hayatımızın bir parçası. Dünyada bıraktığımız tınılar. Dünyaya geldiğimiz andan ve dünyadan göçtüğümüz ana kadar hep bizimledir sesler. Nefesimizin bir parçası zaten ses. Bu yüzden Evrenin içinde sesin peşine düştüm. Tıpkı ömrünü bir kuş sesinin peşinde geçirmiş Fakiye Teyran gibi.
Kemal Sayar'dan Gökhan Özcan'a Sadık Yalsızuçanlar'dan Bilen Işıktaş'a kadar birçok edebiyatçı ve müzisyen dostunuz bu kitapta sizinle buluştu. Nasıl bir bereket oluştu?
Katkı sunan isimlerin hepsi müzisyen değil, çevirmen, öğrenci, yazar, terapist, psikolog, şair hatta okur da var. Özellikle müzisyenlerle sınırlı kalmasın istedim. Sesin, nefesin ve müziğin önemini onlardan da duymak istedim. Müzik anlayışlarına gelecek olursak onu da kitabı edinip okusunlar derim.
AKLIMDA NOTALAR GEZER
Kitabın içerisindeki yazılarda hep bir içsel yolculuk ve duyuş arzusu var. Her müziğin özünde bu arzu hakim mi?
Arzu demek yanlış olur bence. Bu bir ihtiyaçtır. Yani bir müzisyen olarak ruhumda, zihnimde ve aklımda sürekli notalar gezer ve onları dışarıya yani başka insanlara duyurmak istersin. Bu yüzden bir ihtiyaç. Mesela Butimar diye bir bestem var. Bir kuştur Butimar. Pers mitolojisinde denize aşık olup ve su içmeyerek ölen bir kuştur. Ben bu kuşun hikayesini duyunca içimde yani ruhumda bir tını dolaşmaya başlar. Sonra da santurum ile insanlara duyururum. Tabii ben müzisyen olarak bunu yaparım. Şair şiir yazarak, yazar hikaye ya da roman yazarak, ressam da çizerek anlatır. İlle sanatçı olmak da gerekmiyor. Herkesin bir içsel yolculuğu vardır. Bazen hüzünle, bazen gülümseyerek, bazen ağlayarak, bazen uzunca yürüyerek, bazen yalnızlığa gömülerek, bazen sessizliğe gömülerek yaşar bu yolculuğunu...
Yorum Yaz