“Şiir garabetten uzak bir ülke”

/
15 dakikada okunur

Türk edebiyatının genç şairlerinden Muhammed Enis Özel, şiiri hiçbir olgunun yıpratamayacağını belirterek “Şiir garabetten uzak bir ülke” diye konuştu.

Şiiri, kaotik ve gri bulutları üstünden eksik etmeyen dünya üzerine gökkuşağı çekme gayreti olarak tanımlıyorum. Bu çabayı göstermenin de büyük bir cesaret örneği olarak görmek de gerekiyor.  Şiir deryasında yüzmeye çalışan genç şairlere kulak vermeye devam ediyoruz. Sıradaki konuğumuz Muhammed Enis Özel… İlk kitabı “Alayına Şiir” Şule Yayınları’ndan çıkan Muhammed Enis Özel 1997 İzmir doğumlu. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu olan Özel’in ilk eseri Yedi İklim dergisinde yayımlanırken şiir ve diğer metinleri Budak, Fayrap, Gerçek Hayat, İmge, İtibar, Karabatak, Kaygusuz, Olağan Şiir dergilerinde yer buldu. Muhammed Enis Özel ile şiiri konuştuk.

Size göre şiir nedir?

Şiir, kayıtlı sözdür. Onu diğer kayıtlı sözlerden sesli ve rengîn oluşu ayırır.

“Sanki şiir hep vardı”

Neden yazmaya başladınız?

Şiire dair içimde filizlenme olmadı. Sanki her zaman içimde bir şey söylemek ihtiyacı vardı ve bu ihtiyacı şiirle giderdim. Neden yazmaya başladığımı bilmiyorum. Ne zaman yazmaya başladığımı da bilmiyorum. Sanki hep vardı şiir, kendimi keşfettikçe tebarüz etti. İrademi kazanmaya başladığım anda şiirle iştigal etmeye başladım.

Şiire başladığın ilk dönemlerde kimleri takip ediyordun?

Babamın kitaplığı genişti oradan kitaplar alıp okurdum. Yedi İklim dergisini takip ediyordum. Sezai Karakoç, İsmet Özel gibi isimleri okumaya devam ederek başladım.

Sizi yazmaya sevk eden biri oldu mu peki?

Lise’deki öğretmenlerimden Hazan Hoca’yı anmak isterim. Liseyi yatılı okudum. Öğrenciler çıktıktan bir saat sonra okuldan ayrılırdı. Ben de okuldan sonra Hazan Hoca’nın yanına giderdim. Onunla edebiyat ve şiir konuşurduk. Bazen de gündemle alakalı ama hepsinin edebi bir tarafı vardı. Bana çok yardımcı oldu. Şiire nasıl başladığımla ilgili sorular sorulduğunda adını hep anmak istiyorum.

“Şiirin yazılı bir tür olmadığını düşünüyorum.”

Yazınlarınıza hâkim olan tema hangisidir?

Yazın derken başta şiiri ifade ettiğinizi kabul ederek cevap veriyorum: Bir temaya binaen yazmıyordum. Yazmıyordum diyorum çünkü artık şiir yazmıyorum. Şiirin yazılı bir tür olmadığını düşünüyorum çünkü. Kamera karşısında söz söylemeye çalışıyorum. Şiir haricindeki metinlerimi soruyorsanız; onlarda da şiire taalluk eden herhangi bir şeye değinmekten imtina etmiyorum.

Şiirleriniz hangi kaynaklardan besleniyor?

Sözlü kültür şiirinden, yazılı kültür şiirinden ve basılı kültür şiirinden açıkça beslendim. Türkçe’nin tarihi ile de ilgilendim. En çok dilin kendisinden besleniyorum sanırım. Dünya destanlarından, sokaklardan, tabiattan ve tabii Allah’tan etkileniyorum.

Şiir sizin için bir kişi olsaydı yakın çevrenizden kim olurdu?

Muhtemelen çevremden bir kişi olamazdı şiir. Şiiri hiç teşhis edilebilir bir alanda düşünmedim doğrusu. Bu mümkün olabilseydi dedem olurdu herhalde. Allah ona rahmet eylesin.

Bir yazar olarak yaşadığınız en büyük sıkıntı? Yazamadığınızda neler yapıyorsunuz?

Yazar olarak yaşadığım en büyük sıkıntı faiz. Bütün felaketlerin membaı. Yazamadığım olmuyor ama yazmaya vakit bulamadığımda kafaları yiyorum.

Yayınlanan ilk kitabınızı elinize almak nasıl bir deneyimdi anlatır mısınız?

Bilmiyorum, utancı ve heyecanı aynı anda hissettim gibi ama değil çünkü ne tam olarak utançtı ne tam olarak heyecan. Uzun zaman oldu aslında ilk kitabım yayımlanalı. Nasıl hissettiğimi hatırlamıyorum ancak yağmurlu bir gündü. İlk kitap denince yağmuru duyar gibi olurum bu yüzden. Hava soğuk değildi. Yağmurdan başka bir şey yoktu. Hava esmiyordu örneğin. Çok güzel bir mekâna girmişim fakat o mekândan bir daha çıkamayacakmışım gibi hissettim. Her şey olabilir ve burayı asla terk edemem. Yağmurlu bir deneyimdi anlayacağınız. Daha doğrusu benim anlatabileceğim.

Yayınlanan ilk kitabınızı ilk kime imzaladınız? Özel biri miydi?

Evet, çok özel biriydi. Anneme imzaladım.

Arkadaşlarınızla video şiir projenizi yürütüyorsunuz. Bu konu hakkında bilgi verir misiniz?

Video şiir projesi demek doğru olmaz diye düşünüyorum. Çünkü şiir, tarih boyunca yaşadığı değişimlerle tesmiye edilmemiştir. Hep “şiir” olarak var olagelmiştir. Örneğin serbest şiir için bile serbest şiir denmiyor. Şiir deniyor. Basılı şiir de denmiyor. Hâlbuki basılı kültürün var ettiği şiire biz serbest şiir diyoruz. Dolayısıyla video kültürünün var ettiği şiire video şiir değil yalnızca şiir demeliyiz. Soruya dönecek olursak… Yazılan bir tür olarak şiirin tarihi oldukça yeni. Ancak matbaa iletişim tarihi içinde o kadar etkili oldu ki kendi sırasını süratle savmış oldu. Videoya böylece gelmiş olduk yani. Ben, dilin işlerliğini sürdürdüğü kayıt sisteminin, annelerin yemek tarifi öğrendiği kayıt sistemi olduğunu düşünüyorum. Biz Yengi Mecmua ekibi olarak şiirin yazıyla değil günümüz iletişim araçlarıyla işlevselleşmesini münasip buluyoruz.

“İnternetin söze sunacağı potansiyel verimler”

Online dergicilik hakkında ne düşünüyorsunuz? Matbu yayıncılığın yerini alabilir mi?

Online dergicilik, üzerine düşünülecek kadar yaygınlaşamadı henüz Türkiye’de. Var olanlar da matbu kültürün zihin iktisadını taşıyor. Yani internette olmanın bilinciyle, sözün başka bir alanda sürdüğünün bilinciyle yayın yapmıyorlar. İnternet matbu yayıncılığın yerini alacaktır. Ancak önemli olan internetin söze sunacağı potansiyel verimler.

Gecenin sessizliğinde kağıdın inlemelerini duymağı çok seviyorum. Düşüncelerim gündüzün keşmekeşinden kurtulduğunda daha rahat yazabiliyorum. Peki siz geceyi mi tercih edersiniz gündüzü mü?

Esasında yazmayı özellikle seçtiğim bir vakit yok. Aklıma gelen mısraları gece gündüz not ediyorum. Sonra onları temize çekiyorum. Fakat şiire sessiz ve sakin olması sebebiyle genelde gece çalışıyorum.

Okurlar şiirlerinizi okumaya önce hangi şiirinizden başlamalı?

Herhangi bir şiirimi okuyabilirler. Ama ben hep son yazdığım şiir önce okunsun isterim. Her şiir bir zamana aittir ve ait olduğu zamandan zamanlara yayılır. Bir şairin şiirlerini birbirinden yazılmış oldukları zaman ayırır. Esasında şairin şiiri hep aynıdır. Bu sebeple ilk önce herhangi bir şiirimi okuyabilir dedim. Yazdığım son şiiri okumasını istememin sebebi de yazmış olduğum son şiirimin mevcut zaman içindeki beni en iyi anlatması sebebiyle. Bununla birlikte şiirlerimi kronolojik bir şekilde tasnif etmediğimi de belirtmek isterim. Yani son şiirimden kastım kitaptaki son şiir değil. Aslında öyle ama istisna. Kendimi anlatamamış olabilirim. Fakat bu da hoşuma gidiyor bazen.

Defter mi bilgisayar mı? Bu soruyu biraz saçma bulsamda yazarlara sorulan mutat soruların başında geliyor.

Yazım oldukça çirkin olduğu için bilgisayar. Doğru düzgün bir “I” harfi bile yazamam. Ayrıca bilgisayar silmeyi ve düzeltmeyi kolaylaştıran bir alet. Hem yazımın çirkinliğini benden saklıyor hem de herhangi bir şeyden vazgeçmemi kolaylaştırıyor. Böylece daha iyi olana deneye yanıla yaklaşıyorum.

“Şiir yükseliş ve düşüş yaşamaz”

Divan edebiyatı çalışıyorsunuz. Divan edebiyatından günümüze bakarsanız gelişim mi  var yoksa geri düşüş mü?

Şiir yükseliş ve düşüş yaşamaz. Var edildiği çağa intibak sağlayan şiir, çağın gerekliliklerini yaşar durur. Klasik şiirimiz ve modern edebiyatımızı bu anlamda birbirinin devamı görmek gerekir. Biri, yazılı kültürde var olabilecek şiirlerdir, biri basılı kültürde var olabilecek şiirler. Aradaki fark bundan ibaret.

Son zamanlarda, divan edebiyatında küfürleri araştırıyorsunuz. Sizce küfrün şiirde yeri nedir?

Hiçbir şeyin şiirdeki yerini sorgulamamak gerekir diye düşünüyorum. Şiirin yapısı sağlam ise onu müstehcen ve müstehzi ifadeler yıldırmaz. Şiir dediğimiz ülke garabetten zaten uzak bir yerde çünkü.

Şiirlerinizde de argoyu sıklıkla kullandığınızı görüyoruz?

Şiir yazarken gündelik dili kullanmaktan çekinmiyorum. Sokakta yaşadığım ve sokakta büyüdüğüm için  Geleneksel biçimi şimdiye ait olan, güncel ve sokak diliyle ilişkilendirerek şiirlerimi biçimlendiriyorum.

Muhammed peki en sevdiğin şairler kimlerdir? Hangi şairleri kendine yakın buluyorsun?

Necati Bey, kendime en yakın bulduğum şairlerin başında.  Onun için “rengî” sıfatını kullanıyorlar. Şeyhi ve Ahmet Paşa ile birlikte divan şiirini kuruyorlar. Söze ruh veren şair olarak anılıyor. Diğer sevdiğim bir şair ise Orhan Veli. Bu iki şairi aralarındaki zaman farkına rağmen birbirine benzetiyorum. Biri “Türkî Basit”in kurucusu, diğeri ise dilde sadeleştirmeyi savunuyor. Benzer imgeleri kullandıklarına da tesadüf ettim. “Bir kadının suya değiyor ayakları” diyor Orhan Veli, Necati Bey de “su gibi ol selvinazın ayağına aktılar” diyor. Sevgilinin ayağına değen suyu ikisi de kıymetli buluyor.”

Mezar taşınızda bir şiir yazacak olsa hangi dizeler yazar?

Aslında bunu yazmıştım. Şöyle bir mısra idi: “Hızını alamadı yazsın kitabe-i seng-i mezarımda”

 

 

Önceki Yazı

Fabrik Kitap yeni bir yayıncılık hareketi

Sonraki Yazı

Masallarımız yeniden yeşermeli

Son Yazılar