“Severim her güzeli senden eserdir diyerek”

7 dakikada okunur

Aşkı en güzel terennüm eden son devir Türk musikisi bestekârları arasında eserlerinin zarafeti ve inceliğiyle müstesna bir yere sahip olan Halit Lemi Atlı (1869-1945) kalbî seslerini yalnız güftelerin kelimelerinde değil, musikisinin melodilerinde de duyurmuştu; “Severim her güzeli senden eserdir diyerek.” Hicaz makamındaki bu şarkıyı bilmemenize imkân yoktur. Musikiyle hiç ilginiz olmasa bile. Belki Isfahan’dan şu güftenin bestesini de hatırlarsınız: “Nâr-ı aşkınla kül oldum” ya da Uşşak makamından “Neler çektim neler cânân elinden.” Daha buna benzer yüzlerce tanınmış şarkı ki radyoda saz heyetlerinden veya vaktiyle gramofon plaklarından dinlemişsinizdir. 1930’lu yıllarda ve 1940’ların başlarında İstanbul’da bir mahalle arasından geçildiği sırada bir gencin utla bu eserleri çaldığına tesadüf edenlerin sayısı az olmasa gerektir.[1]

Semih Mümtaz’ın aktardığına göre Lemi Atlı hayranlık duyduğu “Tanburî Cemil Bey’in önünde diz çöker”, üstat Cemil Bey de Lemi Bey’in söylediği şarkılar karşısında tanburu kucağından çekip kaldırarak “Bu hançereye yetişecek saz yoktur” der.[2] İnce ruha, kıvrak bir sese ve hançereye sahip Lemi Atlı, köşklerde, yalılarda ve mehtap âlemlerinde tertiplenen musiki meclislerinin vazgeçilmez hanendesidir. Bu yüzden gençliğinde “Boğaziçi bülbülü” olarak şöhret bulur. İki dünya arasında bir çelebidir üstat. Bir yanda bestekârlık diğer tarafta dramatik bir ses.

Kadıköylü Hafız Yusuf Efendi’den ilk musiki bilgilerini alan Lemi Bey, Tanzimat devrinin en meşhur bestekârı Hacı Arif Bey’in henüz genç bir yaşta iken beğenisini ve hayranlığını kazanır, Santurî Ethem Efendi’nin eşliğinde eserler geçer.[3] İlk şarkısını Udî Bedriye Hoşgör’ün anlattıklarına bakılırsa Acıbadem’de, Eski Trabzon Valisi Haydar Bey’in köşkünde oturdukları sırada ve Lemi Bey daha on sekiz yaşındayken komşularından çok beğendiği bir kıza uzaktan âşık olarak besteler. Aslında süreç şöyle gelişir. Lemi Bey bir yaz günü güzel komşusunun sokaktan geçtiğini görür, peşinden gider ancak bir türlü açılamaz. İmdadına Reşid Mümtaz Paşa’nın kendisine verdiği “Hüsnüne etvâr-ı nâzın şan senin, Bende tâkat kalmadı ferman senin” güftesi yetişir ve Karcığar makamında beste böylelikle ortaya çıkar.[4]

Lemi Atlı şüphesiz sadece aşk şarkıları bestelemekle yetinmez.[5] Hayatının büyük bölümünü bir âşık olarak geçirir. Âşık olmadaki bu sürekliliği kendisine ilham verir ve doğal olarak birbirinden güzel eserler repertuvara eklenir. 76 yaşında, ölüm döşeğindeyken bile âşık olan Lemi Bey son eserlerinden birini zamanının ünlü ses sanatçısı için besteler. Belki de onun son vasiyetidir bu. Baki Süha Ediboğlu’nun belirttiği gibi ihtiyarlık demlerinin bitiminde, zor anlarında, aşkına, dostluğuna hürmet eden bu vefakâr sanatkâra “Hastayım, yalnızım, seni yanımda sanıp da bahtiyar ölmek isterim” mısralarıyla başlayan şarkısını yaparak ona karşı duyduğu aşk ve minnet hislerini böylece ifade eder.[6] Selahattin Pınar’ın notaya aldığı bu eseri ilk defa olarak o çok sevdiği dillere destan öğrencisi Mualla Gökçay sahnelerle buluşturur.

Son zamanlarını melankolik bir biçimde, onu mütemadiyen üzen bir hayalin hasretini çeke çeke geçirir Lemi Atlı. Ömrü boyunca mutlaka sezen, maceraları yaşayan ve zengin hayal gücüyle nağmeler üzerinde bütün hissettiklerini aksettiren sanatçının yetmiş altı yılı işte böyle sona erer. Bedri Ziyâ Aktuna’nın deyişiyle: “Severim her güzeli senden eserdir diyerek.”

[1] Vâ-Nû, [Vâlâ Nûreddin], “Severim Her Güzeli Senden Eserdir Diyerek”, Akşam, 23 Teşrinievvel 1943, s. 3.

[2] Mustafa Rona, [Der.], Canlı Tarihler 6, Lemi Atlı Hatıraları, İstanbul, Türkiye Yayınları, 1947, s. 124.

[3] Onur Akdoğu, Lemî Atlı, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1990, s. 4.

[4] Mustafa Rona, [Der.], a.g.e., s. 138. Bilen Işıktaş, “Lem‘i Atlı”, Ed. Feyzan Göher Vural ve Timur Vural, Türk Musikisi Atlası, Ankara, Yeni Türkiye Yayıncılık, C. 4. 2019, s. 367-373.

[5] Lemi Atlı şarkılarının dışında 1924’te İstiklâl Marşı bestelemiştir Hicazkâr makamında.

[6] Baki Süha Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, İstanbul, Ak Kitabevi, 1962, s. 212.

Önceki Yazı

Toprağın haziran manifestosu

Sonraki Yazı

‘Hepimiz Midhat Efendi’nin çocuklarıyız’ I

Son Yazılar