Şiir daima bir fazladır

//
9 dakikada okunur

Şair İhsan Deniz: “Şiir kendi başına vardır, olduğu yerde durur, orda, ancak orada vardır. Tanımlar ne kadar çok ve çeşitli olursa olsun, şiiri tümüyle kavramaktan uzaktır. Şiir daima bir fazladır, daha fazladır, daha fazlasıdır.”

Bu kez izini sürdüğüm genç bir şairle değil Türk şiirinin usta isimlerinden biriyle gerçekleştirdiğim bir röportajla karşınızdayız. Türk şiirinin ve 80 kuşağının özgün şairlerinden biri olan İhsan Deniz’le Hece Yayınları’ndan toplu şekilde yayınlanan Dut Ağacında isimli şiir kitabını merkeze alarak onun poetikasına eğilen bir röportaj gerçekleştirdik. Şair İhsan Deniz’le şairin dünyaya karşı şiiri seçmesinden, şiirin tanımlamalardan fazla oluşuna, şiirin onun için en kıymetli varoluş biçimi olmasına kadar birçok konuyu konuştuk. 

Türk şiirinin ve 80 kuşağının özgün kalemlerinden, şairlerinden birisiniz. Yıllar önce sizin için yapılan bir dosyada dünyaya karşılık şiiri seçtiğiniz söyleniyordu. Sizin için başından beri şiirin metafizik bir anlamı mı var? Dünya denen olgu, kendisinden fazla bir şey beklenemeyecek bir kavram olarak karşımızda sanki sizin şiirinizde. Neler söylemek istersiniz? 

Evet, öyle. “Hep öyle”ydi. Öteyi dikkate almadan dünyadan bir şey beklemek olsa olsa ahmakların işidir. Şairse seçme yapmadan başarılı olamaz. Şairin dünyaya karşı şiiri seçmesi meselesini yıllar önce  ‘trajik olan’ şeklinde nitelemiştim. Örnekler verdim bu konuda. Bugün hâlâ aynı kanaati taşıyorum. Büyük şiirin kapılarının ancak metafizik sıçramalar yoluyla açılabileceğini de yeri gelmişken tekrarlayayım. Metafizik hissedişin şiirde yaygınlık kazanması, eşyanın ötesini-berisini yoklama iştiyakının dile gelmesi şairin biricik vazifesidir bana göre. Sahih okur bunu görür, tanır, anlar, bilir. 

Sizin şiirinizle alakalı “yersiz-yurtsuz” olma durumuna atıf yapan şairler var. Oysa siz şiiri bile olsa yer ve yurt edinmiş bir kişisiniz bana göre. Siz ne dersiniz bu noktada?  

“Yersiz-yurtsuz” tanımı, muhtemelen, şiirimde gezinen melâlin açılımlarını kavrama çabasının bir işareti olsa gerek. Söz konusu tanım, bir başı boşluğu imlese, doğursa ve buna katılmasak da, eğer bu bir anlama/anlamlandırma gayreti ise saygı duyarız. Tanımlar, tanımlamalar şiiri bir yerden bir yere itmez, itemez esasen. Şiir kendi başına vardır, olduğu yerde durur, orada, ancak orada vardır. Tanımlar ne kadar çok ve çeşitli olursa olsun, şiiri tümüyle kavramaktan uzaktır. Şiir daima bir fazladır, daha fazladır, daha fazlasıdır.    

İdeolojik bakışlar şiirimizi bozuyor

Şiir sizin için bu hayatta en kıymetli varoluş biçimi mi? 

Hiç kuşkunuz olmasın, evet. İnsanın varoluş anlamını didiklerken karşımıza çıkan hakikati kazıma, ortaya çıkarma, dile getirme bağlamında en nitelikli imkândır şiir.  Pek alâ musikiyi de şiirin yanına ilâve edebiliriz. Bu imkân kimi zaman çar-çur edilmiyor değil. Materyalist algı biçimleri, ideolojik kör bakışlar şiirin içimizde oluşturduğu metafizik mayayı bozmakla kalmıyor, iyi şiirle kötü şiirin iç içe geçip, yan yana gelmesine ortam hazırlıyor. İyinin, sahicinin, değerlinin anlamının ortaya çıkması zaman alıyor bazen. Alsın tabi, mahsuru yok. 

Bir başka şair sizin şiirinizle alakalı “metafiziğin son sesleri” başlığını koymuştur yazısına. Metafiziğin sizin şiirinizdeki önemi hakkında siz neler söylemek istersiniz? Göklerle yenilerdik eskiyen yerlerimizi, diyorsunuz “Yağmur Sanatı” adlı şiirinizde. Bu bile metafiziği çağrıştırıyor gibi geliyor bana. Elbette salt bir kelimenin ifadesi olarak değil, bir duyuş olarak, hissediş olarak gözlemliyorum şiirinizde bunu.   

Elbette metafiziğin sesi kesilmez. Yukarıda belirttim, metafizik duyuş bence şiirin temel önceliklerinin başında gelir. Böylesi bir adanmışlık, şartlanmışlıkla yazıyorum, diyebilirim. Bunun ne ölçüde realize olduğu bahs-i diğer. Hedef, ilke, beklenti budur benim için.    

Hayatı anlamlı bulduğum için yazıyorum

Yaşam ağrısını içeren şiirleriniz mevcut. “Nitekim Yalnız Sana Söylenen” adlı eserinizin başında şu epigrafı kullanmıştınız: “Hayata ayarlı her sözden kuşku duyuyorum. Gülmenin kurallarını öğretmiyorsun ki bana.” 

Ben hayatı, insanı, dünyayı, varoluşu anlamlı bulduğum için yazdım, yazıyorum. Bu hangi kavramla açıklanır veya betimlenir, önemli değil. İster metafizik densin, ister başka bir şey.. Hayatın içindeki ağrıyı, kederi, sızıyı, mukadderatı ve tüm tabakaları sezme, algılama ve anlamlandırma çabası içinde oldum dünden bugüne. Esasen, yazdıklarım bu çabanın ete-kemiğe bürünmesinden ibaret. Hepsi bu. 

“Yalvarmak kalbe güzellik verir oysa. Melekler saf tutar, Allah’ın nuru saçılır yalvaran her dudaktan.” demiştiniz. Günümüzdeki şairler bu güzelliğin farkında mı? Biraz evvel yaşam ağrısından bahsetmiştim sorumda. Allah ağrısıyla dolu şiirler yazılabiliyor mu günümüzde?  

Dilerim farkındadırlar veya farkında olurlar günün birinde. Bu biraz da nasip meselesi elbette. Arzu, temenni, iştiyak da olacak hiç kuşkusuz. Bulmak istiyorsanız, arayacaksınız. Aramakla bulunur.  

Çok eski şiirlerinizden biri “Dişe Dokunur Şeyler”, bu zamanı, bu dönemi anlatan bir şiir gibi. Özellikle şu ifadeleriniz: “ölenler öldü bugün / ölmeyenler zaten yaşamıyor” O zamanlardan bu zamanı anlatmak şair bakışının öngörüsü mü olsa gerek? Aslında “Hurûfî Melâl”deki Siyah Sözler I-II şiirleri de bu atmosferi hissettirdi bana. Tüm bu öngörüye rağmen umudu ve ümidi nasıl diri tutabiliriz bu çağda? 

İnançla. Allah’a inanmakla. Sorumluluklarımızın farkına varmakla. Vazife şuuruyla.

Önceki Yazı

Osmanlı padişahlarına mikro bakış

Sonraki Yazı

Burgazada, Sait Faik ve gençler

Son Yazılar