‘‘Dünyadaki en gürültülü ses, sessizliktir’’ (Thelonious Monk)
Sessizliği severim. Ama nasıl bir sessizliği severim?
Sevdiğim şey, salt sessizlik değildir. İnsanın içini aydınlatacak ışıltılı sessizliği seviyorum. Sessizlik hakikâttır. Gürültü ise o hakikâtı görmemizi engelleyendir. Çoğu insan, kendini doğada, (genellikle ormanda) kimsenin yaşamadığı bir yerde sessizlik içinde huzuru bulmak hayaliyle yaşar. Bu benim de kurduğum bir hayâl. Ben böylesi bir yerde müzisyen olarak doğanın sessizliğinin sese karıştığını deneyimlemek isterim. Bu cümlem biraz kafa karıştırmış olabilir ama şöyle açıklamaya çalışayım.
Doğada, kuşların cıvıltıları, yaprakların dallarda düşüp rüzgârla dans ederek yere düşmesi, börtü böceklerin çıkardığı ince sesler, yağmurun ve rüzgârın tınısı, denizin ve dalgaların sesi, arıların vızıltısını, sessizce açan çiçeklerin seslerini seviyorum. İlk bakışta haklı olarak bana ‘‘Sen müzisyensin. Sessizliği seviyorum dedin ama doğadaki seslerden niye bahsediyorsun?’’ diye sorabilirsiniz. İşte asıl sessizlik bu duyduğum seslerdedir. Mesela ormanda bir kuşun şakıması, sessizliğe karşı çıkan ses değil, sessizliğin gözüyle ormana atılan parlak bakıştır. Kuşun her cıvıltısından sonra sessizlik, daha çok duyulur olur. Mesela anne kuş sessizlik içinde yuvasında saklanan yavru kuşlarına öterek talimatlar verir. Çok sevdiğim yazar, Henry David Thoreau ormanda bir göl kenarında kulübe yapıp yaşar. Walden adlı yazdığı hatıratında şöyle der: ‘‘Ormanda saatlerin nasıl geçip gittiği umrumda olmadı. Diğer insanlar eğlenceyi uzaklarda, toplumda veya tiyatroda aramak zorundayken, benim hayatım eğlence olmuştu ve asla yeniliğini kaybetmedi. Gökyüzünü bir esrarkeşin cennetine yeğlerim’’
Henry David Thoreau’nun ormanda eğlenceye dönüşen hayatında sessizliğin de hareket ettiğini görürüz. Hareket etmeyen bir şey yoktur zaten. Dolayısıyla her şeyin bir sesi vardır. Yalnız hareket etmekle de değil her şeye bir isim vererek zaten her şeye de bir ses titreşimi vermiş oluyoruz. İnsanın sesi ruhun kendini ifade etmesidir. Böylelikle karakterimizin de sesi olur. İnsan, sadece doğa değil, aynı zamanda ruhtur ve eğer insan sadece doğası gereği sessizlik yoluyla şeylere bağlıysa ruh yalnızdır. Ruhun söz aracılığıyla bağlılığa ihtiyacı vardır.
Sessizliğin üstünde güç sahibi olmayanlar vardır. Açıkcası insan elinin değmediği ve egemen olmadığı tabiatın müziğini seviyorum. Anlatmak istediğimi biraz daha açayım. Yani insan doğadaki sesin sessizliğini bozduğunda rahatsız olurum. Sessizliğin sanatı her yerde öğrenilebilir. İlla kendimizi dağlara ve ormanlara çekmemize gerek yoktur.
Ses, müziğe dair hayallerimizin tamamıdır. Kelimelerle anlatılan sözler her zaman az şey anlatır. Ama müzikte durum böyle değildir. Kelimelerin beceriksiz kaldığı anda müzik çok daha güçlü bir anlatım aracıdır. Ses, duygu uyandırması bakımından önemlidir ama ses, sessizliğin içinde kendini var eder. Doğu Asyalılar, (budist, taoistler) sessizlik ve içe bakışın, yüksek seviyelerde düşünme için yararlı olduğuna inanırlar, tıpkı hakikâtın peşinde olmaya yararlı olduğu gibi.
Her şeyin bir yaşamı vardır. Ses de yaşar ve ölür ama sessizlik hep devam eder. İnsan, içinden geldiği sessizlik dünyasıyla dahil olduğu diğer sessizlik dünyası arasında, yani ölümün dünyası arasında ortada yaşar. Yani öldüğümüzde mezarın içinde devam eder. Sessizlikte cevap ararız kendimize. Ermişler, azizler, bilgeler, peygamberler kendilerini susturarak içeriden gelen sesi duymuşlardır. Sessizlikten korkarız çünkü kendimizle yüzleşmek istemeyiz. Gece korkarız çünkü gece sessizliği daha da iyi duyarız. Geceleri sessizlik daha iyi yayılır etrafa. Bugün sessizlik artık kendi başına bir dünya değildir; sadece gürültünün her zaman girmediği yerdir.
Kaynakça
Sessizliğin Dünyası, Max Picard, Albaraka Yayınları, 2022, İstanbul
Müziğin Sesin ve Sözün Gizemciliği, Hazret İnayet Han, Okyanus Yayınları, 2019, İstanbul
Walden, Henry David Thoreau, Can Yayınları, 2022, İstanbul